Bu pazar yapılacak olan belediye seçimleri, daha önceki yerel seçimlere nazaran daha büyük bir önem kazandı. Tarihin hiç bir döneminde, en azından tanık olabildiklerim arasında, yerel seçimlerin bu kadar önem kazandığını hatırlamıyorum. Belediyelerin önemi artarken, merkez partiler için hem oy potansiyeli hem de kazanç kaynağı olarak yerel yönetimler değer kazandı. Merkez partileri, oy potansiyeli olarak […]
Bu pazar yapılacak olan belediye seçimleri, daha önceki yerel seçimlere nazaran daha büyük bir önem kazandı. Tarihin hiç bir döneminde, en azından tanık olabildiklerim arasında, yerel seçimlerin bu kadar önem kazandığını hatırlamıyorum. Belediyelerin önemi artarken, merkez partiler için hem oy potansiyeli hem de kazanç kaynağı olarak yerel yönetimler değer kazandı. Merkez partileri, oy potansiyeli olarak gördükleri yerel alandaki makyajlamaların, genel seçimlere taşınacağını çok iyi bilmekte. Bu açıdan bakınca İstanbul, Ankara ve İzmir gibi şehirler büyük kapışma alanı oldu. Bu üç şehirde belediyenin kapısını aralayacak partinin ilerde gerçekleşecek genel seçimlere bu belediyeler üzerinden hazırlanması, hizmet götürmesi aciliyet kazandı. Bu aynı zamanda büyük rant kapısının da açılması anlamına geliyor. Kentli nüfusun ve sanayicinin kentin geliştirilmesi yolunda talepleri arttı. Bunlar gerçekleşmeyince yerelde huzursuzluğun artması olası. Burada, belediyeler ve onların hizmetinde ayrı bir hizmet sanayi kolu oluşmakta. İhalelerin kime verileceği, para kaynaklarının nereye akacağı çok iyi hesaplanmakta. Bu hesaplar içinde merkez partilerin yaptığı en ideal şey topluma siyasal beklentiler içinde vaatlerde bulunmak. Örneğin Özgür Radyo’nun seçimlere ilişkin yaptığı bir sokak röportajında, oyunu CHP’ye vereceğini söyleyen bir kadına, bunun nedeni sorulduğunda, “çünkü iki bin yıl geriye gitmek istemiyorum” diye cevaplandırdı. Buradaki siyasi beklenti, “aydınlanmacı”dır. Yaratılan karanlık korkusu, oyun farklı bir rant kapısına gitmesine yol açmakta ve seçmek zorunda bırakılmaktadır. Yaratılan korku siyasetinin içine büyük vaatler de eklenince bireye adeta “seçmek zorundasın” denilmektedir. Karanlığa gitmek istemeyen birey, kendi alternatif örgütlenmesini düşünmemektedir. Adeta Amerikan toplumu gibi kendini iki partinin arasına gönüllü olarak sıkıştırmaktadır.
Ancak bunlardan ziyade, sol bu yerel seçimlerde kendi adına birlik çabaları içinde bir çıkış yapmaya çalıştı. Yine ilk defa sol açışından yerel seçimler bu kadar önem kazandı. Görünen o ki henüz istenilen birlikler ve çalışmalar gerçekleştirilememektedir. En azından birlikte hareket etme noktasında, sol yapılar hem kendine hem karşı tarafa güvenmemektedir. Şehir belediyesi seçimlerinde sol, daha ziyade DTP’yi destekler tarzda hareket etmektedir. Küçük çapta ilçe ve belde seçimlerinde sol, birlik için yoğun caba harcasa da, sanırım istenilen elde edilemedi. Sosyalist ve doğrudan halkın dahil olabildiği çalışmalara baktığımızda, iki önemli örnek ön plan çıkıyor. Hatay Dursunlu beldesi belediye seçimlerine hazırlanan sol kesimin, halk meclisi oluşturarak adayını belirlemesi ve çalışmalarını yürütmesi olumlu bir adım. Bir diğer olumlu adım ise Dersim’de. Dersim Demokratik Halk Dayanışması (DDHD) ve Demokratik Haklar Federasyonu’nun (DHF) aday belirleme, seçim süreci ve sonrası için hazırladığı program, yerel yönetimlerde sosyalist tarzın kendisini bulmasıdır diyebiliriz. Özellikle Dersim seçimleri, şehir belediyeciliği açışından önem kazandı. Hem DTP’nin yaklaşımı, bu yaklaşım karşısında ne yapacağını bilmeyen sol yapılar ve devletin AKP faktörünü ön plana çıkarması ve hem de DHF’nin aday belirlemede yerele başvurulmasındaki ısrarı farklı bir yelpaze oluşturdu. Dersim’de solun, yerel yönetimlerde aşağıdan gelmesi -ki aynı yöntem Hatay Dursunlu’da da var- önümüzdeki günlerde solun kendi politikaları ve sosyalist-demokratik doğrudan dahil olunan çalışma ve yönetim tarzında ısrar etmesi de umut verici.
