Bugünlerde NATO’nun kuruluşunun 60. yılı kutlanıyor ve protesto ediliyor. Bu etkinlikler, aynı zamanda, zalimler ve mazlumlar bakımından birer hesap kesme işlemi de. Böyle bir zamanda Türkiye’nin NATO üyeliğinin sonuçlarının da bir muhasebesini yapmak gerek. Öncelikle şu belirtilmeli: NATO, Türkiye’nin içyapısını (ve dış politikasını), derinden etkilemenin de ötesinde, tam olarak belirlemiş ve biçimlendirmiştir. Bu belirleme çok […]
Bugünlerde NATO’nun kuruluşunun 60. yılı kutlanıyor ve protesto ediliyor. Bu etkinlikler, aynı zamanda, zalimler ve mazlumlar bakımından birer hesap kesme işlemi de. Böyle bir zamanda Türkiye’nin NATO üyeliğinin sonuçlarının da bir muhasebesini yapmak gerek.
Öncelikle şu belirtilmeli: NATO, Türkiye’nin içyapısını (ve dış politikasını), derinden etkilemenin de ötesinde, tam olarak belirlemiş ve biçimlendirmiştir. Bu belirleme çok boyutludur, çok yönlüdür ve son derece kapsamlı olmuştur. Rahatlıkla denebilir ki, NATO üyeliği, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, ABD ile kurulan bağlarla birlikte, ülkenin tüm dinamiklerini, politik yapısını, kurumlarını, kültür ve ideolojisini yapılandıran başlıca etken olmuştur. Biz bu yazıda NATO üyeliğinin içyapıya ilişkin bazı yıkıcı etkilerini değerlendireceğiz.
Her şeyden önce, NATO üyeliği, yani Amerikan Soğuk Savaş saldırısında emperyalizm saflarında militan yeralış, içerde emek güçlerine karşı yıkıcı bir ideolojik saldırıyla başlatılmıştır. Buna göre, sosyalizm, ülkenin bir yabancı gücün işgaline uğratılmasının yöntemi sayılmış, buna bağlı olarak önce komünistler, sonra da, giderek, demokratlar, barışseverler ve nihayet işçi sınıfının/emeğin her türden bilinçli öncü güçleriyle yapılanmaları, ajanlık “vatana ihanet,” vb. suçlamalarla damgalanmışlardır. Bu saldırı ideoloji düzleminde kalmamış, hukuk alanına, resmi siyasete, eğitime, güvenlik ve istihbarat yapılanmalarına da yansıtılmıştır. Tabii, sonuçta, sadece politikayı değil, kültürü, kurumları, moral yapıyı, insani ilişkileri derinden bozan; düşünce hayatını çoraklaştıran; demokratik tartışma zemini çökerten; bilimsel yaratıcılığı öldüren; sosyal dinamizme ket vuran; ideolojik/fikri atmosferi zehirleyen; toplumsal yaşamı boğan; siyaseti anlamsızlaştıran etkiler ortaya çıkmıştır.
Sonuçta bünyede, tarihsel, kültürel ve yapısal olarak zaten varolan militarizm tohumları, ek olarak NATO’dan ithal militarizm gübresiyle beslendi, biçimlendi, yönlendi, kök saldı, güçlendi. Cumhuriyet’in kuruluşunda mevcut olan ve Kürtleri iç düşman olarak gören zihniyet de böylece serpildi, yeni iç düşmanlarla kapsama alanını genişletti, giderek, bütün dinamiklere egemen hale geldi. Dış düşman-iç düşman rabıtası, politik kültürün, ve resmi siyasetin yapısal özelliğine dönüştü.
Bu durum, zamanla, toplumsal tesanütün, barış ve güvenliğin, o ünlü “sınıfsız kaynaşmış toplum” mitinin ve “milli birlik ve beraberlik ruhu”nun ete kemiğe bürünmüş hali olurken, Soğuk Savaş emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin sınıf tahakkümünün amentüsü, NATO da kılıcı oldu.
Daha 1923 yılında Mustafa Kemal şöyle demekteydi: “Ülkenin dış düşmanlara esir olmasına müsaade etmemek ne kadar gerekli ise…aynı zamanda onlardan daha çok bir uyanıklıkla iç düşmanlara, içerideki zararlı adamlara da bekçilik yapmak ve bütün davranışlarını gözden kaçırmamak zorunluluğundayız.” Aynı yıl söylenmiş şu sözler de O’nun: “Fakat düşman yalnız dışarıda değildir. İçerde de bu milletin hayatıyla oynamak isteyen düşmanlar var. Dış düşmana gösterdiğimiz birliği ve aldığımız tedbirleri iç düşmana karşı daha şiddetle ve daha dikkatle göstermeliyiz.”
