Diyarbakır halkı iki gündür adliyenin önünde gözaltına alınan DTP’lillerin mahkemeye getirilmesini bekliyor. Yağmur ve sert havaya rağmen Diyarbakırlılar tam mesai halindeler. Birçok yerde kepenklerde kapatılmış. Bu denli bir sahiplenmenin bile bu operasyonları yapanlara anlatacağı çok şey olmalı. Günlerdir süren tepkiden ne anladıklarını bu sabah mahkemenin vereceği karardan anlayacağız. Ancak günlerdir medyanın konuyu ele alma biçiminden […]
Diyarbakır halkı iki gündür adliyenin önünde gözaltına alınan DTP’lillerin mahkemeye getirilmesini bekliyor. Yağmur ve sert havaya rağmen Diyarbakırlılar tam mesai halindeler. Birçok yerde kepenklerde kapatılmış.
Bu denli bir sahiplenmenin bile bu operasyonları yapanlara anlatacağı çok şey olmalı. Günlerdir süren tepkiden ne anladıklarını bu sabah mahkemenin vereceği karardan anlayacağız.
Ancak günlerdir medyanın konuyu ele alma biçiminden ‘yandaş’ medyanın pek bir şey anlamadığı anlaşılıyor. Başta Zaman Gazetesi olmak üzere kimi yayın organları adeta polisle birlikte operasyonları sürdürüyor. Her gün Ergenekon haberlerinin ardından ‘PKK’nin şehir yapılanmasına’ yönelik haberler diziliyor. Hani aradaki ‘es’leri kaçıran biri DTP’lilerin Ergenekon’la bağlantılı olduğunu sanacak. Çünkü baskınları verme biçimi ve kullanılan lügat bile Ergenekon operasyonları ile medyaya musallat olan lügatın aynısı.
Dosyaya gizlilik kararı konduğu gerekçesiyle avukatları bile suçlanma gerekçelerini ve delil durumunu görememişken, bu yayınlar her gün bir ‘şema’dan, dosyada yer alan ifadelerden ve suçlamalardan bahsediyor. Duyanda Ergenekon’un yeniden yapılandırma veya lobi kitapçıklarında geçen şemalar ve örgütlemelerden bahsedildiğini sanıyor.
Yani medya inanılmaz derecede bir ‘halkla ilişkiler’ çalışması yürütüyor! Ergenekon’a karşı oluşan toplumsal reflekse ‘Şehirli PKK’lileri’ de katarak manüplasyonu tırmandırdıkça tırmandırıyor.
Onlar sayesinde böylece bizler de ne olduğunu öğreniyoruz! Yazılanlardan ortaya çıkan ise, bir suç örgütünden ziyade ‘örgütlü toplum’ oluşumunu andırıyor. Bildiğimiz kadarıyla bu ülkede ‘örgütlenme özgürlüğü’ bulunuyor.
Haberlerin önüne ‘PKK’li olduklarına dair uzun bir tiradı konduktan sonra deniyor ki ‘bunlar meclis biçiminde örgütleniyor’! Öyle olsa bile Türkiye’de örgütlenmenin ancak şu türü olabilir diye bir yasal ifade bulunmuyor. Silah ve şiddet amacı taşıyan örgütlenmeler dışında tüm yurttaşların örgütlenme özgürlüğü bulunuyor. Günlerdir medyada PKK’nin şehir örgütlenmesini yapan üyeler olarak lanse edilen bu insanların evlerine, işyerlerine yapılan hiçbir baskında bildiğimiz kadarıyla, çakı bile bulunmuyor.
Deniyor ki ‘DTPli belediyeler ve milletvekilleri üzerinde baskı uyguluyorlar, onların politikalarını belirliyorlar!’ İyi de günlerdir o baskı uygulandığı söylenen siyasetçiler sokaklarda ve arkadaşlarının serbest bırakılmasını istiyorlar. Hiç baskı yaşayan kendisini bastıranın serbest bırakılması için sokaklara dökülür mü? Hayır! Üstelik bu ‘mağdurlar’ın böyle bir şikayetleri de bulunmuyor! Bu iddia şaka gibi duruyor.
