Yaşanan krize çözüm arayışında ekonomik ve politik elitin giderek Küresel Sosyal Demokrasi paradigması etrafında birleştiğinin sinyalleri geliyor. Walden Bello buna karşın ‘toplumsal işletmecilik’ mantığından daha fazlasına ihtiyacımız olduğuna vurgu yapıyor: şiddetle ihtiyacımız olan şey eşitliği ve ulusal ve küresel ekonominin tam anlamıyla katılımcı demokratik kontrolünü öngören sosyal örgütlenme modelleridir. Şaşırılmaması gerekir ki, küresel ekonominin son […]
Yaşanan krize çözüm arayışında ekonomik ve politik elitin giderek Küresel Sosyal Demokrasi paradigması etrafında birleştiğinin sinyalleri geliyor. Walden Bello buna karşın ‘toplumsal işletmecilik’ mantığından daha fazlasına ihtiyacımız olduğuna vurgu yapıyor: şiddetle ihtiyacımız olan şey eşitliği ve ulusal ve küresel ekonominin tam anlamıyla katılımcı demokratik kontrolünü öngören sosyal örgütlenme modelleridir.
Şaşırılmaması gerekir ki, küresel ekonominin son sürat çözülüşü ile örtüşen şekilde ABD başkanlığına bir Afro-Amerikan liberalin yükselişi milyonlara dünyanın yeni bir dönemin eşiğine geldiğini hissettirdi. Seçilmiş Başkan Barack Obama’nın yeni atadığı bazı isimler -özellikle eski Hazine Sekreteri Larry Summers’ın Ulusal Ekonomik Konsey’in başına, New York Federal Rezerv Yönetim Kurulu Başkanı Tim Geithner’in Hazine’nin başına, ve eski Dallas Belediye Başkanı’nın Ticaret Temsilciliği’ne getirilmeleri- ciddi şekilde şüphe yaratsa da, eski neoliberal formüllerin iyiden iyiye gözden düştüğü duygusu birçoklarını dünyanın en büyük ekonomisindeki yeni Demokrat liderliğin 1980’lerden beri hüküm süren piyasa köktencisi politikaları terk edeceği yönünde ikna etmiş durumda.
Buradaki önemli bir soru, tabi ki, neoliberalizmden kopuşun ne kadar kararlı ve kati olacağıdır. Öte yandan elimizdeki diğer sorular kapitalizmin kalbine kadar uzanıyor. Devlet mülkiyeti, müdahalesi ve kontrolü sadece kapitalizmi rayına oturtmak için kullanılacak, ve daha sonra kontrol tekrar dev şirketlerin eline mi teslim edilecek? Devlet ve şirket elitinin, örgütlü emeği de yanlarına alarak, sanayi politikası, büyüme ve ücretler üzerinden bir ortaklık içinde yürüttüğü Keynesyen Kapitalizmin -bu sefer yeşil bir boyut da eklenerek – tekrar sahneye çıktığını mı göreceğiz? Yoksa mülkiyette ve ekonominin kontrolünde popüler yönlü köklü dönüşümlerin başladığına mı tanıklık edeceğiz? Küresel kapitalist sistemin yenilenmesinin, reformunun sınırlılıkları vardır, fakat son yarım yüzyıl içerisinde hiç bir zaman bu sınırlılıkların bugünkü kadar akışkan olduğu görülmemişti.
Fransa Başkanı Nicolas Sarkozy hali hazırda bir pozisyon almış bulunuyor. “Bırakınız yapsınlar-bırakınız geçsinler kapitalizmi ölmüştür” diye ilan eden Sarkozy, teknolojik yeniliği ve gelişmiş sanayilerin Fransız elinde kalmasını teşvik etmek ve istihdamı korumak için 20 milyar avro değerinde bir stratejik yatırım fonu oluşturdu. Yakın zaman önce Başkan retorik yaparak soruyordu: “Tren, uçak, araba ve gemi imal etmeyi bıraktığımız gün Fransız ekonomisinden geriye ne kalır?”. “Anılar… Fransa’yı basit bir turistik rezerve dönüştürmeyeceğim”. Kısmen ülkenin geleneksel beyaz işçi sınıfını kazanmayı hedefleyen bu tür saldırgan bir sanayi politikası, Fransa başkanının sabıkalı olduğu göçmen karşıtı dışlayıcı politikalar ile el ele yürüyebilmektedir.
