Amerika’da başlayarak dünyaya yayılan ekonomik krizin sonuçları, kapitalizmin diğer kriz süreçlerinde deneyimlendiği gibi, çalışanların üzerinden çıkartılıyor. Bu dönemde de dünyanın dört bir yanından ve elbette ülkemizden gelen işsizlik haberleri (1) bu gerçeği doğrulamakla birlikte, ezberlerimizi alttan alta da olsa “sevindirici bir biçimde” pekiştiriyor. Kriz, sermaye için bir düzeltme olanağı sunacak Tekrarlamakta yarar var: Daha fazla […]
Amerika’da başlayarak dünyaya yayılan ekonomik krizin sonuçları, kapitalizmin diğer kriz süreçlerinde deneyimlendiği gibi, çalışanların üzerinden çıkartılıyor. Bu dönemde de dünyanın dört bir yanından ve elbette ülkemizden gelen işsizlik haberleri (1) bu gerçeği doğrulamakla birlikte, ezberlerimizi alttan alta da olsa “sevindirici bir biçimde” pekiştiriyor.
Kriz, sermaye için bir düzeltme olanağı sunacak
Tekrarlamakta yarar var: Daha fazla artı-değer üretimi ve daha geniş pazarlar, kapitalist sermaye birikim sürecinin en temel iki noktasını oluştururken, bu sürecin sorunsuz bir biçimde işlemesi mümkün olmamakta, sistemin belirli aralıklara tekrarlayan krizleri de bundan ileri gelmektedir. Sermaye bu süreçte firma içerisinde emek gücüne, firma dışında da diğer sermayedarlara karşı karını artırma mücadelesi verirken, kullanımına sunulan emek gücünden kapasitesinin sonuna kadar yararlanma hedefi ile hareket etmektedir. Bu çerçevede işçi gerektiği zaman çeşitli esneklik türleri ile üretim ve firma merkezli olarak farklı şekillerde çalıştırılacak, kimi zaman da -şu an olduğu gibi- işsiz bırakılacaktır.
1929-1930 ve 1970’lerde yaşanan krizlerin ardından somut bir biçimde görüldüğü üzere, kriz, kapitalizm açısından ciddi bir yenilenmenin yanı sıra, emeğin sermaye karşısındaki göreli konumuna ilişkin de bir “düzeltme” olanağı da sunmaktadır. Bu çerçevede, kriz dönemlerinde sermaye, -elbette krizin ortaya çıkış koşullarından bağımsız olmayarak- farklı bir birikim rejimi ve toplumsal kurum ve yapıları ona eklemleyen bir düzenleme biçimi ile siyasal-toplumsal-kültürel örgütlenmesini yeniden yapılandırmaktadır (2). Farklı toplumsal kesimlerin özellikle de işçi sınıfının payına düşen bilinç biçimleri de bu yeniden oluşum sürecinin en önemli köşe taşlarından birini oluşturmaktadır.
Güzel de bütün bunlar neden yazıldı? Şu nedenle: Pek önemli görevlere sahip olduğu anlaşılan (3) kariyer danışmanı Richard A. Smith, içinden geçilen kriz sürecinde işten atılmamak için 3 öneride bulunmuş. (4) Ne mi demiş? İşte yukarıda soyut düzlemde söylediklerimizi, sermayenin emek gücü ve üretim noktasına ilişkin işgücü ile firma politikalarının bütünleştirilmesini hedefleyen neo-liberal stratejisi çerçevesinde sınayabileceğimiz, yorum gerektirmeyecek kadar açık öneriler:
Performansınızın yüzde 20’sini artırın!
“1) Şirketin mikro yatırımını tespit edin: Daha önceki kriz zamanlarında da şirketler tensikata gitti, ancak krizden çıkınca pazar paylarını kaybetti ve eli zayıf kaldı. Şu aralar yöneticiler delice kısıntıya gidiyor ancak şirket için değerli olabilecek, büyük yatırım istemeyen projeleri elde tutuyor. Siz de bu tip mikro yatırımları gözünüze kestirin.
2) Performansınızın yüzde 20’sini artırın: Pek çok işte, yapacağınız işin yüzde 80’i tanımlıdır. Çalışanların yüzde 95’i de üzerlerine düşen bu görevleri yerine getirir. İşverenin sizden istemediği o yüzde 20’yi tespit edip, üzerinize düşenden fazlasını yapın. Böylece işyerinde fark edilirsiniz.
3) İstifa edin ama şirkette kalın: Career Builder’ın araştırmasına göre her 5 çalışandan biri 2009’da işten ayrılmayı düşünüyor. Pazarın ve ekonominin durumunun, onları etkilemeyeceğini düşünüyorlar. Kötü haber: Derin bir resesyon, büyük risktir. Eğer ayrılmayı kafaya koyduysanız kendi şirketinizde başka bir pozisyon ayarlamaya bakın.”