Sendika.Org sitesinde Mustafa Peköz, Dersim’deki durumu değerlendirerek, çağrı niteliğinde Murat Kur’un Dersim’de DTP lehine seçimlerden çekilmesini önermekte ve tarihi bir çıkış beklemektedir. Dersim’de devletin kendi örgütlenmelerini derinleştirdiği bir gerçek. Mustafa Peköz bunun altını ısrarla çiziyor. Burada Mustafa Peköz’e katılmamak elde değil. Ancak Mustafa Peköz, geçmiş belediyecilik döneminde devletin bu yönelimine karşı Dersim’de yerelde hangi karşı politikanın pratiğe geçirildiğini söylememektedir. Geçmiş dönemde belediyecilik nezdinde neo-liberal politik saldırılara karşı, devletin partileri değil de “seçimi ben kazanayım”dan başka bir yaklaşım olmadı. Devletin bu politikaları bu seçimlerle başlamadı, bu seçimlerle bitmeyecek. Anti-demokratik ve merkez partilerine benzer tarzda hareket etme sığlığını eleştirmek yerine iyi niyetli yapılmış “geri çekil” çağrıları solun çıkış çabalarına karşı kötü bir yaklaşımdır. Bu aynı zamanda batıda yaratılan korku siyaseti nezdinde oluşan AKP-CHP ikilemine yönelen halkı, Dersim’de farklı bir ikileme itmenin adı değil midir? Aynı korku siyaseti ile anti-demokratik yönteme göz yummak değil midir? “Aman AKP kazanmasın” bu devletin kazanması anlamına gelir, “ne olursa olsun birlik” demek hangi sosyalist kültürün ürünüdür? Bir yerde halk, yerel yönetime dahil olma, doğrudan kendisinin kararlarda söz sahibi olma, hatta belediyeyi kendi çalışmalarını organize etme aracı olarak görerek dahil olma talebini, “savaş ve barış” siyaseti eksenine boğma hakkımız var mı? Bunu, devrim yapmak isteyen ülkelere Komintern’in “aman Sovyetler zarar görür” yaklaşımına benzetsem, sanırım çok da abes olmaz. Ayrıca EMEP’in tavrını, Mustafa Peköz olumlu yönde onaylamaktadır. Oysa onaylanan, merkezden, onun dışında belirlenmiş politikalara uyulmasıdır. Bu, “AKP kazanmasın” adına yapılmaktadır. Geçmiş yüzyıllık tarih ve sosyalist yönetimlerin olumsuzluğundan çıkardığımız sonuç sanırım bu. EMEP tavrı tam da solun iradesizliğini, halka ve kendine güvenmemesi, sosyalist politika yürütme tarzını seçimleri kazanıp kazanmamaya bağlamasıdır. DDHD ve DHF adayı belki seçimleri kazanamayacaktır, ancak yapılan çalışmalar önden oluşturulan program nezdinde anti-demokratik bir yaklaşıma eleştiri içermektedir. Mustafa Peköz’ün “Dersimde birleştiren yada bölen olmak” adlı başlığı haksızca iyi niyetli bir başlıktır. Mustafa Peköz adeta ne olursa olsun tarzında bir birliğe çağırıyor. Sanırım çok iddialı olmadan başlığı söyle değiştirebiliriz: “Dersimde sosyalist olmak yada ben merkezci olmak”. Belediye seçimlerini kaybedebilirsiniz, ama yine de kendi alternatif demokratik yerel yönetimlerini oluşturmak sosyalist yaklaşımın ruhunda saklı.