18 Şubat’ta International Herald Tribune sitesinde yayınlanan bir yazıda Willame Pfaff, yeni Amerikan yönetiminin bölgedeki amaçlarını sorguluyor. “Afganistan ve Pakistan’da ne yapmayı düşünüyoruz? İnsanları dinsel baskılardan kurtarmak için mi, teolojiye karşı bir mücadele yürütmek için mi, ya da Afganistan’ı (ya da Pakistan’ı) sürekli olarak denetim altında tutmak ve buralara birçok Afgan’ın sandığı gibi NATO’nun temellerini […]
18 Şubat’ta International Herald Tribune sitesinde yayınlanan bir yazıda Willame Pfaff, yeni Amerikan yönetiminin bölgedeki amaçlarını sorguluyor.
“Afganistan ve Pakistan’da ne yapmayı düşünüyoruz? İnsanları dinsel baskılardan kurtarmak için mi, teolojiye karşı bir mücadele yürütmek için mi, ya da Afganistan’ı (ya da Pakistan’ı) sürekli olarak denetim altında tutmak ve buralara birçok Afgan’ın sandığı gibi NATO’nun temellerini atmak için mi oradayız? Yoksa 11 Eylül’de New York’ta ikiz kulelere, Washington’da Pentagon’a yapılan saldırılarda adaletin yerini bulması için Usame Bin Ladin ve arkadaşlarını mı arıyoruz?
“Öyle görünüyor ki bunların hepsini aynı zamanda yapıyoruz, ama neden? Yeni Obama hükümetinin verdiği yanıt önemli. Açıkça Bin Ladin’i istiyoruz, ama şu da çok açık ki, Irak’taki deneyimin de gösterdiği gibi, oradaki NATO güçlerine ve 40 000 askere, 40 000 asker daha eklemek, El Kaide liderini yakalayacağımızı garantilemiyor.
(…)
Talibanların dinsel inançlarını yıkmak ve İslam’ı özgürleştirmek mi istiyoruz? Seminerler vermek üzere din adamlarını, toplumsal reformatörleri, feminist öğretim görevlilerini göndererek? Silahlarla Amerikan tarzı yeni bir soruşturma dayatarak?”
15 kadar sivil Afganın öldüğü Amerikan hava saldırısı sırasında son yaşanan olaylardan -Birleşik Devletler’in ve NATO’nun sürekli olarak kaçınmak istedikleri “yanlışlıklar”- birisini hatırlattıktan sonra ekliyor:
“Bölgeyi en iyi tanıyanların çoğunlukla kabul ettiği gibi, Birleşik Devletler’le Talibanlar arasındaki bu savaş, Amerika’nın Afganistan’ı işgal etmesinden itibaren, Orta Asya’nın en önemli aşiret grubu olan Paştunlar arasında dinsel ve ulusalcı nitelikli bir ayaklanmayı tetikledi. Paştunların sayısının, güçlü aşiret bağlarına sahip en az 40 milyon kişi olduğu tahmin ediliyor.
Sormak istediğim son soru da şu: Barack Obama ve hükümetinin, önümüzdeki dört yıl boyunca halkı reel olarak angaje etmek istediği yol bu mu?”
Bu endişeler, “Obama and the AFPAK” (Obama ve Afganistan-Pakistan kuşatması, 21 Şubat) yazısında, İngiliz gazeteci Patrick Seale tarafından da dile getirildi.
“Washington kaynaklarına göre Obama’nın içgüdüleri onu, terörizme karşı George W. Bush’un başlattığı küresel savaşın sona erdiğini açıklamaya itiyor. Birleşik Devletler’in düşmanlarını -Afganistan gibi İran’ı da-, askeri güçle baskı altına almaktan çok diyaloga zorlamayı tercih edecek; çünkü Afganistan’daki hedefini gerçekleştirmesi umutsuz görünüyor. Washington’da, ılımlı Talibanlarla El Kaide’yi birbirinden ayıracak bir çizgi bulunmasından çok sık söz ediliyor. Taliban hareketi kuşkusuz epeyce bölündü, on bir kadar liderin her biri kendi bölgesinden sorumlu. Ama topraklardaki gelişmelerin işlerine yaradığını düşünüyorlar ve Birleşik Devletler’le tartışmaları gerekmiyor. Konuşmaya hazır oldukları tek konu, Batılıların geri çekilmesi.
Belki çocukluğu Endonezya’da geçtiği için, belki de “etnik kökeni karma” olduğu için Obama, Paştun aşiretlerini bağımsızlıklarına ve geleneklerine bağlıyan ateşli tarzı, kendisinden önce gelenlerden daha iyi anlıyor. Barıştan söz edilmese bile bir uzlaşma sağlaması saygı görecek. Askeri operasyonlar yerine yeniden yapılanmaya, yeni kurumlar oluşturmaya vurgu yapması çok daha akıllıca olacak.
Bazıları, en azından Obama’nın danışmanları ona, kalpleri ve zihinleri fethetmesi için, savaş bölgesinde yaşayan sivillerin korunması, bombalanmaması ve CIA’nin robot uçaklarıyla öldürülmemesi -daha önce maalesef olduğu gibi- gerektiğini söyleyecekler.
Sonuç olarak Birleşik Devletler ve müttefiklerinin Afganistan’dan çekilmekten başka seçimleri yok. Bir çekilme stratejisi bulmaları gerekiyor ve bu, ne kadar erken olursa o kadar iyi olacak.”
