Birçok ülkenin, İsrail’in Gazze saldırısına gösterdiği tepkiyi haber yapan medya, Güney Afrika’da Apartheid’e karşı mücadelesiyle tanıdığımız ANC hükümetinin tavrı konusunda nedense sessiz kaldı. Güney Afrika Dışişleri Bakanı 4 Ocak Pazar günü yayınladığı bir bildiride şu açıklamayı yapmıştı: “Güney Afrika hükümeti, İsrail’in Cumartesi akşamı Gazze şeridine başlattığı kara saldırısını kesinlikle ve şiddetle kınamaktadır.” Bakan, İsrail hükümetini […]
Birçok ülkenin, İsrail’in Gazze saldırısına gösterdiği tepkiyi haber yapan medya, Güney Afrika’da Apartheid’e karşı mücadelesiyle tanıdığımız ANC hükümetinin tavrı konusunda nedense sessiz kaldı.
Güney Afrika Dışişleri Bakanı 4 Ocak Pazar günü yayınladığı bir bildiride şu açıklamayı yapmıştı:
“Güney Afrika hükümeti, İsrail’in Cumartesi akşamı Gazze şeridine başlattığı kara saldırısını kesinlikle ve şiddetle kınamaktadır.”
Bakan, İsrail hükümetini Gazze’deki bu “katliamı” durdurmaya ve birliklerini bu bölgeden “derhal ve koşulsuz olarak” çekmeye çağırarak, “Gazze’deki insani yıkımın ve sivil kayıpların kabul edilemez olduğunu” ekliyor ve devam ediyordu:
“Gazze Şeridi, dünyanın nüfus yoğunluğu en fazla olan bölgelerinden biridir ve İsrail’in savaş helikopterleri ve toplarla desteklenen ağır silahlı birlikler ve zırhlı araçlarla yaptığı kara saldırısı kaçınılmaz olarak daha da fazla sivil kayıplara neden olacak ve bu da önümüzdeki yıllarda tüm bölgeyi etkileyecek olan son derece olumsuz bir sonuca yol açacaktır.”
Aynı gün, Johannesburg’daki Birleşik Devletler Konsolosluğunun önünde, İsrail’in Gazze Şeridi’ni bombalamasını protesto etmek için binlerce gösterici toplandı.
6 Ocak günü Afrika Ulusal Kongresi (ANC) İsrail’in Gazze’deki eylemini kınadı: “South Africa’s ruling party condemns Israeli attacks on Gaza”
Afrika Ulusal Kongresi, “İsrail, legal olarak Filistinlilere ait olan toprakları işgal etmeyi sürdürdükçe Ortadoğu’daki çatışma ve sorunlar için hiçbir kalıcı çözüm olamayacağını” söyledi. Bildiride Filistin halkının, bağımsız bir İsrail devletinin yanında, kesin sınırlar içerisinde ve egemen bir devlet olma hakkından söz ediliyordu. ANC son olarak İsrail’in, BM’nin, özellikle de İnsan Hakları Komisyonu’nun Haziran 1996 Kararına uymasını istedi (bunun aslında 11 Nisan 1996 Kararı olması gerek).
23 Ocak’ta Güney Afrika’nın en büyük haber sitesi News24, Gazze için insani bir yardım aracının yola çıktığını bildirdi (“SA aid on way to Gaza”). Uçakta 84 ton yardım malzemesi ve 25 Güney Afrikalı doktor ve gazeteci vardı. Yardım, özellikle Kiliseler Konseyi, Katolik papazlar ve güçlü işçi sendikası COSATU tarafından düzenlenmişti. Uçağın hareketinde, Dışişleri Bakan Yardımcısı Fatima Hajaig şunları söyledi: “Güney Afrika halkının Filistin halkına, sözcüklerle, davranışlarla ulaşabilmesi yüreğimizi ısıtıyor. Hükümet olarak, bu inisiyatifi seve seve gerçekleştiren ve destekleyen sivil toplumu ve sivil toplum kuruluşlarını kutluyoruz.”
Öte yandan COSATU, İsrail’le diplomatik ilişkilerin kesilmesi çağrısında bulundu ve bir kez daha “Filistin halkının özgürlük mücadelesine desteğini” bildirdi. Güney Afrika rıhtım işçileri Durban’a gelen bir İsrail gemisini boykot edeceklerini açıkladılar (“Dock Workers won’t offload Israeli ship” JTA, 3 Şubat). Filistinlilerle Dayanışma Komitesi, bir bildiri yayınlayarak, işçilerin Zimbabve için silah taşıyan bir Çin gemisini boşaltmayı reddettiğini söyledi. Zimbabve’yle birlikte, Svaziland ve İsrail gibi diğer diktatör ülkeleri de boykot etmeye çağırdı. Bildiride, Gazze’de yapılanlara karşı çıkan çeşitli Yahudi kuruluşlarının açıklamalarına da destek veriliyordu: “Tüm Güney Afrikalıları, ülkemizin bütün vatandaşlarını, işgalci İsrail güçlerinin ölüm makinesine katılmayacağı konusunda söz vermeye çağırıyoruz.”