Küresel Sosyal Demokrasi
Ne var ki, Sarkozyan hattı takip eden yeni bir ulusal Keynesyenizm küresel elitin elindeki tek alternatif değil. Güçler dengesinin güneye doğru kaydığı bir dünyada çıkarlarını dayatmak adına küresel meşruiyete duydukları ihtiyaç verili iken, batılı elitler Avrupa Sosyal Demokrasisi veya New Deal liberalizminin bir benzeri daha cazip bir model geliştirebilirler, bu modeli “Küresel Sosyal Demokrasi” (KSD) olarak adlandırabiliriz.
Finansal krizin patlak vermesinden çok önceleri bile KSD’nin taraftarları bu modeli neoliberal küreselleşmenin yarattığı gerginlikler ve basınçlar karşında bir alternatif model olarak öne çıkarıyorlardı. Bu modelle ilişkilendirilen önemli bir şahsiyet, Avrupa’nın finansal kriz karşısında bankaları kısmi olarak kamulaştırma şeklinde verdiği tepkiye öncülük eden, İngiliz Başbakanı Gordon Brown’dur. İngiltere’de genellikle “Yoksulluğu Tarih Yap” kampanyasının babası olarak anılan Brown, daha hala maliye bakanı iken, piyasa ile devlet kurumları arasında bir “ittifak kapitalizmi” dediği ve Franklin Roosevelt’in ulusal düzeyde gerçekleştirdiği modelin -“bir yandan piyasanın faydalarını garanti altına alıp bir yandan da onun aşırılıklarını terbiye etmek”- küresel düzeyde yeniden kurulmasını önermişti. Bu sistem, diye devam etmişti Brown, “düzensizlik riskini minimize etmeli, herkes için fırsatları en üst seviyeye çıkarmalı ve en savunmasız kesimleri desteklemeli” -kısacası, uluslararası ekonominin kamu amaçlı ve yüksek idealler doğrultusunda restorasyonu”.
Küresel Sosyal Demokrasi söylemini yaygınlaştırma çabasında Brown’a, aralarında Jeffrey Sachs, George Soros, eski UN Genel Sekreteri General Kofi Annan, sosyolog David Held, Nobel adayı Joseph Stiglitz, ve hatta Bill Gates gibi isimlerin bulunduğu heterojen bir grup da katıla gelmektedir. Doğal olarak bu gruptaki isimlerin bireysel konumları arasında ince farklılıklar vardır, fakat ortaya koydukları perspektifin temel itkisi aynıdır: reform edilmiş bir sosyal düzeni meydana getirmek ve küresel kapitalizm için ideolojik uzlaşıyı yeniden canlandırmak.
KSD taraftarlarının geliştirdiği temel önermeler arasında şu aşağıdakiler yer almaktadır:
•Esasında küreselleşme tüm dünya için kazançlıdır; neoliberaller bir çuval inciri mahvetmiş, onu iyi yönetememiş ve halklara iyi satamamışlardır.
•Küreselleşmeyi neoliberallerden kurtarmak acil bir görevdir, çünkü süreç esas itibari ile geri döndürülebilir bir süreçtir ve kısmen geri dönüşlerin başladığı bile görülmektedir.