Politika belirlemeye gelince gözaltına alınanlar bu partinin eşbaşkan yardımcıları, MYK üyeleri, danışmanları ve çalışanları. Bir parti kendi politikasını bunlarla oluşturmuyorsa kimlerle oluşturuyor? Eğer bu ifadeler doğru ise AKP’nin de başkan yardımcılarını, MYK’sini, danışmanlarını içeri almanız gerekir. Bunu da Kürtler talep edebilir. Ne de olsa Anayasa’da ‘eşitlik’ ilkesi bulunuyor. Artık Kürtler yasal haklarını kullanıyor. Ama bazıları bunun bile suç olduğunu düşünüyor
Deniyor ki yaptıkları toplantıda ‘askere gitmemeyi, vicdani ret hakkını kullanmayı kararlaştırmışlar.’ Vicdani ret dünyada ne illegal faaliyet olarak tanımlanıyor, ne de suç sayılıyor. Deniyor ki Hasankeyf’i kurtarma girişimi oluşturup Avrupa’da lobi çalışması yürütüyorlar! Hasankeyf gibi tarihi yapıları kurtarmak için çalışmanın suç olduğu da nerede yazıyor?
Deniyor ki Başbakan Erdoğan’a karşı eylemler ve sivil itaatsizlik eylemeleri örgütlüyorlar. Siyasi ve muhalif bir partinin iktidar aleyhine eylem ve çalışma yürütmesinin nesi suç? Aksine bunu yapmasa, demokratik tepki ve hakların kullanımı yolunu açmaya dönük politikalar geliştirmese nasıl bir muhalif parti işlevi gördüğü tartışmalık olacaktır.
Ortaya saçılanlar bunlar! Bunlarda Türkiye yasalarına göre suç teşkil etmiyor.
Diyarbakır kulislerinde yürüyen bir diğer tartışma ise, operasyonların DTP’yi muhalif çizgisinden uzaklaştırma, törpüleme, kontrol edilebilir, uzlaşılabilir daha doğrusu iktidar anlayışına entegre olabilir hale getirme amaçlı olduğudur. Böyle düşünülmesine yol açan etkenlerin başında ise, kimi ‘yandaş’ medyanın bir süre önce yaptığı ‘Şahin-Güvercin’ tartışması geliyor.
Biliniyor, son yıllarda Kürt siyasetini bölme ve böylece kontrol etme girişimleri çokça yaşandı. İlgili iktidar odakları önce AKP’yi DTP’nin yerine ikame etmeyi düşündüler, tüm çabalarını bu yöne evirdiler, sonra AKP’nin çapının bunu kaldıramayacağı anlaşılınca kamuoyuna ‘Kürt Hamas’ı’ olarak yansıyan yapılanmaların meşru zeminleri olup olmadığını araştırdılar. DTP’ye muhalif HAKPAR, KADEP türü oluşumların önünü açmaya çalıştılar. Yani Kürtlerin siyasi iradesine ve birliğine dönük bir çeşit ‘böl-parçala-yönet’ politikasını harekete geçirdiler. Ancak son seçimlerde DTP’nin gösterdiği büyük başarı, iktidarın arayışlarının Kürt halkının çoğunluğu açısından meşru olmadığının ilanı oldu.
Bu durumda son yöntem olarak DTP’nin içerisinde klikler, akımlar yaratarak uzlaşılabilir veya kontrol edilebilir kesimlerin kendilerine göre elini güçlendirecek zeminler yaratmaya yöneldiler. Bu tür ‘böl-parçala-yönet’ politikalarından kolayca vazgeçmeyeceklerini gösterdiler. Seçimlerden 3-4 ay önce DTP’de kendini ağırlığıyla hissettiren ortak dil, açık söylem ve talepkar duruş bu beklentilerini de tehlikeye soktu. Bu operasyonların hemen seçim sonrasına denk gelmesinde bu da etkin olabilir.
Ama her ne nedenle olursa olsun, bu gözaltı operasyonları Kürt siyasi iradesinin seçimlerle açığa çıkan gücünden duyulan korkunun bir yansımasıdır. Bu gücün uluslararası platformlarda, Kürt Konferansı gibi iç oluşumların da elinin güçlenmesine, Kürt sorununun bütünüyle yasal siyasal hayatın içerisine taşırılmasına karşı duyulan derin korkunun yansımasıdır. Türkiye bu korkudan bir an önce dönme cesareti göstermelidir.