Bu satırları, “İğde ağaçlarını savunmak” başlıklı yazının devamı saymalı. Çünkü yerel seçim ve solun hali pür meali üzerine bir tek yazıyla yetinmek mümkün değil. Çünkü memleketin tamamına yakınının sağın farklı renklerinin hâkimiyeti altında olduğunu tescil eden seçim sonuçlarının yol açtığı panik havasına karşı iki çift laf söylemek gerekiyor. İlk laf, orta yerde paniğe girecek kadar […]
Bu satırları, “İğde ağaçlarını savunmak” başlıklı yazının devamı saymalı. Çünkü yerel seçim ve solun hali pür meali üzerine bir tek yazıyla yetinmek mümkün değil. Çünkü memleketin tamamına yakınının sağın farklı renklerinin hâkimiyeti altında olduğunu tescil eden seçim sonuçlarının yol açtığı panik havasına karşı iki çift laf söylemek gerekiyor.
İlk laf, orta yerde paniğe girecek kadar büyük bir kötülüğün olmadığıyla ilgili. Son yerel seçimde ağırlıkla MHP’ye, SP’ye giden oylarla AKP’nin gerilemesi, sağın alternatifinin yine sağ olacağını belli etmiş, solun bir bütün olarak toplumsal desteğini kaybettiği, CHP’nin yüzde 23 düzeyindeki oy oranının ise iç rahatlatıcı olmaktan epey uzak olduğu dile getirilmiştir.
İkincisi ise paniğe kapılanlara yanlış nedenle bu duyguyu yaşadıklarını hatırlatmaktır. Eğer sandık sonuçlarını baz alırsanız, eğer 4-5 senede bir yapılan seçimlerin solun “boy ölçüsünü” ortaya çıkardığını düşünüyorsanız; kendi boyunuzu sandıktan çıkan oylarla ölçüyorsanız; boy ölçmek için bir başka kriteriniz yoksa; sakıncası da yok paniğe kapılabilir, “bu memleketten, bu halktan bir şey olmaz” diyebilirsiniz.
Dolayısıyla bu yazıya iki ara başlık gerekiyor.
İyimser olmak için bir neden
Her şeyden önce bu satırların yazarı iyimserdir; şahsi memnuniyeti için şimdiye kadar yapılan seçimlerde solun ulaştığı oranları kâfi görmektedir. Sabra sığınarak bunları paylaşmak, hafıza tazelemek istemektedir. Hem de bu hafıza tazelemesini, devrimci hareketin yaygın kitlesel bir güce ulaştığı 1970’lere kadar götürerek yapacaktır ki, “ne muhteşem çocuklardık” o yıllarda, şimdi bittik, dibe vurduk yanılgısı az biraz olsa da hafiflesin. Bu ara başlıkta, 12 Mart 1971 askeri darbesinden hemen sonra 1973’te yapılan genel seçimlerden bu yana solun aldığı oylar ve oy oranları ele alınmış; sol saflara; sosyal demokratlar/Kürt hareketi/sosyalist sol, yani kendisini solda gören, kamuoyu tarafından sol olarak bilinen tüm partiler dâhil edilmiştir.
Şimdi seçimlere ve seçimlerde solun aldığı oylara bakalım: Yıl 1973’tür. Ülke 12 Mart askeri döneminden çıkmıştır ama faşist, baskıcı dönem bütün ağırlığı ile varlığını sürdürmektedir. Seçimlerde CHP yüzde 34,45 oranında oy almıştır. CHP Genel Başkanı Ecevit’in “Karaoğlan” olarak nam salmaya başlaması ve CHP’nin 12 Mart döneminden hesap soracağına dair yaptığı vurgu onu birinci parti yapmış ancak tek başına iktidar olanağı sağlamamıştır. Bu yüzde 34,45’lik oyun içinde Kürt hareketinin olduğu, Güneydoğu oylarının ağırlıkla CHP’de biriktiği, devrimcilerin ise hala cezaevlerinde tutulduğu unutulmamalıdır.
“Kıbrıs Barış Harekatı”ndan sonra yapılan 1977 seçimlerinde ise, açık ki Kıbrıs konusunda hassasiyet taşıyan kesimler CHP’ye yönelmiş, “Kıbrıs Fatihi Ecevit”in partisi CHP oylarını yüzde 41,92’ye çıkartmış, o tarihten bu yana sol bir daha 40’lı oranları görememiştir. Yine bu dönemde Kürtler ağırlıkla CHP içindedir ve seçimler sosyalist solun, devrimci hareketlerin ilgi alanının dışındadır.
12 Eylül kapıya dayanmıştır artık. 12 Eylül’ün ne menem bir şey olduğu konu dışıdır. Bu nedenle 12 Eylül’ün nasıl bir Türkiye yaratmayı hedeflediği ve hangi oranda başarılı olduğuna dair değerlendirme yapılmayacaktır. Dolayısıyla biz dikkatimizi 12 Eylül sonrasında, 1983’te yapılan genel seçimlere çevirelim: 1983 seçimlerinde solun tek alternatifi olan Halkçı Parti’nin oy oranı yüzde 30,36’dır. Yani tersten söylersek, memleketin yüzde 69,64’ü sağ partilere meyletmiştir. Solda mühür basılacak tek yuvarlağın olduğu bir sonraki seçimde ise solun oyu yüzde 33,27’dir ve bu oranın içinde solun tüm renkleri ve Kürt muhalefeti bulunmaktadır.