•Büyüme ve hakkaniyet hedefleri çelişebilir, bu durumda hakkaniyet prensibine öncelik verilmelidir;
•Serbest ticaret, gerçekte, uzun dönemde kazançlı olmayabilir ve çoğunluğun yoksullaşması ile sonuçlanabilir, ticaret düzenlemelerinin sosyal ve çevre şartlarına tabi tutulması önem taşımaktadır;
•Bir yandan çok taraflı kurumlar ve antlaşmalar köklü bir şekilde reform edilirken, diğer yandan tek taraflılıktan kaçınılmalıdır – bu süreç DTÖ’ nün Ticaret Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları Antlaşması (TRIPS) gibi bazılarının terk edilmesi veya etkisizleştirilmesini içerebilir;
•Küresel sosyal entegrasyon veya ülkeler içindeki ve ülkeler arasındaki eşitsizliklerin giderilmesi, küresel piyasa entegrasyonuna eşlik etmelidir;
•Gelişmekte olan ülkelerin küresel borçları silinmeli veya radikal ölçüde indirilmelidir, ki açığa çıkacak tasarruflar yerel ekonomilerin canlandırılması için kullanılabilsin, böylece küresel reflasyona katkı yapılabilsin;
•Yoksulluk ve çevresel yıkım o derece şiddetlidir ki muazzam bir yardım programı veya “Marshall Planı” Kuzey’den Güney’e “Binyıl Kalkınma Hedefleri” çerçevesinde aktarılmalıdır;
•İkinci bir “Yeşil Devrim”, özellikle Afrika’da, genetiği tasarlanmış tohumların yaygın şekilde benimsenmesi aracılığı ile harekete geçirilmelidir;
•Hükümetlerin liderliğinde, küresel ekonomiyi daha çevre duyarlısı ve sürdürülebilir bir kulvara itecek dev yatırımlar hayata geçirilmelidir (“Yeşil Keynezyenizm” veya “Yeşil Kapitalizm”);
•Sorunların çözümünde askeri seçenek gündeme gelmemeli, diplomasi ve “yumuşak güç” lehine göz ardı edilmelidir, buna rağmen soykırım gibi durumlarda insani askeri müdahale gerçekleştirilmelidir.
Küresel Sosyal Demokrasinin Sınırları
Muhtemelen bir çok ilerici gücün halen neoliberalizm karşısında son savaşlarını veriyor olmasından ötürü, Küresel Sosyal Demokrasi henüz eleştiri oklarını üzerine çekmiş değil. Halbuki acil bir
eleştiri gereklidir. Bu gerekliliğin KSD’nin sadece neoliberalizm sonrası için en büyük olasılık olmasından başka nedenleri var. Daha önemli bir neden, KSD’nin bazı olumlu unsurları olsa dahi, eski Sosyal Demokratik Keynesyen paradigmada da olduğu gibi, bazı sorunlu yönlerinin olmasıdır.
KSD’ye yönelik bir eleştiriye modelin dört ana unsurunun taşıdığı problemleri işaret ederek başlanabilir.
İlk olarak, KSD neoliberalizmin küreselleşme eğilimini paylaşmaktadır, kendisini farklılaştırdığı nokta küreselleşmeyi neoliberallerden daha iyi pazarlayacağı sözünü vermesidir. Ne var ki bu şunu söylemektir: sadece bir “küresel sosyal entegrasyon” boyutu ekleyerek, yapısal olarak sosyal ve çevresel yıkıcılığı olan bir süreç, akla uygun ve kabul edilebilir bir hale getirilebilir! KSD’nin burdaki varsayımı halklar ve insanların parçası olmayı istedikleri dünyanın, gerçekten de işlevsel olarak bütünleşmiş bir küresel ekonominin ülkeler ve uluslar arasındaki tüm engelleri kaldırdığı bir dünya olduğudur. Fakat aslında insanlar yerel kontrole tabi olan ve uluslararası ekonominin saçma kaprislerinden korundukları ekonomilerin parçası olmak istemezler mi? Gerçekten de bugün birbirine kenetlenmiş ekonomilerin son sürat aşağı doğru giden bir yörüngeye oturmuş olması küreselleşme karşıtı hareketin temel eleştirilerinden bir tanesinin doğrulanması değil midir?
İkinci olarak, KSD neoliberalizmin üretim, bölüşüm ve tüketim için piyasanın temel mekanizma olduğu yönündeki tercihini paylaşmaktadır; kendisini ondan ayrıştırdığı nokta ise piyasanın çöktüğü anlarda devletin devreye girmesini savunmasıdır. Yoksulluğun Sonu’nun yazarı Jeffery Sachs’a göre dünyanın ihtiyacı olan küreselleşme “bir yandan ciddi miktarlarda ticareti ve yatırımın sabana koşulmasını… diğer yandan da sınırlılıklar hesaba katılarak kolektif eylem aracılığı ile bu sınırlılıkların üstesinden gelmeyi” gerektirir. Tabi ki bu laf, vatandaşların ve sivil toplumun ana ekonomik kararları alması gerekir, ve piyasa, devlet bürokrasisi gibi, bu demokratik kararları uygulamanın sadece bir aracıdır demekten çok farklı bir şeydir.
