István Mészáros Marx’s Theory of Alienation (Marx’ın Yabancılaşma Teorisi) kitabı için 1971 Deutscher Ödülü aldı ve o tarihten beri Marksizm üzerine yazılar yazıyor. Judith Orr ve Patrick Ward ile mevcut ekonomik kriz üzerine konuşuyor. Egemen sınıf her yeni ekonomik krize şaşırıyor ve bundan anormallik diye bahsediyor. Siz neden krizlerin kapitalizme içsel olduğuna inanıyorsunuz? 2006 Nobel […]
István Mészáros Marx’s Theory of Alienation (Marx’ın Yabancılaşma Teorisi) kitabı için 1971 Deutscher Ödülü aldı ve o tarihten beri Marksizm üzerine yazılar yazıyor. Judith Orr ve Patrick Ward ile mevcut ekonomik kriz üzerine konuşuyor.
Egemen sınıf her yeni ekonomik krize şaşırıyor ve bundan anormallik diye bahsediyor. Siz neden krizlerin kapitalizme içsel olduğuna inanıyorsunuz?
2006 Nobel İktisat Ödülü alan Edmund Phelps’i yakınlarda dinledim. Phelps, bir çeşit neo-Keynesyen. O, tabii ki, kapitalizmi yüceltiyor ve mevcut problemleri sadece küçük birer hıçkırıkmış gibi sunuyor, diyor ki, “Şimdi tüm yapmamız gereken Keynesyen düşünceleri ve düzenlemeleri geri getirmek.”
John Maynard Keynes kapitalizmin ideal olduğuna inanıyordu, fakat düzenleme istiyordu. Phelps, sistemin bir müzik bestecisine benzediği gibi acayip bir fikir üretti: “O kadar iyi üretemediği zamanlar da olabilir, ama tüm hayatına bakarsanız o aslında harika birisidir! Mozart’ı düşünün -gayet kötü günleri de oldu. Yani, kapitalizm sorun yaşıyorsa, bu Mozart’ın kötü günleri gibidir.” Buna her kim inanıyorsa, kafasını muayene ettirmesi gerekir. Ama kafasını muayene etmek yerine kendisini ödüllendirdiler.
Eğer düşmanlarımız bu düşünce seviyesindeler ise -ki 50 yıldır böyle olduklarını gösterdikleri için, bu sadece ödüllü bir iktisatçının kazayla dilinin sürçmesi değildir- bu durumda şunu söyleyebiliriz, “Sevinin, işte düşmanımızın düzeyi.” Fakat bu tür bir algı yüzünden, her gün tecrübe ettiğimiz felaketle yüz yüze kalıyoruz. Astronomik miktarda borca battık. Bu ülkedeki gerçek borçlar trilyonlarla ölçülmeli.
Fakat önemli olan şu: Üretken sistemin yapısal krizinin bir sonucu olarak finansal hovardalık yaşıyorlar. Paranın böyle maceracı bir biçimde finansal sektöre akıyor olması rastlantı değildir. Sermaye birikimi, üretken ekonomi alanında düzgün bir biçimde işleyemezdi.
Şu anda sistemin yapısal krizi hakkında konuşuyoruz. Kriz, her yere yayılıyor ve hatta insani varoluşunun temel koşullarının altını oyarak doğayla olan ilişkilerimizi de kuşatıyor. Örneğin, zaman zaman çevre kirliliğini azaltmak için bazı hedefler ilan ediyorlar. Hatta bir enerji ve iklim değişimi bakanlığımız bile var ki bu aslında bir sıcak hava banklığıdır çünkü hedef ilan etmekten başka hiç bir şey yapılmıyor. Fakat bırakın tutturulmayı, hedefe asla yaklaşılamadı bile. Bu, sistemin yapısal krizinin bir parçasıdır ve sadece yapısal çözümler bizi bu berbat durumdan çıkarabilir.
Amerika Birleşik Devletleri’ni kredi kartı emperyalizmi uygulayan bir ülke olarak tanımladınız. Bununla ne kast ediyorsunuz?
Eski Amerika Birleşik Devletleri senatörü McGovern’in Vietnam Savaşı konusundaki sözlerini aktardım. Kendisi, ABD’nin Vietnam Savaşı’nı kredi kartıyla yürüttüğünü söylemişti. ABD’nin şu andaki borçlanması giderek acımaya başladı. Bu tarz bir ekonomi, ancak dünyanın geri kalanı bu borcu taşıyabildiği sürece devam edebilir.
