Hem Türkiye’nin, hem de Ortadoğu’nun politik gündemi uluslararası ilişkilerin merkezine oturdu. Türkiye’nin bölge ülkesi olması nedeniyle iç politikasındaki gelişmeler bölgede dikkatle takip ediliyor. Özellikle içerisine girmiş olduğu seçim atmosferi, iç politikayı çok daha canlı tutmaya başladı. Bu süreç en azında Nisan ayına kadar devam edecek gibi. Küresel kapitalist ülkelerin gücünü arkasına alan ve sistem ilişkilerinde […]
Hem Türkiye’nin, hem de Ortadoğu’nun politik gündemi uluslararası ilişkilerin merkezine oturdu. Türkiye’nin bölge ülkesi olması nedeniyle iç politikasındaki gelişmeler bölgede dikkatle takip ediliyor.
Özellikle içerisine girmiş olduğu seçim atmosferi, iç politikayı çok daha canlı tutmaya başladı. Bu süreç en azında Nisan ayına kadar devam edecek gibi. Küresel kapitalist ülkelerin gücünü arkasına alan ve sistem ilişkilerinde çok önemli bir güç olmaya başlayan Türk-İslamcı hareket iktidar gücünü pekiştirmek, nispeten kaybolan prestijini yeniden toparlamak, mevcut oy potansiyelini korumak için bütün olanaklarını kullanmaya başladı.
Temmuz 2007’de yapılan genel seçimlerde AKP, gerçek politik kimliğini gizledi. Toplumsal değişim ve dönüşüm sürecinde çok aktif bir rol alacağını, ülkenin demokratikleştirilmesi için çalışacağını, Kürt sorununun çözümünde aktif rol alacağını, Alevilere yönelik demokratik açılımlara yöneleceğini, türbanı eğitim kurumları başta olmak üzere devlet kurumlarında serbest bırakacağını, AB ile müzakereler sürecinde ciddi adımları atacağını, ordunun politik sistem üzerindeki gücünü kıracağını, ‘demokratik’ bir anayasa hazırlayacağını açıklamıştı. Bütün propagandasını, toplumun değişik kesimlerini kapsayan politik talepler üzerine şekillendirdi. Seçim propagandası önemli bir etki yarattı ve AKP yüzde 47 oy olarak iktidar gücünü pekiştirdi. İslamcı Gül, Cumhurbaşkanı oldu. Sistem kurumları bütünlüklü olarak İslamcı kadroların denetiminde verildi. Böylece Türkiye fiilen ikili bir iktidar durumu oluştu. Daha önceki bir makalemde belirttiğim gibi, bugün devlet içerisinde savunmaya geçen klik geleneksel Kemalist rejimin savunucuları olurken, İslamcı iktidar gücü iste terste saldırı içerisindedir. Politik dengeler, İslamcı iktidar güçlerinin lehine doğru eviriliyor.
AKP sistemin stratejik kurumlarından biri olup kapitalist sistemin varlık nedenidir. Devletin Türk-İslam sentezi politikasına dayanan inkâr ve yok etme stratejisini en iyi uygulayan bir parti özelliğine sahiptir. Bundan dolayı da devletin stratejik politikalarında Genelkurmay ile tam bir uyum içerisinde oldu. Özel savaş kurumu olarak, özellikle Kürtlere yönelik çok yönlü ve kapsamlı tasfiye hareketinin politik önderliğini yaptı. Faşist ve ırkçı söylemleri bizzat Başbakan Erdoğan savundu.
Uluslararası küresel sermaye tarafından desteklenen AKP’nin bölgesel politik dengeler bakımından halen ciddi bir rol oynayabileceği hesaplanmaktadır. Bu nedenle kürsel sistemin uygulamak istediği ama halen başarılı olamadığı, ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ için ılımlı İslam politikası bakımından Türkiye’de politik rejimin kendi iç süreci içerisinde değiştirilmesi için AKP halen desteklenen bir güç.
İslamcı partinin son iki yıl içerisinde gücünü nispeten kaybetmeye başladığına dair önemli veriler bulunuyor. Özellikle Kürt illerinde ciddi sıkıntılarla karşı karşıya bulunuyor. Bölgedeki etkinliği önemli oranda zayıfladı. Bu durum devlet bakımından çok ciddi bir sorundur. AKP, hem devletin stratejik çıkarlarını korumak hem de uzun yıllar beri fiilen kurumsallaştırdığı ‘Yerel İslamcı İktidarları’ güçlendirmek için çok ciddi bir yönelim içerisindedir.
Hem devlet hem de İslamcı AKP, Mart 2009 yerel seçimlerini her bakımdan önemsiyor. Bu bakımdan toplumun farklı kesimlerine yönelik yeni politik manevralara yöneldi.