Bu koşullarda Avrupa’nın, özellikle Fransa’nın rolü ne olabilir? Tam da üye ülkelerin Afganistan’daki birliklerini arttırması için baskıların yapıldığı bir dönemde, Fransa’nın, NATO’nun askeri kanadına geri dönme kararı oldukça kaygı verici. Patrick Seale’nin söylediği gibi, tek strateji, çekilme stratejisidir. Birleşik Devletler bunu yapmasa bile, Fransız Ordusu mutlaka geri çekilmelidir.
Mısır’ın gözüne girmek?
İsrail hükümetinin Gazze’de bir ateşkes önerme ve bunu asker Gilad Shalit’in serbest bırakılmasına bağlama kararı, Fransız Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner de dahil olmak üzere, birçok insanın tepkisine yol açtı (“French FM: No reason to link Shalit deal with Gaza crossing“, Barak Ravid ve Jack Khoury, Haaretz, 21 Şubat). Bu tepki özellikle, bu sıralarda en fazla dikkat çeken Mısır’a bir yaranma olarak görülüyor. Kudüs’te yayınlanan McClatchy Newspapers‘ın muhabiri Dion Nissenbaum, İsrail’in Gazze saldırısının bilânçosu üzerine “Did Israel deter Hamas in Gaza?” (20 Şubat) başlıklı bir makale yazdı. Makalesinde Olmert’in Mısır’la arabulucu olarak görevlendirdiği ve Hamas’la dolaylı olarak görüşmeler yürüten Amos Gilad’dan alıntılar var:
“Ne yapmaya çalıştıklarını (İsrail yöneticilerinin) anlamıyorum. Mısırlılara sataşmak mı? Bunu zaten yapmış durumdayız. Bu delilik. Açıkça delilik. Mısır burada neredeyse sonuncu müttefikimiz. Neden? Bu, ulusal güvenliğimize zarar verir. Seçimimiz kötü bir seçimdir, seçimlerin en kötüsüdür. Mısırlılar inanılmaz bir cesaret gösterdiler. Bize manevra alanı yarattılar, görüşmeye çalıştılar, şimdiye kadar görmediğimiz bir iyi niyeti kanıtladılar. Bu, bölgede istediğimizi %60 oranında elde ettiğimiz anlamına geliyor. Öyleyse nereye gidiyoruz? Mübarek dürüst ve cesaretli davrandı: Refah Kapısı kapatıldı, Hamas kuşatıldı. Daha ne istiyoruz? Yalnızca bizim için çalışmalarını mı? Bizim boyunduruğumuzda olmalarını mı? 85 milyon nüfusu olan bir ülkeden, bize 1948 ve 1973’te ciddi darbeler vuran bir ülkeden söz ediyoruz. Bölgede olup bitene bakın, herkes ayaklanıyor. Onlar aynı zamanda Müslüman Kardeşler. Ürdün’e, Türkiye’ye bakın. Bütün bunları kaybetmek mi istiyoruz?”
Mısır’ı üç gün için Refah Kapısını açmaya yönelten şey [ “L’Egypte autorise des centaines des personnes dans la bande de Gaza à franchir la frontière, selon un porte-parole” (bir hükümet sözcüsüne göre Mısır Gazze Şeridi’nde yüzlerce kişinin sınırı geçmesine izin verdi, çev.)], 22 Şubat Pazar günü verilen bu mesaj mı oldu?
Hamas’ın yanlışları
22-23 Şubat tarihli Le Monde‘da yayınlanan (ve gazetenin internet sitesinde yer almayan) “Réglement des comptes, violences: sous la coupe du Hamas, Gaza vit dans la crainte” başlıklı bir makalede, Michel Bôle-Richard, Fetih militanlarına hatta bazen ailelerine karşı girişilen baskı ve yıldırma uygulamalarıyla ilgili kanıtları gösteriyor. Bu kanıtlar Filistin örgütlerine ait. Bu nedenle Bağımsız İnsan Hakları Komisyonu (ICHR), bir bildiri yayınlayarak hukuk dışı uygulamaların durdurulmasını istedi: “ICHR Demands to Halt Extra-Judicial Killings and Attacks on Citizens in the Gaza Strip“.
Hamas’ın bir sözcüsü, Tahir el Nounou da, kendilerini “savaş sırasında işbirlikçilere karşı yapılan direniş eylemlerinin dikkate alınması” gerektiğini söyleyerek savundu.
Bu haberlerden sonra iki noktaya dikkat çekmek gerekiyor: Birincisi, savaş koşulları ve işbirlikçilerin varlığı, İsrail’in Gazze saldırıları sırasında elbette dikkate alınmalıdır. İkinci olarak da, kanıtlar Hamas’ı
n bu türden davranışları saldırıdan önce başlattığını, hala da sürdürdüğünü gösteriyor.
Söylenecek pek çok şey var:
– Bu tip uygulamalar, Filistin Otoritesi tarafından Batı Şeria’da başlatılmıştı ve elbette bunların da kınanması gerekiyor. Otorite’nin cezaevlerinde Hamaslı yüzlerce politik tutuklu var.
– İki tarafın da bu davranışları, Filistin’deki her türlü uzlaşma olasılığını güçleştirdiği için son derece zararlı.
– Özellikle Filistin’in geleceği için zararlı, çünkü Filistin’in bağımsızlığından sonra bile sürüp gitme tehlikesi taşıyor. Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin (FLN), bağımsızlık savaşı sırasında savaş koşullarının haklı kıldığı bazı davranışları, yeni devletin kurulmasında güçlükler yaratmıştı ve bugün hâlâ olumsuz bir rol oynamaya devam ediyor.
23 Şubat 2009
[Le Monde Diplomatique’teki Fransızca orijinalinden Şule Ünsaldı tarafından 5deniz (Sendika.Org) için çevrilmiştir]