ABD, benzersiz bir pozisyondadır çünkü Bretton Woods anlaşmasından bu yana egemen ülke oldu. Neo-Keynesyen bir çözümün ve yeni bir Bretton Woods’un bugünkü problemlerin herhangi birini çözeceği fikri fanteziden ibarettir. ABD’nin Bretton Woods tarafından İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra resmileştirilen egemenliği, ekonomik anlamda gerçekçiydi. ABD ekonomisi, dünyadaki herhangi bir başka ekonomiden daha güçlü konumdaydı. Bütün can alıcı uluslararası ekonomik kurumları, ABD ayrıcalığı-doların ayrıcalığı, Uluslararası Para Fonu, ticaret örgütleri, Dünya Bankası tarafından kullanılan ayrıcalık üzerine kurdu ki bütün bunların hepsi ABD egemenliği altındaydılar ve bu durum bugün hala devam etmektedir.
Bu durum şimdi yoktan var edilemez. Sistemi reforme etmek ve belli belirsiz düzenlemek hakkında kurulan fanteziler yersizdir. Barack Obama’nın ABD’nin askeri hâkimiyetin desteğiyle bu biçimde yararlandığı hâkim pozisyona terk edeceğini hayal etmek hatadır.
Karl Marx, egemen sınıfı “düşman kardeşler çetesi” olarak adlandırıyordu. Egemen sınıfın bir çözüm üretmek üzere uluslararası düzeyde birlikte çalışacağını düşünüyor musunuz?
Geçmişte emperyalizm, kendi çıkarlarını 20.yüzyıldaki iki korkunç dünya savaşı pahasına savunan kimi hâkim aktörleri içeriyordu. Kısmi savaşlar, ne kadar korkunç olurlarsa olsunlar, yeni bir dünya savaşı tarafından üretilecek ekonomik ve iktidar düzenlemeleriyle kıyaslanamaz.
Ama yeni bir dünya savaşı hayal etmek de imkânsızdır. Elbette askeri alanda hala bu olasılığı reddetmeyecek olan kimi akıl hastaları mevcut. Fakat bu insanlığın toptan imhası anlamına gelecektir.
Bu durumun kapitalist sistem açısından ima ettikleri hakkında düşünmek zorundayız. Bir gücün kendisini ekonomik hâkimiyetle ifade edememesi halinde savaşa başvurması sistemin temel bir yasasıydı.
İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana küresel hegemonik emperyalizm elde edildi ve oldukça başarılı bir biçimde de işledi. Fakat bu tür bir sistem kalıcı mıdır? Gelecekte içinde hiçbir çelişkinin baş göstermeyeceği düşünülebilir mi?
Ayrıca bu türden bir ekonomik egemenliğin sonsuza kadar devam edemeyeceği konusunda Çin’den kimi ipuçları alıyoruz. Çin, bunu finanse etmeye devam edemeyecek. Bu durumun Çin açısından taşıdığı imalar ve sonuçlar zaten oldukça belirgindir. Deng Xiaoping bir keresinde fareyi yakaladığı sürece kedinin renginin; kapitalist mi yoksa sosyalist mi olduğunun önemli olmadığını hatırlatmıştı. Ama ya mutlu mesut fare yakalamak yerine, kitlesel işsizliğin yarattığı korkunç bir fare istilasıyla karşılaşırsanız ne olacak? Şimdi Çin’de ortaya çıkmakta olan durum budur.
Bunlar kapitalist sistemin çelişkileri ve antagonizmalarına içseldir. Bu durumda, sorunları radikal anlamda farklı bir yolla çözmeyi düşünmeliyiz; tek yol sistemin sahiden sosyalist bir biçimde dönüşümüdür.
Dünya ekonomisinin herhangi bir parçasının bu durumdan kurtulması söz konusu değil mi?
İmkânsız! Küreselleşme insanlığın gelişiminin gerekli bir koşuldur. Marx, kapitalist sistemin yayılması açıkça görülür hale geldiği anda bunu teorize etmişti. Financial Times’dan Martin Wolf, sorun yaratan birçok küçük, anlamsız devlet olduğundan yakınıyor. Gerekli olan şeyin “ülkelerin bütünleşmesi”, başka bir deyişle tam emperyalist bütünleşme olduğunu ileri sürüyor ki bu fantezi bir kavramdır. Bu, kapitalist küreselleşmenin çözümsüz çelişkilerinin ve antagonizmalarının bir ifadesidir. Küreselleşme bir gerekliliktir, fakat uygun, işleyebilir ve sürdürülebilir olan biçim, sosyalist yaygın eşitlik ilkeleri temelindeki bir sosyalist küreselleşmedir.