Ucuz ve uyumlu…
Bu önerilerin her biri, aslında, yukarıda değinilen, emek-gücünün kullanım kapasitesini artırmayı hedefleyen bir stratejinin temellerini oluşturuyor. Bu strateji ucuz ve çalışkan bir işçi tipini talep ettiği kadar, ideolojik bir çerçevede firma politikalarına sorunsuz bir şekilde eklemlenebilen, uyumlu ve uysal bir işgücüne de -kriz sürecinde çok daha fazla- gereksinim duyuyor. Kaldı ki mevcut emek piyasası koşullarında bu tür bir işçi tipinin oluşumu için nesnel koşullar fazlasıyla bulunmaktadır. Giderek artan oranda yaşanan uzun süreli işsizlikten çıkan çiçeği burnunda ücretli, firma politikalarına daha kolay uyum sağlayabilmekte, bu kapsamda daha ucuz çalışmakta, örgütlülüğü elinin tersiyle itivermektedir.
İşsizlikle tehditleri boşa çıkartmak…
“İsşiz kalmamak” için bizim getirebileceğimiz 3 öneri ise şunlar olabilir:
1) Daha fazla örgütlülük. Kriz sürecinde sermayenin talep ve dayatmaları karşısında direnç mekanizma ve mevzilerinin daha sağlam tutulabilmesi ve yenilerinin kurulabilmesi için daha fazla sendikal ve siyasal örgütlülük.
2) Türkiye emek piyasası, esnek çalışma biçimlerinin artan bir şekilde uygulanması ve sendikal örgütlülükten yoksun yapısı ile giderek daha fazla güvencesiz bir yapı arz etmektedir. Emek piyasasının bütününde görülebilen bu durumu mikro bazda firma içerisinde de gözlemlemek mümkündür. Sermaye, firma bazında çalıştırdığı işgücünün bütün katmanlarını (nitelik, yaş, cinsiyet, eğitim durumu, vs.) güvencesiz kılmaktadır. Dönem çok fazla sayıda işte, kısa süreli ve her türlü güvence unsurundan (sigorta -dolayısıyla işsizlik sigortası-, sendika, vs.) yoksun bir şekilde çalışma dönemidir. Bu ise teknolojik gelişmelerle birlikte işçi sınıfın heterojenleşme eğilimlerinin arttığı bu süreç içerisinde, sınıf için türdeşleştirici bir nitelik taşımakta, işçiler güvencesizlikte eşitlenmektedir. Sermaye ise emek-gücünü “gemiden ilk kurtarılacak”, aynı anlama gelmek üzere tasarruf edilecek bir maliyet unsuru olarak gören geleneksel bakış açısını pekiştirmektedir. Dolayısıyla işsizlik, yani yedek işgücü rezervi, emek sürecinin sermaye lehine yeniden düzenlemesinin bam telini oluşturmaktadır. İşsizliğin çalışanlar açısından bu kadar yaygın bir tehdit olduğu bu koşullarda, işçilerin de sermayeye karşı “Beni işsizlikle tehdit etme. İlk fırsatta zaten atarsın, atacaksın” diyerek, bu tehditleri boşa çıkartabilmesinin nesnel koşulları olgunlaşmıştır.
3) İşsizlik genel olarak, tek başına bireyin yetenek ve kapasitesine ilişkin değil, toplumsal bir sorundur. İşsizlik tehdidi ve yapısal-uzun süreli işsizlik ücretlerin emek piyasasında bir bütün olarak düşmesine neden olacaktır. Dolayısıyla bir çalışanın işsiz kalması, piyasanın işleyiş mantığı gereği, diğer çalışan ve işsizleri etkilemektedir. Söz konusu tümelci bakış açısı içerisinde, işsizlerin de farklı kanallar yoluyla karşı koyuş sürecinin içerisine yığınsal olarak çekilmesi zorunludur. Bireyin örgütlenme dinamiklerinin emek piyasasına girip-girmemesi ile ilişkilendiği yada “çalışan merkezli-mevcutla yetinen” bir strateji bu koşullarda geçerlilik arz etmemektedir.
Denizcan Kutlu
denizcan_kutlu@hotmail.com
1. Avrupa’da işsiz sayısı 17,5 milyon olarak belirlendi; http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=21461; İmalat sanayiinde ekim ayının bilançosu:190 bin işsiz; http://www.birlesikmetal.org/
2. Buradan sermayenin istediği zaman istediği gibi davranabildiğine ilişkin bir sonuç çıkartılmamalıdır. Yaşananlar farklı toplumsal dinamiklerin de etkisi ile sınıflar mücadelesinin bir dolayımı olarak gerçekleşmektedir.
3. http://www.neco.org/awards/recipients/rasmith.html
4. http://www.gercekgundem.com/?p=170106