1990 ile birlikte sol içinde başka arayışlar başlamış, sosyalist sol ve Kürt muhalefeti kendi çatısını oluşturmuş, yeni sol/ sosyal demokrat partiler kurulmuş, sol artık deyim yerindeyse, çok partili döneme geçmiştir. 1991 seçimlerinde solun toplam oyu yüzde 31,90’da kalmış, 1995 seçimlerine ise sol yine parçalı girmiş ve yüzde 30,22’lik bir oranı ancak yakalamıştır.
Solun ve sosyal demokrat partilerin 12 Eylül sonrasında zirve yaptığı seçim ise 1999 yılında yapılan olmuştur. 1999 seçimlerinde alınan yüzde 36,92’lik payda, Abdullah Öcalan’ın yakalanmasının DSP’ye kazandırdığı oyların etkisini reddetmek mümkün değildir. Sonrasında DSP’nin neredeyse yüzde 1’lere kadar gerilemesi, o günkü oyların büyük kısmının emanet olduğunu göstermektedir. Solun oyları 2002’de yüzde 29,02, 2007’de de yüzde 26,16 olmuştur. 2009 yerel seçimlerinde ise sol/ sosyal demokrat/DTP oylarının toplamı yüzde 32,37’dir.
Bütün bu oranların izahı şudur: Öcalan’ın yakalanmasının oy getirdiği seçim dikkate alınmazsa, ki almamak lazım, 12 Eylül’den bugüne kadar yapılan seçimlerdeki en yüksek oy oranı 32.27’dir. Bu oran 2009 seçimleriyle (32,37) hemen hemen aynıdır. Yani sol 12 Eylül’den çıkışta sandıkta hangi oranda yaygınsa bugün de aynı yaygınlığa sahiptir.
İzaha devam ediyorum: Memleketin genel hali 1973’ten bu yana değişmemiştir. Türkiye, sağ oyların yüzde 70’lerde, sol oyların ise yüzde 30’larda seyrettiği bir ülkedir. Dikkat çekilmesi gereken nokta, devrimci hareketin düzene alternatif haline geldiği 1970’lerin ikinci yarısında bile bu oranların aşağı yukarı aynı olduğudur.
O halde gözümüzü sandıktan çıkan oylara, memleketin ne kadar AKP’li olup olmadığına, AKP’den kaçan oyların başka gerici-faşist-Amerikancı partilere gidip gitmediğine, bir sağ partinin, diğer sağ partilerin oylarını erittiğinde yüzde 50’lere dayanmasının büyük bir sürpriz sayılıp sayılmayacağına dair tartışmalara değil, kendimize; sola, devrimcilere çevirmek durumundayız.
Ya iğde ağacı dikeceğiz ya da iğde ağacına ‘gölge etme’ diyeceğiz
Ara başlıktaki karar bir tercih nedenidir. Kimseyi tercihi için sorgulamak haddimiz değildir. Ancak şu çağrıyı yapmak hakkımızdır: Gelin iğde ağacı dikmekle simgeleşen devrimci siyasetin neferi olun. Gelin devrimin neferi olun. Gelin zaman kaybetmeden iğde ağacından yayılan devrimin kokusunu ciğerlerinize çekin.
Ya iğde ağacının farkına varacağız ve ona sığınacağız ya da iğde ağacına gölge etme diyeceğiz. Karar bizimdir.
Memleketin her zamanki oranlarda sağ ve sol olarak ayrıldığı bir dönemde hüküm süren devrimci hareket iğde ağacı yarattığı için iz bırakmıştı.
Devrimci Yol iğde ağaçlarından oluşan bir adaydı; Fatsa bir iğde ağacıydı, Tuzluçayır da öyle. ÖTK bir iğde ağacıydı, Yeraltı Maden İş de öyle.
Tartışmayı, kimin ne kadar oy aldığından, kimin gerileyip, geliştiğinden çıkarıp, solun iğde ağaçlarından bir ada yaratmak niyeti taşıyıp taşımadığını noktasına çekmek gerekiyor.
Bu çağrıyı yapmak hakkımızdır: Eğer iz bırakılmak isteniyorsa unutulmamalı ki, sandıktan çıkan sonuçlarla başlayıp biten bir hayata mahkûm etmemeli insan kendini; daha ne duruluyor, iğde ağacı dikecek memleket toprağı bulmak için.
Geçen yazıda iğde ağacı imgesinin öyküsünü aktarmıştım. Dikmen Vadisi bir iğde ağacıdır. Biliyorum, iğde ağacı fidelerinin dikildiği başka örnekler de vardır. Toplam sol oyların yüzde 32,37 olduğu bir zaman diliminde de yapılabilir bu. Türkiye topraklarında ekilen iğde fidelerini sulayacak devrimci bir damar bulunmaktadır. Yeter ki tercihimizi, iğde ağacından yana kullanalım.