Dünya tarihinde ayrıksılık olmaması anlaşılabilir bir durum olmasına rağmen, bu, her bir evrede, dünyanın her bir parçasında biteviyelik olduğu anlamına gelmez. Çin’de ve Uzak Doğu’da ipuçlarını gördüğümüzü belirttiğim şeylerle, en derin sorunları yaşayan Japonya’da olup bitenleri bir yana bıraksak bile, Avrupa’ya kıyasla Latin Amerika’da çok farklı şeyler oluyor.
Biraz geriye çekilip düşünelim. Savaş sonrası dönemde kaç tane mucize gördük? Alman mucizesi, Brezilya mucizesi, Japon mucizesi, beş küçük kaplanın mucizesi? Bütün bu mucizelerin son derece berbat alelade gerçekliklere dönüşmesi ne kadar da eğlendiricidir. Bütün bu gerçekliklerin orta paydası felaket düzeylerdeki borçluluk ve yolsuzluklardır.
Bir yüksek riskli fon yöneticisinin 50 milyar dolarlık bir dolandırıcılıkla
iştigal ettiği iddia edildi. Sadece General Motors ve diğerleri ABD hükümetinden 14 milyar dolar istiyorlar. Ne kadar alçakgönüllüce! Onlara bence 100 milyar dolar verilmeli. Bir yüksek riskli fon kapitalisti eğer 50 milyar dolarlık bir düzenbazlığı örgütleyebiliyorsa, bütün fonları almaları anlamlı olur.
Ahlaken böylesine çürümüş bir biçimde işleyen bir sistemin hayatta kalması muhtemel değildir, çünkü denetlenemez. İnsanlar sistemin nasıl çalıştığını bilmediklerini bile itiraf ediyorlar. Çözüm, bütün bunlar hakkında umutsuzluk duymak değil, onu sosyal sorumluluğun menfaatleri ve toplumun radikal dönüşümü temelinde kontrol altına almaktır.
Kapitalizme içsel olan güdüler işçileri olabildiğince sıkıştırmaktır ve Britanya ve ABD’deki hükümetler de açıkça bunu yapmaya çalışıyorlar.
Yapabilecekleri tek şey, işçilerin ücretlerini kesmeyi savunmak. Senatonun, üç büyük ABD otomotiv şirketine 14 milyar dolar enjekte etmeyi bile reddetmesinin başlıca nedeni, işçi ücretlerinde esaslı bir indirime gitme konusunda anlaşamamış olmalarıydı. Bunun etkisi ve o bu işçilerin sahip olduğu türden yükümlülükler; örneğin muazzam miktardaki ipoteklerini geri ödeme yükümlülükleri hakkında bir düşünün. Ücretlerini yarıya indirmelerini istemek ekonomide başka problemler yaratacaktır -işte yine bir çelişki.
Sermaye ve çelişkiler birbirlerinden ayrılamaz. Bu çelişkilerin yüzeysel dışavurumlarının ötesine, köklerine gitmeliyiz. Bunları şurada burada güdümleyebilirsiniz fakat intikam almak üzere geri döneceklerdir. Çelişkiler sonsuza kadar halının altına süpürülemezler çünkü halı artık dağ gibi oldu.
Rus Devimi’nin öncesinde ve sonrasında yaşayan bir Marksist olan Georg Lukács ile birlikte çalışmıştınız.
Macaristan’dan 1956’da ayrılmadan önce Lukács ile birlikte yedi yıl çalıştım ve o 1971’de ölene kadar da çok yakın dost olarak kaldık. Her zaman çok yakın bir bakış açısına sahip olduk; bu yüzden onunla çalışmak istiyordum. Onunla çalışmak üzere geldiğimde, kendisi açık ve öfkeli bir saldırının hedefi durumundaydı. Bunu hazmedemedim ve onu savundum ki bu da her türlü komplikasyona neden oldu. Tam Macaristan’dan ayrıldığım sırada, üniversitede, estetik öğretiminde onun atanmış izleyicisi durumundaydım. Ayrıldım çünkü sistemin çözemeyeceği çok köklü sorunlar yelpazesinin yaklaşmakta olduğuna ikna olmuştum.
