Her yenilgi sonrasında solda bir “kuyrukçuluk” salgını patlak verir. 1990’lı yılların “ağır çekim yenilgisi”nin ardından da benzer bir devreyi yaşadık, yaşıyoruz. Egemen güçler arasında devlet iktidarı için verilen kavgada “keramet” arayan ve bulan teorisyenler, politikacılar, her devrede olduğu gibi bu dönemde de “medya gülü” oldular. Egemen sınıfların “otoriter-milliyetçi” veya “İslamcı-liberal” iktidar bloklarını “etekleyen” “meşhur solcu”lar, […]
Her yenilgi sonrasında solda bir “kuyrukçuluk” salgını patlak verir. 1990’lı yılların “ağır çekim yenilgisi”nin ardından da benzer bir devreyi yaşadık, yaşıyoruz. Egemen güçler arasında devlet iktidarı için verilen kavgada “keramet” arayan ve bulan teorisyenler, politikacılar, her devrede olduğu gibi bu dönemde de “medya gülü” oldular. Egemen sınıfların “otoriter-milliyetçi” veya “İslamcı-liberal” iktidar bloklarını “etekleyen” “meşhur solcu”lar, büyük sermaye televizyonlarının, gazetelerinin praymtaymlarına, mühim sayfalarına, köşelerine konuk edildiler.
Solun “içinden” bakıldığında, bu “solcuların” büyük bir bölümünün solculuklarının “çakma” olduğu biliniyordu. Örneğin Doğu Perinçek’in NATO’cu geçmişini bilenler, İlhan Selçuk’un gazetesini on yılı aşkın bir süredir Süleyman Demirel’in inayetiyle ayakta tuttuğunu bilenler, bunları solcudan saymıyorlardı. Ama biz solcuların genel hastalıklarından biri de kendi bildiğimiz şeyi herkesin bildiğini sanmamızdır. Bizim bildiğimiz şeyi herkesin bilmediğini anladığımız zaman da genellikle “vakit çok geç”tir, kimseye derdimizi anlatamayız. Boşuna dememişler; “tilki tilkiliğini bildirene kadar post elden gidermiş”.
Bu gerçek, Yalçın Küçük’ün Ergenekon operasyonunda tutuklanmasından sonra bir kez daha suratıma çarptı.
Ergenekon operasyonunun “ikiyüzlülüğü”nü solda bilmeyen yok. Yalnız burada, “herkesin maksadı bir amma rivayet muhtelif” mısraının tam aksine, “herkesin maksadı başka amma rivayet benzeşik”.
Ergenekon operasyonunun iki yüzlülüğü, davanın kamuoyu nezdindeki meşruiyetinin sanıkların “faşizm suçları ve suçluları” ile temasıyla elde edilmeye çalışılması, buna karşılık operasyonu yürüten siyasi iradenin gerçek amacının faşist devlet aygıtının şöför mahallini tanzim etmek olmasından kaynaklanıyor. Ancak bu apaçık gerçeklik, “partiyi kaybedenler”in kuyruğuna çeşitli derecelerde takılan solcuları “aklamak” için de kullanılabiliyor.
Bunlardan biri de Yalçın Küçük. Yalçın Küçük’ün “otoriter-milliyetçi” cephenin önemli bir ideologu olduğu; yıllardır, bu cepheye ideolojik tahkimat sağlamak için ortalığı birbirine kattığı solcuların bildiği bir şey. Sabetaycılık kumkumasını ortalığa saçan isimlerin başında gelen Küçük, “Marksist tarihçi” şöhretini bu ırkçı saçmalığın ciddiye alınması için basamak yapmaktan kaçınmadı. Tabii Küçük’ün ideolojik “tezgahı” bununla sınırlı değil ama hepsini buraya alabilmem mümkün değil.
Ergenekon operasyonunda, Yalçın Küçük’ün İbrahim Şahin’le aynı “dalga”da gözaltına alınmasının ardından bazı sosyalist aydınlarımız, Küçük’ün İbrahim Şahin, Veli Küçük gibi isimlerle bir araya getirilmesi karşısında, bunu, operasyonun uydurma niteliğinin bir ifadesi olarak görebildiler. Küçük, eski YÖK başkanı Kemal Gürüz’le “aynı genelkurmay torpillileri kafilesi” içerisinde serbest bırakıldıktan sonra Veli Küçük hakkında ettiği övgü dolu sözlerden sonra ise şaşırıp kalıverdiler.
Küçük’ün son dönemdeki yayınlarını bir “hezeyan” olarak gören; bunu yaşlanmasına, bunamasına bağlayıp, onun geçmiş eserini son dönemdeki “delirmesinden” ayrı tutan “saf” genç sol aydınlarımızın, Küçük’ün en önemli “Marksist” çalışmalarından olan Aydın Üzerine Tezler’in önsözünü okumadıklarını anlıyorum. Okumuş olsalardı, burada Küçük’ün Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Necdet Üruğ’a, kendisinin TBMM kütüphanesinde çalışmasını sağladığı için teşekkür ettiğini görürler ve Küçük’ün bugünkü siyasal “ekzantrizmi”nin geçmişinden ve ideolojik kimliğinden trajik bir kopuş olup olmadığını bir kez daha düşünebilirlerdi. Malum, Üruğ kontrgerillanın en önemli kadrolarından biridir ve MGK Genel Sekreterliği 1982-83 yıllarına, yani faşizmin en vahşi dönemine denk düşer.
Uzun sözün kısası, Küçük’ün “işbirliği kapasitesi” açısından Veli Küçük gibileri “tombalacı saflığında”dır! Ve ne yazık ki ben “herkesin bildiğini zannettiğim” bu bilgiye “post elden gittikten” sonra dikkat çekebiliyorum.