“Herkes birisinin Yahudisi. Ve bugün, Filistinliler İsraillilerin Yahudileri.” Bunlar, Auschwitz’den hayatta kalarak çıkabilmiş olan ve Begin-Sharon ikilisinin 1982’de Sabra ve Şatilla’da Filistinlileri katletmelerinden sonra, Siyonizm ile bağlarını koparmış olan ünlü Primo Levi’nin sözleri. Levi’nin, büyük eseri If This is a Man‘de yazdığı gibi, “Auschwitz’de yalnızca İnsan değil, İnsanlık Fikri de öldü.” İnsanlığın Mutlak ölümünün Levi […]
“Herkes birisinin Yahudisi. Ve bugün, Filistinliler İsraillilerin Yahudileri.” Bunlar, Auschwitz’den hayatta kalarak çıkabilmiş olan ve Begin-Sharon ikilisinin 1982’de Sabra ve Şatilla’da Filistinlileri katletmelerinden sonra, Siyonizm ile bağlarını koparmış olan ünlü Primo Levi’nin sözleri. Levi’nin, büyük eseri If This is a Man‘de yazdığı gibi, “Auschwitz’de yalnızca İnsan değil, İnsanlık Fikri de öldü.”
İnsanlığın Mutlak ölümünün Levi tarafında beyanı, felsefî ifadesini, Theodor Adorno’nun Negative Dialectics adlı eserinde bulur. Burada Adorno, “Yeni bir Kategorik Zorunluluk” belirtir: “Bir Daha Asla.” Adorno’nun krematoryumda insan etinin yakılmasından başka bir şey olarak addetmediği Mutlak, onunla yıkılarak parçalanır. Ona göre, bu yanan Cehennem nasıl olur da diyalektik akımda bir olumluluğa işaret edebilir?
Böylece, Ölüm Kamplarında olduğu kadar Ortaçağ Avrupası’nda Musevî mahallelerindeki ayaklanmalarda yaşanan direnişlerden de çıkarılması gereken sonuç “Zorunluluk“la uyumlandırılır. The Religious Dimension in Hegel’s Thought (Hegel Düşüncesinde Dini Boyut) adlı kitabın yazarı Emil Fackenheim dahil herkes, “Mutlak’a akıl sır erdirilemeyeceği” konusunda ikna olmuştu. Fackenheim, “Auschwitz Krallığı bu dünyaya ait değil” diye yazıyordu. O zaman geriye yapacak tek şey kalıyordu: “Mutlak”a sürekli olarak direnmek. Fackenheim, Nazilerin yaptıkları Musevi katliamının bütünlük kavramından doğduğunu ileri sürmektedir. Ama, Bosna sokaklarında insanların sarı pazubentlerle yürütülmesi, “Bir Daha Asla”nın, hapisle özgürlük arasındaki geçici bir konuma boş bir çağrı olduğunu şiddetle hatırlatmalıdır.
İsrail’in trajedisi, tarihini bir özgürlük mücadelesi olarak göstererek feragat etmesi olarak özetlenebilir.
Entelektüel olarak korunan, sürekli olarak anımsanan ve örgütlü yaşamına nüfuz eden, uzun bir esaret gecesi ve “anlamsız bir ölüm” deneyimidir. Nazilerin yaptığı Musevî Katliamının izlerinin, tümden yok edilmenin eşiğine gelmiş bir halkın aklında kalan uzun varlığını hiçkimse asla küçümsememelidir. Ancak bundan dolayı, kimse, bunun tam zıddı olan ve ölüm kamplarından yükselen tamamen yeni özgürlük bilincinin doğuşunu da unutmamalıdır.
Anımsanması gereken işte bu özgürlük fikridir. Aksi takdirde her yeni nesil, daha önce yaşananlar tamamen yok olmuş gibi yeniden başlamaya mahkûmdur. İsrail’in, özgürlük fikrini “yeniden canlandırması” için, kendi kendini-belirlemede edindiği şekil verici deneyimleri sürecinde tam karşıtına dönüştüğünün -baskı gören halden baskı yapana dönüştüğünün- farkına varması gerekir. İsrail’i kendi kendisinden korumak ve Filistinlilerle ve onların kendi kaderlerini kendileri belirleme isteklerinyle olan ilişkilerinde yol gösterici yeni bir dönemi başlatmak için, İsrail’in, yeni, toplumsal bir devrim deneyimine gereksinimi var.
NEWS & LETTERS, Şubat – Mart 2009
[İngilizce orijinalinden Hatice Aksoy tarafından 5deniz.net (Sendika.org) için çevrilmiştir.]