Yerel seçimlere iki hafta kaldı. Ve bu kadar kısa süre içinde ne kadar önemli olursa olsun bütün gelişmeler ya ikinci plana düşmek ya da seçimle ilişkilenmek zorunda kalıyor. Yaşanan büyük ekonomik kriz ve Türkiye’ye biçilmeye başlanan yeni işbirlikçi rol bile seçimlerin tozu dumanı kalktıktan sonra hak ettiği önemi alacak. Bu toz duman arasında dahi krizin […]
Yerel seçimlere iki hafta kaldı. Ve bu kadar kısa süre içinde ne kadar önemli olursa olsun bütün gelişmeler ya ikinci plana düşmek ya da seçimle ilişkilenmek zorunda kalıyor. Yaşanan büyük ekonomik kriz ve Türkiye’ye biçilmeye başlanan yeni işbirlikçi rol bile seçimlerin tozu dumanı kalktıktan sonra hak ettiği önemi alacak.
Bu toz duman arasında dahi krizin yıkıcı sonuçları her geçen gün daha görünür hale geliyor. Finans şirketlerinin ya da bankaların batışına tanık olmuyoruz ancak yüz binlerce işçinin işten atılmasını yaşıyoruz. Kamusal alandaki yıkıcı neoliberal dönüşüm ve örgütsüzlük, milyonlarca insanı çaresiz bırakmış durumda. Çözümsüzlüğün sonucu intiharlar ve soygunlar artıyor. Seçim dönemi geçtikten sonra ülkenin en önemli gündemini oluşturacak olan işsizlik sorunu uzun bir döneme yayılacak mücadeleyi de belirleyecek. Bu yaz ve sonbahar çok sıcak geçecek.
AKP hükümetinin krize karşı bulduğu çözüm ise “yapısal” olmaktan çok uzak. Ülkeden çıkan paranın yerine kaynağı belli olmayan spekülatif sermayeyle, kara parayla ve seçim harcamalarıyla idare etmeye çalışan AKP, öncelikli olarak patronların ağlamalarını dindirecek ayrıcalıklar oluşturuyor. Toplumsal hoşnutsuzluğa bulduğu çözüm ise sadaka dağıtmayı yaygınlaştırmak. Böylece hem AKP’ye olan bağımlılığı arttırıyor hem de biat kültürünü geliştiriyor.
Tüm bunlar olurken ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton Türkiye’ye geldi. Clinton’un iki aylık bir strateji belirleme sürecinin ardından gerçekleşen ziyaretinde çantasında ne getirdiğini zaman gösterecek. Sadece Irak ve Afganistan konusunda kimi beklentiler olduğu açıktan ifade edildi. En önemli misyonu, ülke içindeki iktidarını uzun bir süre korumak olarak belirlemiş bir AKP, bu misyona hizmet ettiği sürece ABD’nin beklentilerini karşılamak için çabalayacaktır. Ancak AKP’nin elinin daha da zayıflaması pazarlık marjını daraltabilir: Ekonomik krizin sıkıştıracak olması, Ermeni tasarısının oylanacak olması, yeni ABD yönetiminin “insan hakları” eleştirileriyle hükümeti bir miktar sıkıştırması vs…
Yeni dönemin yeni görevlerini kusursuz olarak yerine getirebilmek için AKP’nin geçmesi gereken en önemli sınav ise kuşkusuz yerel seçimler. Olası bir kaza, örneğin AKP’ye verilen oyun %40’ın altına düşmesi bütün planları altüst edebilir.
Yerel seçimin olası sonuçlarını değerlendirmeden önce bu seçim sürecinin açığa çıkardığı önemli özellikleri belirtmekte yarar var. İlk olarak bu süreç, bir yerel seçimden çok, genel seçim havasında sürdü, sürüyor. Yani yerel tercihlerin, yerel politikaların belirleyiciliğinde değil tam tersine ülkede yaratılan siyasal kutuplaşma ekseninde sürmekte. Üstelik “Tek merkezden yönetme çağının sona erdiği, iktidarın paylaşılması ve yerelleşmesi gerektiği” söylemlerinin uçuştuğu bir dönemde. Bu durum sadece, siyasal ayrılıkların belirgin olması ile açıklanamaz. Gerçek neden; tüm siyasi partilerin yerel yönetim politikalarının birbirinin aynısı olduğudur. AKP’nin, CHP’nin, MHP’nin hatta DTP’nin bile yerel yönetim modelleri (kimi nüanslara rağmen) neoliberalizm karşısındaki tutumları itibarıyla birbirinden çok da farklı değildir.
Çok kısa bir zaman dilimi içinde Erdoğan’ın sadaka, Baykal’ın başörtüsü dağıtması arasında bir zihniyet farkı yoktur. gerçekleştirilmiş olmasına rağmen, ülke tarihinde çok önemli yer edinmiş olan ve hala bir örnek model olarak anılan “Fatsa Modeli”ne yaklaşan bir yerel yönetim anlayışı, hala çok erişilmez bir noktada. Tam da bu noktada DTP 51 belediyesiyle çok önemli bir dönemi, ÖDP’de Hopa Belediyesi ile çok önemli bir fırsatı boşa harcamıştır. Özellikle DTP’nin neoliberal politikalar karşısında oluşturacağı modeller hem sistemi zorlaması hem de Batı’ya örnek oluşturması açısından kritik öneme sahipti. Kürt halkına kamusal hakların tamamen ücretsiz sağlanması, taşeron sisteminin kaldırılması ve doğrudan demokrasinin kurumsallaştırılması, batıdaki yerel yönetimleri de zorlayacak gelişmeler olacaktı.
