“Savaş suçunun itirafı ve intihar” başlıklı son yazıda Cezayir Kurtuluş Savaşı sırasında Fransız ordusunu yöneten Legion d’Honneur madalyalı generallerin yaşlılıklarında yaptıkları itiraflardan, sinemacı Costa Gavras’ın “Kayıp” ve “Ölümsüz” filmlerinden söz etmiş, Türkiye’de böyle olayların yaşanıp yaşanmadığını sormuştuk. Kaldığımız yerden devam edip soralım. Örneğin şöyle olaylar yaşanmış olabilir mi? Adları Necati Aydın, Mehmet Ay, Ramazan Keskin. […]
“Savaş suçunun itirafı ve intihar” başlıklı son yazıda Cezayir Kurtuluş Savaşı sırasında Fransız ordusunu yöneten Legion d’Honneur madalyalı generallerin yaşlılıklarında yaptıkları itiraflardan, sinemacı Costa Gavras’ın “Kayıp” ve “Ölümsüz” filmlerinden söz etmiş, Türkiye’de böyle olayların yaşanıp yaşanmadığını sormuştuk.
Kaldığımız yerden devam edip soralım.
Örneğin şöyle olaylar yaşanmış olabilir mi?
Adları Necati Aydın, Mehmet Ay, Ramazan Keskin. Sağlık-Sen Diyarbakır Şubesi üyeleri. Birileri PKK’ya yardım ve yataklık ettiklerini söylüyor. Sorgu sualin ardından mahkeme serbest bırakıyor. Mahkeme çıkışında birileri Toros marka bir otomobile bindiriyorlar, sonra da Silvan yolunda tarlaya götürüp diz çöktürüyorlar. Enselerine kurşun sıkıp orada gömüyorlar.
Ya da adı Murat Aslan. Diyarbakır Belediyesi civarında zorla Toros arabaya bindiriliyor ve JİTEM diye bilinen sorgu merkezine götürülüyor. İşkencenin ardından Dicle Nehri’nin kenarında, Körtük Köyü’nün karşısına düşen derede kurşunlanıyor, benzin dökülerek yakılıyor ve gömülüyor.
Ya da adı Musa Anter. Tanınmış bir şair ve yazar. Bir akşam Diyarbakır’da kaldığı otelden alınıyor ve kentin dışına çıkarılıp öldürülüyor.
Ya da adı Ahmet Cem Ersever. Kara Harp Okulu mezunu. “Kısaca JİTEM olarak anılan Jandarma Genel Komutanlığı’nın Güneydoğu Anadolu’daki İstihbarat biriminin kurucusu ve uzun süre yöneticisi olan bir Jandarma subayı. Güneydoğu Anadolu’da uzun süren görevi esnasında PKK ile yapılan gerilla ve istihbarat çalışmalarının tümünde yer almıştır. Mart 1993’te istifa etmiştir.” (Susurluk Raporu). Emekli olduktan sonra kitaplar yazarak, gazete ve dergilere açıklamalar yaparak eleştirilerde bulundu ve aynı yılın Kasım ayında Ankara Elmadağ’da bir tarlada ensesinden vurulmuş olarak cesedi bulundu.
Bunlara benzer üç değil, beş değil, binlerce öykü anlatılabilir.
Bu öyküler gerçekten yaşanmış olabilir mi?
* * *
Yaşayan ve yapan bilir
Bu öykülerin gerçekten yaşanmış olup olamayacağını, 12 Eylül darbesi döneminde yolu nezarethaneye düşenler, “intihar etti” (ya da “kaçarken vuruldu”) senaryolarına tanıklık edenler, emniyetten sağ çıkıp hapishanelerde yatanlar çok iyi bilirler.
Bu öykülerin gerçekten yaşanıp yaşanmadığını PKK ile savaşın resmi/gayri resmi görevlileri, gazileri, malul gazileri de çok iyi biliyorlar.
Cumhurbaşkanı, başbakan, genelkurmay başkanı, kuvvet komutanı olarak bu savaşın siyasi ve askeri liderliğini yapanlar ise çok daha fazlasını biliyorlar. Biliyorlar ki, PKK ile savaşta hukuk dışı yollara da sapıldı. Hukuk dışılık, yargısız infazlar, keyfi adam öldürmeler, kendilerine sunulan raporlarda itiraf da edildi. Örneğin, Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’ın hazırladığı rapordaki ifadesiyle, “İnfaz grubuna kim emir verebilir? Böyle bir grubu kimler kurabilir? Devlette bu yetki olacaksa sistem nasıl işleyecektir? Ve hangi amaçla bu sistem çalıştırılacaktır? Şu husus bilinmektedir. OHAL bölgesinde bu karar mercii başçavuşlara, komiser yardımcılarına, çok daha önemlisi, bu yetki dünkü terörist, yarınki potansiyel suçlu itirafçılara kadar inmiştir. 1996 yılında Kolordu Komutanı’nın her türlü düzensizliğe son vermek için harekete geçmesi, bu adam öldürmedeki keyfiliği de bir noktaya kadar önlemiştir.”