Devletin ve İslamcı AKP’nin merkezinde öncelikli olarak Kürtler bulunuyor. Bu nedenle TRT-Şeş ile Kürt sorununu çözeceğine dair mesajlar vermek istiyor. Burada birkaç noktaya dikkat çekmek gerek. Birincisi, TRT-Şeş’in açılması, İstanbul Üniversitesi bünyesinde ‘Kürt Dili ve Edebiyatı Fakültesinin’ açılması kararı, esas olarak Kürt Toplumsal Hareketinin yıllardır verdiği mücadelenin bir sonucu ve kazanımıdır. Bunun çok bilinçli olarak ön plana çıkartılması gerekir. Devlet bu noktaya gelmiş ise, inkâr ve yok sayma politikasında bir kırılma oluşmuşsa bunu yaratan tek güç gerilla gerçeğidir. İkincisi, Kürtlere yönelik, yıllardır uygulanan her türlü yasağın kaldırılmasıdır. Üçüncüsü sorun sadece TV gibi talepler değildir, esasen Kürtlerin bir ulus olarak kabul edilmesi ve ulusal ve demokratik haklarının Anayasal güvenceye alınmasıdır. Dördüncüsü, sorunun çözümü için devletin-hükümetin politik muhataplarıyla görüşmesidir. Özellikle, devletin Kürtlere karşı geliştirdiği psikolojik savaşı TRT-Şeş’ üzerinde yürütme politikasına yatıp rant elde etmeye çalışan devlet destekli ‘Kürt’lere karşı da politik duyarlılığı göstermek gerekir.
Devlet, yıllardır ezdiği, baskı altında tuttuğu, yaktığı Alevileri, devletin denetimine almak için çok yönlü politikalar geliştirmeye çalışıyor. Kürt özgürlük hareketini yalnızlaştırmak, devrimci-demokratik toplumsal muhalefeti etkisizleştirmek için Alevileri devletin yedek gücü haline getirmede çok yönlü politikalar uygulanmaya kondu. Devletin geliştirdiği politikalar ile Aleviler fiilen birkaç parçaya bölündü. İzzetin Doğan yani Cem Vakfı’nın desteğinde yaratılan ‘devlet Aleviliği’ne en çok destek AKP’den geliyor. Alevi oylarını almaya çalışan İslamcı parti oldu. Cemevlerine devlet yardımı, Dedelere Diyanetten aylık verilmesi, Muharrem ayı nedeniyle TRT kanalında canlı programlar yayınlanması gibi yönelimler hem devletin hem de AKP’nin Alevilerin sistemle buluşturma çabalarının ve yerel seçimlere yönelik politikaların bir parçasıdır. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın devlet adına ‘Alevilerden özür dilemesi’ söz konusu politikanın bir parçasını oluşturuyor.
Bir başka nokta sol eğilimli kitlelerin oylarına göz diken AKP; 58 yıl sonra Nazım Hikmet’in yeniden vatandaşlığa alarak önemli bir hamle yaptı. Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya’dan özür dilenmesi sol ve demokratik kamuoyunun AKP’ye doğru yönlendirilmesinin bir parçasını oluşturmaktadır. Hatta zamanlamasını yaratabilirlerse, Nazım’ın mezarının İzmir’de bir yere getirtilmesi planlanıyor. Bir bakıma İzmir Belediye Başkanlığı’na yönelik yapılan bir hamle olarak görülmektedir.
AKP İslamcı bir parti olmakla birlikte, İslamcıların gündemleştirdiği taleplere yönelik atılan adımlar sistemin diğer kurumları tarafından engellendi. AKP’ye yönelik kapatma davasına ilişkin süreçten sonra ciddi oranda geri adım atıldı. Bu, İslamcı çevrelerin AKP’ye olan güveninde belli bir kırılma yaratmasına ve İslamcı oyların Saadet Partisi’ne akma olasılığı oluştu. Bunun farkında olan Erdoğan, İsrail-Hamas meselesinde, anti-İsrailci bir tutum görüntüsü verdi. İsrail’e karşı sert çıkışlarla aslında İslamcı oyların AKP’de kalmasını sağlamada önemli bir avantaj sağladı.
AKP’nin, oy oranını bu düzeyde arttırmasında özellikle liberal kesimlerin, ikinci cumhuriyetçiler, AB destekçilerinin önemli bir etkisi söz konusuydu. Bütün liberal- Avrupa Birliği’nden yana olan gazeteciler, yazarlar, politikacılar, sanatçılar, aydınlar AKP’ye çok açık olarak desteklediler. Bu yönelim AKP’nin hem iç politikada hem de uluslararası ilişkilerde etki gücünü arttırdı. Temmuz 2007 genel seçimlerinden sonra, AKP’nin hem AB politikasındaki aktivitesini kaybetmesi, generallerle açık bir uzlaşıya yönelmesi, hem de devletin geleneksel politikasına yönelmesi, bu kesimlerin eleştirisine yol açtı ve desteklerini geri çekmeye başladılar. AKP, yerel seçimler sürecinde bunu tekrar tersine çevirmek ve yeniden destek almak istiyor. Bu bağlamda, emekli generallere yönelik olarak Ergenekon davası kapsamında eski MGK Sekreteri Tuncer Kılınç başta olmak üzere bir