Görünen o ki bu yerel seçimlerde seçilecek olan belediye başkanlarının büyük çoğunluğu %40’ın üzerinde bir oy alacak. Üstelik bazı yerlerde “destek” % 60’ları bulacak. Bunun nedeni; seçimlerin 2, sadece bazı yerlerde 2,5 parti arasında yapılıyor olması, batıda AKP ile CHP arasında, Kürt illerinde ise AKP ile DTP arasında. AKP her yerde ilk ikiden biri, ara sıra karşısına MHP (Adana), SP (Konya), DSP (Eskişehir) gibi istisnalar çıkıyor. AKP’nin bu başarısının en önemli nedeni alternatifsiz olmasıdır. Diğer önemli nedenler ise iktidar olmanın maddi olanaklarını, dinin de manevi olanaklarını çok iyi kullanması sayılmalı. Ve elbette Deniz Baykal gibi bir rakibinin olması da başarının sırrı olarak unutulmamalı.
Seçim öncesi dönemlerin belki de ilginç yönü, normal zamanlarda büyük fırtınalar koparacak bir dizi önermenin “hak ettiği değeri” bulamaması. AKP’nin; Alevi açılımı, Madımak kebapçısının kapatılması, Nazım Hikmet’in vatandaşlığa kabulü, TRT Şeş, Kürtçe Mevlit, yeni anayasa tartışması sadece ilk akla gelenler. CHP’nin “çarşaf açılımı”, Kuran kursu açma vaatleri, başörtüsü dağıtması, Karayalçın’a kucak açması, 1 Mayıs’ın ve Newroz’un tatil olması için yasa teklifi vermesi de sayılabilir. Bu önerilere ve girişimlere bakıp seçim sonrasında izlenecek siyaset için çıkarımlar yapmak, büyük “hayal kırıklıklarına” neden olabilir. Bu topraklar seçim vaatleri açısından çok zengindir; “Kayseri’ye deniz getirecek” olandan, “seyyar temeller” atanlara, “şeffaf karakollar” kuracak olandan, “herkese iki anahtar” dağıtacak olana kadar niceleri görülmüştür.
Seçim sonrasına, seçimlerden sonra bakmak gerekecek. Ancak şimdiden söylenecek olan ise genel kutuplaşmanın değişmeyeceği, oy oranlarında “olağanüstü” değişikliklerin olmayacağı, izlenen siyasal rotaların aynı kalacağıdır.
Sol için ise bu süreç hiç de olumlu geçirilmemiştir. Bir önceki genel seçimlerde “bağımsız aday” gösterme politikası nedeniyle bir nebze de olsa hareketlenen sol potansiyel, bu kez atıl kalmış, parçalanmış ve dağılmıştır. Bu durumun değerlendirilmesi ve işe yarar sonuçların çıkarılması, demokrasi güçleri tarafından seçim sonrası mutlaka yapılacaktır, bundan kuşkumuz yok! Bu değerlendirmelere katkı olması bakımından şimdiden birkaç başlık sıralamakta yarar var:
“Sol adına beni seçin” diyerek ortaya çıkanların (seçilen ve seçilemeyenlerin) tüm bu dönem boyunca performansları. Yerel seçim olmasına rağmen tüm süreci “Kürt kimliğinin tanınmasına” indirgeyen DTP’nin tutumu. Karayalçın ve Kılıçdaroğlu ataklarına yönelik olarak güçlü politik argümanların oluşturulamaması.
“İlerici emek örgütlerinin” toplum içinde kapsadıkları alandan hareket eden, yerel seçime ve yerel yönetimlere müdahale etme inisiyatifi geliştirmemeleri. Sol grup ve partilerinin çoğunun, kendi isimsel varlıklarını her şeyin üzerinde tutmaları.
Tüm bu süreç boyunca çok değerli ancak bir o kadar da yetersiz kalan kendi tercihlerimizi de belirtmek gerek. Kamusal hak mücadelesi verilmesinin ön koşulu, hak bilincinin yerleştirilmesi ve yaygınlaştırılmasıdır. Bu mücadelede çok önemli “başlangıç noktaları” oluşturduk. Piyasa ideolojisinin yaygın kabul gördüğü ve her şeyin alınıp-satılmasının meşrulaştırıldığı bir düzende kamusal alanın devrimci bir yeniden inşası ancak “halkın hakları var” şiarıyla yola çıkanlar tarafından yaratılacak. Saadet Partisi İstanbul adayı Bekaroğlu’nun bile “Al
lahın suyunu satıyorlar” şeklinde ifade ettiği bilinç durumu her geçen gün toplumun değişik kesimlerine hızla yayılmakta. Eğitimin, sağlığın, barınmanın, suyun, ulaşımın satın alınması gereken bir hizmet değil hak olduğu bilincinin yaygınlaştırılmasında yerel seçim sürecinin avantajları “gereği kadar” kullanılmamakta. “Halkın şartları var” şiarının sokaklardaki, meydanlardaki yankısı bu düzenbazlarınkinden az olamaz.
Bir diğer önemli tercih ise muhtarlık seçimlerine verilen önemle gösterilmeye çalışıldı. Muhtarlıkları önemli kılan, sürdürdüğümüz hak mücadelelerinde “ilerletici” bir olanak sunmaları. Halkın muhtarları, halkın hak mücadelesinde birer temsilci ve nefer olacaklardır. Aynı zamanda, gerçek ve doğrudan bir demokrasinin ülke geneline yaygınlaştırılması mahallelerde ortak karar almaktan ve uygulamaktan geçmektedir. Bu konuda atılacak her adım sistemin anti-demokratik işleyişine vurulacak bir darbedir. Attığımız hiçbir adım son değil, her zaman bir adım daha var.
Cüretimiz haklarımızdan ve haklılığımızdandır. Daha fazla cüret.