O zamandan beri, özellikle “Marx’s Theory of Alienation (Marx’ın Yabancılaşma Teorisi) ve Beyond Capital kitaplarımda bu problemleri formüle etmeye ve incelemeye çalıştım. Lukács, oldukça haklı olarak hep strateji olmadan taktiğin de olamayacağını söylerdi. Bu problemlere dair stratejik bir bakış açınız yoksa günlük çözümleriniz de olamaz. Bu yüzden bu problemleri tutarlı biçimde analiz etmeye çalıştım, çünkü bunları sadece bugün neler olduğu hakkında bir makale seviyesinde ile ele alamazsınız, ancak bunu yapmak tabii büyük bir ayartma olurdu. Bunun yerine, belirli bir tarihsel perspektif içinde yapılmalı.
Oldukça geniş kapsamlı olan ilk makalem Macaristan’da 1950’de bir edebiyat dergisinde yayımlandığından bu yana yayın yapıyorum ve o zamandan bu yana becerebildiğim kadar çok çalışıyorum. Hangi alçakgönüllü biçimde olursa olsun değişime katkıda bulunuruz. İşte bütün hayatım boyunca bunu yapmaya çalıştım.
Değişim ihtimallerine ilişkin şu anda ne düşünüyorsunuz?
Sosyalistler çözümün taşıdığı zorlukları küçümseyecek olan en son kişilerdir. Sermayenin mazeretçileri, bunlar isterse neo-Keynes’çi isterse herhangi başka bir şey olsunlar, her türlü basit çözümü üretebilirler. Ben, mevcut krizi basit bir şekilde geçmişte olduğu gibi ele alabileceğimizi düşünmüyorum. Mevcut kriz köklüdür.
İngiltere Merkez Bankası guvernörü bunun insanlık tarihindeki en büyük kriz olduğunu itiraf etti. Buna şunu eklemek istiyorum; bu yalnızca insanlık tarihindeki en büyük kriz değil, her anlamdaki en büyük krizdir. Ekonomik kriz sistemin geri kalanından ayrılamaz.
Sermayenin yolsuzlukları ve egemenliği ile işçi sınıfının sömürülmesi sonsuza dek süremez. Üreticiler sürekli olarak ve sonsuza değin denetim altında tutulamazlar. Marx kapitalistlerin, basit bir biçimde sermayenin cisimleşmeleri olduklarını düşünüyordu. Onlar özgür aracılar değillerdir; bu sistemin buyruklarını gerçekleştiriyorlar. Dolayısıyla insanlık açısından problem basit bir biçimde kapitalistlerin bir kümesini ortadan kaldırmak değildir. Sermayenin bir cisimleşme biçiminin yerine basit bir biçimde bir başkasının konulması aynı felakete yol açacaktır ve er ya da geç, yine kapitalizmin yenilenmesine varırız.
Toplumun karşı karşıya kaldığı problemler yalnızca son birkaç yıl içinde baş göstermedi. Bunlar eninde sonunda bunlara çözümlenmek zorunda, tabii ki Nobel Ödüllü iktisatçıların fantezisini kurdukları gibi sistemin çerçevesi içinde değil. Tek olası çözüm, toplumsal yeniden üretimi üreticilerin denetimi temelinde kurmaktır. Bu her zaman sosyalizmin düşüncesi olmuştur.
Sermayenin toplumu kontrol etme yeteneğinin tarihsel sınırlarına ulaştık. Bunları bile edememelerine rağmen sadece bankaları ve inşaat gruplarını kastetmiyorum, geri kalanı da var. İşler kötü gittiğinde bundan hiç kimse sorumlu olmuyor. Siyasetçiler zaman zaman şöyle diyorlar, “Tam sorumluluğu üstleniyorum” peki ne oluyor? Yüceltiliyorlar. Tek uygun alternatif, hayatımızda gerekli olan her şeyin üreticisi olan işçi sınıfıdır. Neden işçi sınıfı ürettikleri üzerinde denetim sahibi olmasın? Her zaman bütün kitaplarımda vurguladığım gibi hayır demek görece kolaydır, fakat pozitif boyutu bulmak zorundayız.
[Mrzine’deki İngilizce orijinalinden Murat Öztürkmen tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir.]