Bu söylenenleri, emperyalizmin Soğuk Savaşçı ideologlarından Huntington’un, ABD’nin ulusal çıkarlarıyla ilgili olarak 1997 yılında Foreign Affairs Dergisi’ndeki “The Erosion of American National Interest” başlıklı makalesinde yazdıklarıyla karşılaştırmak konumuz bakımından anlamlı olur: “…ortak düşman, halk arasında kimlik ve birlik [ortaklığını] geliştirir. Ortak düşmanın yokluğu ya da zayıflaması da tam tersi etkiyi yapar…İç dinamiklerin heterojenliği, farklılığı, çokkültürlülüğü, etnik ve ırksal bölünmeyi tetiklediği düşünüldüğünde, ABD, belki de birçok ülkeden daha fazla olarak, birliğini idame ettirebilmek için bir karşıt ötekine ihtiyaç duyabilir…Soğuk Savaş, Amerikan halkıyla hükümeti arasında bir ortak kimli geliştirdi…demokrasinin global zaferi, şayet gerçekleşirse, Amerika için çok büyük bir travmatik ve sarsıcı gelişme olabilir…” İşte NATO-içi bu türden tedrisatla Türk egemenleri kendi “milli birlik ve beraberlik” ideolojilerini geliştirip yöntemlerini yetkinleştirdiler. NATO bunun sadece ideolojik/kültürel okulu olmakla kalmadı, düzenleyicisi, kışkırtıcısı, yıkıcı işbirlikçisi, örgütleyicisi, silahlı kolu, kapsayıcı çatısı oldu.
Deli gömleği giydirilmiş toplumun militarizme tutsaklığı, devletin emperyalizmin tetikçiliğine dönüştürülmesinin “milli zemin”ini ve meşruiyetini de oluşturdu. Tetikçilik karşılığı alınan “yardımlar” ekonominin motoru kabul edilince, militarizm, çatışma, gerginlik, saldırgan dış politika devletin kalkınma programının ana unsurları oldu. Böylece, Soğuk Savaş tetikçiliği, geçimin/maişetin ana kaynağı olarak benimsenmeye başlandı. İşte bu nedenle, Sovyetlerin çöküşüyle Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Türkiye egemenleri bakımından iki büyük travma yarattı. Birincisi, artık “altın yumurtlayan tavuk” kesilmişti çünkü tetikçilik karşılığı yardım gelmeyecek, jeopolitik konum/stratejik önem para etmeyecekti. İkincisi, ülke “iç-dış düşmansız” kalma tehlikesiyle karşıkarşıya kalmıştı. Burada da, NATO imdada yetişti ve “teröre karşı savaş” konseptiyle militarizm urganını yeniden yağlayıp insanlığın boynuna geçirdi ve Türkiye egemenleri de rahat nefes aldılar.
Değerlerinin yaygınlaşıp içselleştirilmesiyle militarizmin kurumlarının güçlenmesi; psikolojik savaş aygıtlarının ve yöntemlerinin geliştirilmesi; gericilik ve şovenizm zehirinin bünyeyi sarması artık çorap söküğü gibi peşpeşe gelmeye başladı. Bir NATO konsepti olan iç düşmana bağımlı “milli güvenlik kültü,” şiddete tapınmayı da beraberinde getirdi, bu bağımlılık sosyal bünyeyi kemirmeye başladı.
Bugün ülkeyi sarıp sarmalamış şovenizm, militarizm, linç kültürü, sosyalizm ve emek düşmanlığı, antikomünist bağnazlık, gericilik, antidemokratizm, devletin kutsanması, şiddetin yüceltilmesi, militarizmin kurum ve değerlerine körükörüne bağlılık bize önemi oranda Soğuk Savaş saldırganlığından miras kalmış, NATO’dan ihraç edilmiştir. Askeri darbelerden sistematik/yaygın işkence afetine, toplu kıyımlardan faili meçhul cinayetlere uzanan kanlı geçmiş ve bugün de benzer kışkırtmalarla sürdürülen psikolojik savaş, NATO örgütlenmesinin doğrudan sonuçlarıdır.
Nihayet, içine kıstırıldığımız militarizmin fasit dairesini, NATO silahlarıyla, konseptiyle ve taktikleriyle sürdürülen Kirli Savaş gerçeğiyle kapatabiliriz.
Tabii buradan bu kısır döngüden kurtuluşun reçetesini de oluşturmak mümkündür. Bu, Türkiye’nin NATO üyeliğinin sonlandırılması ve NATO’nun feshedilmesi talebidir.