Yüzlerce Güney Afrikalı Yahudi’den oluşan bir grup, Cap’de yayınlanan Cap Times gazetesinde, Yahudi topluluğunun, Gazze’deki İsrail operasyonunu destekleyen yöneticilerinin kendi adlarına konuşamayacağını bildiren bir açıklama yaptı. Haberi aktaran JTA basın ajansına göre (“Letter protests South African Jewish Leaders”, 13 Ocak) bildiriye imza atanlar, bu yöneticilerin tüm topluluk adına konuşmaya kalkışmasından büyük üzüntü duyduklarını, bu yaklaşımı “sorumsuzca” bulduklarını, böyle bir yaklaşımın topluluğu böldüğünü söylediler. Gazze’den atılan roketlerin de kınandığı bildiride, İsrail eyleminin “uluslararası hukukun yasakladığı insanlık dışı ve orantısız bir ceza” olduğuna yer veriliyordu. Birkaç gün sonra Mail & Guardian sitesindeki bir makale (“Top SA Jews slam Gaza attack” , Percy Zvomuya ve Sello S. Alcock, 1 Şubat), on bir önemli Yahudi kişiliğin, Gazze’ye karşı saldırıları “insanlık dışı ve orantısız” olarak değerlendirdiğini yazdı. Bildiriye imza atanlar arasında Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Nadine Gordimer, eski başsavcı Arthur Chaskalon ve tanınmış sanatçı William Kentridge vardı. Makale ayrıca İsrail Ordusuna katılan Güney Afrikalı Yahudiler konusunda bir polemiğe de yer veriyor ve Filistin yanlısı militanların, bu konuda bir soruşturma açılması talebini açıklıyordu.
Bu çağrılar, Yahudilere ait dükkânların boykot edilmesi gibi bir düşünceyi tetikleyecek, ama yüzlerce Müslüman, yapılan Yahudi karşıtı çağrıları ve yaşam boyu savaşılmış olan ırkçılığın yeniden gündeme getirilmesini kınayacaktı (“South African Muslims codemn Jewish boycott” , JTA, 2 Şubat).
İsrail-Filistin sorununun Güney Afrika’daki önemi, birçok etmene, özellikle de ANC ile Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) arasındaki eski ilişkilere dayanmaktadır. Apartheid’e karşı verilen tüm mücadele süreci boyunca, art arda gelen solcu ya da sağcı İsrail hükümetlerinin Apartheid rejimiyle işbirliği yaptığını hatırlamak gerekiyor. Bu konuda, Le Monde Diplomatique‘deki “Comment l’Afrique du Sud a pu mettre au point ‘sa’ bombe nucléarie” (Howard Schissel, Eylül 1978) ve “Un poumon d’acier: la coopération avec Israel” (Bowke Mafuna, Eylül 1986) yazılarına bakılabilir.
Öte yandan Güney Afrika’da, 100.000 kişi olduğu tahmin edilen eski bir Yahudi topluluğu bulunmaktadır. Tüm “beyaz” topluluklarda olduğu gibi, bu topluluktan da çoğu kişinin Apartheid rejimiyle işbirliği yapmasına karşın, topluluğun özellikle Güney Afrika Komünist Partisinin (KP) saflarındaki etkin bir azınlığı bu rejime karşı savaşmıştır (KP, “Siyah” bir Güney Afrika’yı savunanlara karşı, çok ırklı bir Güney Afrika perspektifinin başarıya ulaşması için ANC içerisinde belirleyici bir rol oynamıştı).
Komünist Partinin ölen Genel Sekreteri Joe Slovo’dan sonra, komünist Yahudilerin Apartheid’e karşı verdikleri mücadelede adı geçen bir diğer önemli kişi, Güney Afrika Haber Alma Örgütü’nden sorumlu olan, sonra da Orman ve Su Bakanlığı yapan Ronnie Kasrils’dir. Kasrils, 2002’de yapılan ve konuşma metinleri sonradan “Bethlehem, comme Shaperville est devenue un symbole d’oppression” adıyla yayınlanan bir konferansta şunları söylemişti: “1980’li yılların ortasında Güney Afrika’nın her an patlayacağı anlaşıldığı zaman, Reagan yönetimine muhalif etkili Amerikan politikacılar tarafından bu ülkeye çok güçlü ekonomik yaptırımlar uygulandı. Bu politikacılar 1988’de, Reagan’ı ülkemizle yapılan resmi görüşmeleri kesmeye zorladılar. Aynı şey İsrail için de geçerliydi.”
Deir Yassin katliamının altmışıncı yıldönümü nedeniyle yayınlanan bir başka metinde de (“Soixante ans après Deir Yassin”) şunları anlattı: “Altmış yıl önce, 10 yaşına kadar Johannesburg’da büyümüş olan her çocuk gibi, İsrail’in doğuşunu ben de kutladım. Yahudi devletini korumak için Arap zulmüne karşı yapılan savunma eylemlerinin dramatik öykülerini hiç duraksamadan kabullendim. (…) Kendi özgürlük mücadelem
ize giriştiğim zaman, kendi davamı, yayılmacı bir sömürgeciliğin işgaliyle topraklarından ve var olma hakkından yoksun bırakılan Filistinlilerin davasıyla özdeşleştirdim. Her iki çatışmanın da ırksal ve sömürgesel niteliği, onları birbirine bir başka mücadeleye göre çok daha fazla yaklaştırıyordu.”
“Nelson Mandela, ‘biz Güney Afrikalılar olarak, özgürlüğümüzün Filistinlilerin özgürlüğü olmadan eksik olacağını biliyoruz’ derken, yalnızca Müslüman topluluğumuzdan söz etmiyordu, yaşadığımız ırkçı ve sömürgeci deneyimden dolayı uluslararası dayanışmanın ne demek olduğunu en iyi biz bildiğimiz için, tüm Güney Afrikalılardan söz ediyordu.”
Yine Yahudi olan Beyaz bir ANC militanının görüşlerini, Andrew Feinstein’in After the Party. A personnal and Political Journey Inside the ANC adlı kitabında (Jonathan Ball Publishers, Johannesburg, 2007), özellikle “Yahudi olmak” başlıklı 9. bölümde ilgiyle okuyacaksınız.
4 Şubat 2009
[Le Monde Diplomatique’teki Fransız orijinalinden Şule Ünsaldı tarafından 5deniz (Sendika.Org) için çevrilmiştir]