Bilen ve bildiren fazlasıyla var da, asıl sorun, devletin ve toplumun aynaya bakacak, kendi kendisiyle yüzleşecek akıl ve vicdana sahip olup olmadığı. Böyle bir devlet aklı ve vicdanı olmadığından bu tür öykülerin sonu gelmiyor; bir tanesi bile vicdanı kanatmaya, dedikodusu bile insanın kanını dondurmaya yeterli bunca öykü varken, devlet ve toplum hiçbir şey olmamış gibi kulağının üzerine yatabiliyor. Dahası, PKK ile savaş bu öykülerin hafifletici, meşrulaştırıcı arka planı sayılıyor. Öyle sayıldığı için de hukuk dışılığın üzerine şehitlik, kahramanlık örtüsü serilebiliyor.
* * *
Raporlara da yansıdığı üzere bu öyküler yaşandı.
Peki, kimler bunca öykünün yazarları, aktörleri, figüranları?
Susurluk Raporu’nda, Ahmet Cem Ersever’in emekli olduktan sonraki açıklamaları nedeniyle bizzat çalışma arkadaşlarınca cezalandırıldığı anlatılıyordu. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller, cinayeti “Kendi içlerindeki bir hesaplaşma” diye açıklamıştı. (Hürriyet, 15 Kasım 1993)
Musa Anter cinayetiyle ilgili olarak raporda, “Musa Anter’in öldürülmesinden -tüm olayları tasvip edenlerin dahi- pişman olduğu tesbit edilmiştir. Musa Anter’in silahlı bir eylem içinde olmadığı, daha çok işin filozofisi ile meşgul olduğu, öldürülmesinin yarattığı etkinin, kendisinin gerçek etkisini geçtiği ve öldürülme kararının hatalı olduğu söylenmektedir.” denilmekteydi.
Ünlü raporda, geçenlerde intihar eden Albay Abdülkerim Kırca’dan da söz ediliyor, Ahmet Cem Ersever ve “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım ile birlikte bölgedeki faili meçhul cinayetleri planlayıp uyguladığı yolunda anlatımlara yer veriliyor; infaz grubu üyeleri arasında Abdülkadir Aygan’ın ismi de sayılıyordu.
* * *
İtiraf, övünç madalyası ve intihar
Albay Abdülkerim Kırca’nın intiharı, Türkiye’ye reva görülen, yaşatılan travmanın yüzlerce, binlerce fotoğrafından biri oldu. Kırca, intihar ederek silüetini fotoğraftan silmeyi tercih etti.
Tanıdığım biriydi Kerim Kırca. Kara Harp Okulu’nda dört yıl birlikte okuduk. 512 kişilik 1978 devresinin kara yağız Sivas delikanlısı, hemen önümdeki sırada otururdu.
1978 yılında ikimiz de jandarma subayı olarak mezun olduk. Piyade Okulu, Jandarma Okulu, Foça Komando Okulu derken, iki yıl daha aynı dershanede, aynı talim sahasında eğitim gördük.
Komando kursundan sonra bir daha karşılaşmadık. Pek çok devre arkadaşı gibi Rahmi Yıldırım, “yasa dışı görüşleri benimsediği” gerekçesiyle 1982 yılında re’sen emekli edilip işkenceyle sorgulandı; Metris Cezaevi’nde iki buçuk yıl tutuklu kaldı, sıkıyönetim mahkemesinde bakılan davada beraat etti.
Abdülkerim Kırca ise anlaşıldığı kadarıyla “iyi çocuklar” arasına alındı. Susurluk Raporu’nda anlatılan sürecin ardından Antalya Jandarma Komutan Yardımcısıyken girdiği çatışmada vuruldu, ömrünün kalan bölümünü tekerlekli sandalyede geçirdi.
Kırca hakkında ilk olarak 12 yıl önceki Susurluk Raporu’nda seslendirilen iddialar, PKK itirafçısı Abdülkadir Aygan’ın 2004 yılındaki JİTEM itiraflarıyla yeniden gündeme geldi.
Aygan tam da ünlü raporda tanımlanan türden bir itirafçı; 1985 yılında teslim olmuş, 1990’da tahliye edilmiş. Nüfus kütüğüne “şehit” kaydı düşülerek Aziz Turan adıyla yeni bir kimlik verilmiş, bu kimlikle 1991 yılında memur olarak maaşa bağlanmış, hatta 2001 yılında OYAK’a üye bile olmuş. O denli güvenilir ki, Iraklı Kürt liderler Barzani ve Talabani ile yapılan görüşmelerde tercüman olarak görevlendirilmiş. Gazetelerde yayımlanan bir fotoğrafta Mesut Barzani, Korgeneral Necati Özgen ve Abdülkadir Aygan yan yana görülüyorlar.
Bu denli güvenilir ve itibarlı bir itirafçıyken, yorulup tökezlediğinde başına gelecekleri bildiği için İsveç’e kaçtı. İtirafçı hayatta kalabilmek için itirafta bulunmaya mahkûmdur. 2004 yılında bu kez, JİTEM hakkında itiraflarda bulundu. Onca itiraf arasında Murat Aslan adlı kişinin 10 Mart 1994’te Kırca tarafından sorgulandıktan sonra Dicle nehrinin kenarında Körtük Köyü’nün karşısına düşen derede öld