Üçüncüsü ise, KSD, inisiyatiflerin tabandan süzülerek yükseldiği katılımcı bir proje olmak yerine, uzmanların reformları bir defada kuluçkadan çıkartarak, topluma yukardan dayattıkları teknokratik bir projedir.
Dördüncü olarak, KSD, neoliberalizmi eleştirse bile temelinde emekten ağır bir sömürüsü ile elde edilen artı değerin birikimi üzerinde yükselen, içerdiği aşırı üretim eğilimi nedeni ile sürekli olarak bir krizden diğerine sürüklenen, ve karlılık arayışı ile doğanın sömürüsünü sınırlarına kadar zorlayan tekelci kapitalist çerçeveyi kabul etmektedir. Ulusal alandaki geleneksel Keysensyenizm gibi, KSD de, yalnız bu sefer küresel ölçekte, yeni metotlar aracılığı ile kriz eğiliminin ortadan kaldırılması veya minimize edilmesine yarayacak yeni bir sınıf uzlaşısının koşullarını yaratma arayışı içindedir. Tıpkı eski sosyal demokrasinin ve New Deal’ın ulusal kapitalizmi dengeye getirmesi gibi, KSD’nin tarihsel misyonu da çağcıl küresel kapitalizmin çelişkilerini düzleyip, onu krizin yarattığı kaos ertesinde yeniden meşrulaştırmaktır. KSD köken itibari ile sosyal “işletmecilik” ile alakalıdır.
Obama farklı politik söylemleri birbirine bağlayabilen retoriksel bir yeteneğe sahip. Bununla birlikte sıra ekonomiye geldiğinde ise tam anlamıyla boş bir taş levha. O da Franklin Roosevelt gibi eski rejimin formülleri ile bağlı değil. Tek kriteri toplumsal işletmenin başarısı olan bir pragmatik. Böylesi bir şahsiyet, böylesine iddialı bir reform projesine liderlik edebileceği yegane pozisyona yerleşmiş bulunuyor.
İlerici Güçler için Kalk Borusu
İlerici güçler neoliberalizme karşı her cephede topyekun bir savaşa girişmişler iken, reformist düşünceler statükocu eleştirel çevrelerin süzgecinden dışarıya sızıyordu. Bu düşünceler şimdi politikaya dönüştürülme aşamasındalar ve ilerici güçlerin bu politikaları hedef almak için şimdikinin iki katı mesai yapmaları gerekecek. Bu sadece eleştiri aşamasından somut reçete çıkarma aşamasına geçme meselesi değil. Asıl üstesinden gelmemiz gereken şey, 1980’lerle başlayan ve 1990’ların başında bürokratik sosyalist rejimlerin çöküşü ile kombine olan neoliberal meydan okumanın saldırganlığının ilerici politik düş gücü üzerine empoze ettiği sınırlamalardır. İlericiler bir kez daha açıktan açığa ve tam anlamıyla eşitliği ve ulusal ve küresel ekonominin demokratik katılımcı kontrolünü hedefleyen toplumsal organizasyon modellerini, kolektif ve bireysel özgürleşmenin olmazsa olmazı olarak, şiddetle talep etmelidirler.
Savaş sonrasının eski Keynezyen rejimi gibi, Küresel Sosyal Demokrasi de bir toplumsal işletmecilik projesidir. İlerici perspektif ise bunun tam tersi olarak sosyal özgürleşmeyle ilgilidir.
[Foreign Policy In Focus’da (FPIF) yayınlanan İngilizce orjinalinden Örsan Şenalp tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
________________________________________
* Walden Bello Transnational Institute’ün yoldaş üyesi, Foreign Policy in Focus’un köşe yazarı, Bangkok merkezli Focus on the Global South’un kıdemli analisti, Borçlardan Özgürlük Koalisyonunun başkanı, ve Filipinler Üniversitesinde sosyoloji profesörüdür.