Her yazdığımız, önceden uyardığımız, eleştirdiğimiz mevzu; üstelik daha da beteriyle, mutlaka yaşanmak mı zorunda? Hani bir kere olsun yanılsak? “Haksızlık etmişsiz, peşinen ağır söz söylemişiz” diye utansak, mahcup olsak? Geçen yazımızda, AKP iktidarının ve kadrolarının bir saltanatlık kurduğundan, hatta bizzat Recep Tayyip Erdoğan’ın “son Osmanlı padişahı” mertebesine layık görüldüğünden dem vurmuştuk. Demiştik ki, polis-asker de […]
Her yazdığımız, önceden uyardığımız, eleştirdiğimiz mevzu; üstelik daha da beteriyle, mutlaka yaşanmak mı zorunda?
Hani bir kere olsun yanılsak? “Haksızlık etmişsiz, peşinen ağır söz söylemişiz” diye utansak, mahcup olsak?
Geçen yazımızda, AKP iktidarının ve kadrolarının bir saltanatlık kurduğundan, hatta bizzat Recep Tayyip Erdoğan’ın “son Osmanlı padişahı” mertebesine layık görüldüğünden dem vurmuştuk.
Demiştik ki, polis-asker de “yeniçeri” oldu olacak.
Çünkü, başbakan ve sair AKP ileri gelenleri memleketin hangi köşesine ayak bassa; o vakit keyfi gözaltılar, alıkoymalar, baskı ve yasaklar yaşanmakta.
Hani derler ya, daha yazımızın mürekkebi kurumadan, Eskişehir ve Giresun’da da benzer ve hatta çok daha vahim olaylar yaşandı.
Geçtiğimiz hafta Eskişehir vilayetine sefer düzenleyen “son Osmanlı padişahı” ve “haremi”, belli ki “saltanat kayığı” olarak bellenen “yüksek hızlı tren” (o ne demekse?) ile şehre daha ayak basmadan; Halkevi şubesi polis ablukasına alınmış, çocuklar gün boyu şehirde peşlerinde 4-5 sivil polisin yakın ilgi ve takibi ile dolaşmak zorunda kalmış, en sonunda da bir genç gözaltına alınmış, onların tabiri ile “karakola çay içmeye” davet edilmiş.
Ardından, padişah hazretleri değil ama sadrazamlarından Cemil Çicek devletlümüz, Giresun vilayetine sefer eyleyince; polisimiz Giresun Halkevi’ni basıp bir yöneticiyi gözaltına almış; hatta yetmemiş, gün boyu okullardan, dolmuş duraklarından 3 kişi daha, üstelik hepsi henüz çocuk yaşta, “şüpheli” görülüp toplanmış.
Hafta sonu AKP’nin Ankara mitingi var, eşime dedim ki “topla bavulları, şehirden gidiyoruz”. Şaşkın şaşkın bakıp, “neden?” diye sordu tabi; “Padişah hazretleri gelecekmiş” dedim.
Asıl bana “peki nereye gideceğiz?” diye sorsaydı, işte o vakit ezilip kalacaktım karşısında; sahi nereye gidebilirdik ki? Osmanlı mülkünü terk edip Memlüklüler’e mi sığınacaktık? Fransa kralının topraklarına mı yuva kuracaktık?
Recep Tayyip Erdoğan’ı “son Osmanlı padişahı” ilan eden zihniyetin; memleketin valisini “sancakbeyi”, kolluk gücünü de “yeniçeri” kıvamında yapılandırması ve işlevlendirmesi şaşırtıcı olmamalı.
Hukukun, insan hak ve özgürlüklerinin, demokratik toplum gereklerinin ayaklar altına serildiği, yükselen saltanatlığın önünde paspas edildiği bu süreçte; görüldüğü üzere bir “yeniçeri zulmü”nün dört bir yanda yaşama geçirilmesi; gençlerin ve çocukların, sırf saltanat mensupları gibi düşünmüyorlar diye derneklerden, okullardan, yollardan toplanması; öyle hayretle karşılanıp, sakın ola ki “münferit hadiseler” sayılmamalı.
Bir hukukçu olarak biricik ricam, lütfen bütün bu olaylarda mağdur olan kardeşlerimiz, onların anneleri babaları, vakit yitirmeksizin yargıya başvurarak, mutlaka haklarını arasınlar.
En azından memlekette “yargıç” mı var, yoksa “kadı” mı, yani işin hangi noktalara vardığını anlamış oluruz hep birlikte.
Öyle ya, yerimizde oturup da, bir “vaka-i hayriye” mi bekleyeceğiz?
Dipnot-1: Bilmeyenler için “vaka-i hayriye”; 1826 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nda Yeniçeri ocaklarının kaldırılması ile sonuçlanan olaylar zincirine tarihte verilmiş isimdir. Giderek bozulmuş ve neredeyse bir suç örgütü haline gelmiş olan Yeniçeri birlikleri, 14 Haziran 1826 tarihinde yine İstanbul’da bir isyana başlar. Ancak bu sefer halkın da destek verdiği karşı güçler tarafından kanlı çarpışmalar sonrası yenilerek, nihai olarak kaldırılırlar. Olaylarda 6000’den fazla yeniçeri öldürülür. Yazıda “vaka-ı hayriye” adını, siyasi ve sosyal içeriğinden bağımsız, yalnızca tarihsel benzerlik kapsamında kullandık. Hiç bir kötü niyet taşımadık, siyasi niyet zaten bizden uzak olsun, aklımıza bile getirmedik. Ergenekon falan değiliz yani. Kendi halimizde okuruz yazarız, ekmek parası derdindeyiz, gerçi gazete hiç ödeme yapmadı ama neyse. Padişahımızın sağlığına hep duacıyız, eteklerinden öperiz. Yalnız “etek” derken, son padişah efendimize şey demek de istemedik, bakın bu da yanlış anlaşılmasın. Pantolon paçasından öperiz diyelim arzu ederseniz. Telefonları dinliyorsunuz zaten, var mı bir kusurumuz? Allah aşkına, eğer varsa, Sulukule zindanlarında son bulsun ömrümüz. Sayın büyüklerimize, savcılarımıza hürmetle bildiririz. Saygılar…
Dipnot-2: Tam da yazıyı e-posta edecek iken kapı çaldı. Gecenin bu vakti gelen kim ola ki? Sütçü müdür?
Dipnot-3: Geçen yazıda siz okurlara “bir el atın” demiş, ama aynı zamanda “one minute” de diyerek biraz sabretmenizi rica etmiştik. Önümüzdeki yazı derdimizi ve sizlerden ricamızı kesin olarak açıklıyoruz, bekleyiniz. Tabii gelen gerçekten sütçü ise! Şimdilik lütfen şu e-posta adresini bir yere not ediveriniz; “bizyazalimdedik@hotmail.com”.