1981 yada ’82 yıllarıydı sanırım. Orta yaşlıca bir adam “sizin amacınız ne?” diye sorunca benden önce yanımdaki bir başkası biraz da (biliyorum) havalarında, “Abi şimdi bunların amacı kominizm. Kominizm nereden geliyor? Komiden geliyor. Komi ne? Garson. Yani bunlar iktidara gelince memleketi komiler yönetecek.” Soruyu soran “Get lan öyle şey mi olurmuş” deyince bizimki lafı hemen […]
1981 yada ’82 yıllarıydı sanırım. Orta yaşlıca bir adam “sizin amacınız ne?” diye sorunca benden önce yanımdaki bir başkası biraz da (biliyorum) havalarında, “Abi şimdi bunların amacı kominizm. Kominizm nereden geliyor? Komiden geliyor. Komi ne? Garson. Yani bunlar iktidara gelince memleketi komiler yönetecek.” Soruyu soran “Get lan öyle şey mi olurmuş” deyince bizimki lafı hemen yapıştırmıştı. “Neye olmasın abi, Demireller, Ecevitler yönetti de sanki bir b.. mu oldu, belki komiler daha iyi yönetir, biraz da bizim gibi garibanlar yönetsin.”
Ben konuşmanın ilk bölümünü şaşkınlıkla dinlerken ikinci bölümünde vatandaşın meseleyi nasıl kavradığını anlamanın hayreti içindeydim. Aslında son derece isabetli bir kavrayıştı. Komünizm garibanların yönettiği bir toplumdu.
Bugün emek hareketinin doldurması gereken en önemli boşluklardan birisi bu olsa gerek. Yani “bunların amacı ne?” sorusunun olabildiğince net bir cevabının popüler olarak bilinmesi gerekiyor. 1980 öncesi sıradan bir durum karşısında “haksızlık bu kardeşim” diyene hemen “komünist misin lan sen” diye takılırdı etraftakiler.
Sosyalizm maddi hayatın eşitlikçi çözümlerinin yanı sıra aynı zamanda bir değerler sistemini de insan-toplum hayatına kazandırmayı amaçladı. Bunu kısmen başardı kısmen başaramadı. Ama onsuz bir sosyalizm hareketi hiç olmadı. Yeni çeltek madenlerinde direnişe geçen madenci köylüler “işlerine sahip çıkmaktan çok daha büyük bir işin peşine düşmüşlerdi.
Bunları niye yazıyorum. Neo liberalizmin hayal kırıklığına uğrattığı geniş emekçi kitlelerin bu politikaların sonuçlarına karşı bir toplumsal tepki göstereceği beklentisi hayli güçlü. O kadarki seçim konuşması yapan Saadet Partisi İstanbul Adayı Bekaroğlu bile kendisine yöneltilen “Bu kadar yoksulluk ve işsizlik karşısında insanlar neden AKP’ye oy vermeye devam ediyor” sorusuna büyük bir inançla karşılık veriyor: “Olacak, olacak bugün değilse yarın mutlaka kitleler buna tepki duyacak, çok fazla sürmez şehir merkezlerindeki büyük marketlerin yağmalandığını göreceğiz…”
Bu tür hareketler olabilir de olmayabilir de kuşkusuz… Asıl olan yoksul emekçi halk kitlelerinin hareketlerinin hangi söylemle hareketleneceğidir. Söylem ideolojinin dışa vurumudur. İdeoloji ise sadece söylemle değil pratikle de kendini dışa vurur. Türbanın bu kadar popülerleşmesi çeşitli biçimlerde yorumlanabilir. Ama hiç şüphe yok ki bir sebebi de kendisini “boşlukta” gören yoksul kitlelerin “kendi içlerini doldurma” istekleridir. Emek hareketinin temsilcileri doğalgaz zamlarına karşı çıkarak halkın evlerini ısıtma sorununa sahip çıkarken diğer taraftan insanların kalben ısınmasını ihmal etmemelidir.
Kuşkusuz buradaki en önemli unsur pratiktir, zira ancak pratik/mücadele yeni bir hayatı inşa edebilir ve yeni bir hayat ancak bir mücadele içerisinde kendisini oluşturabilir. Bugün en çok ihtiyacı duyulan pratik ise tek tek herkesin kendi evinin önünü süpürmesi veya daha yaygın deyimle kendi dükkanını kurtarması değil fakat daha çok herkesi büyütecek yeni mücadele zeminlerinin yaratılabileceği ortak enerji alanlarının oluşturulabilmesidir. Son yıllarda emek hareketinin bu nitelikteki tek isabetli yönelimi sağlık ve sosyal güvenliğin ticarileşmesine karşı gösterdiği tepkidir.
Yerel seçim sonrası toplumsal muhalefet hareketini bekleyen en önemli sorun bu olsa gerek. Mutlaka kapsamlı ve kapsayıcı bir mücadele alanının açılması şart. Yoksa herkesin yaptığı küçük küçük işler bir araya gelerek büyük bir iş haline dönüşmüyor. Toplumsal mücadele ancak başka bir hayatın ipuçlarıyla büyüyüp kalıcılaşabiliyor, yeni bir hayatı kurmak ise ancak ve ancak zorlu bir mücadele pratiğiyle…