Dünyanın dört bir yanında neo-liberal kapitalizmin sorgulandığı günlerden geçiyoruz. Tam da bu dönemde Avrupa’nın kalbi olan Almanya’da Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in katledilişlerinin 90. yıldönümü dolayısıyla 80 bin insanın katıldığı büyük bir anma gerçekleşti. Peki neydi onca yıl geçmesine rağmen bu iki insanın anmasının neo-liberal kapitalizme karşı bir gövde gösterisine dönüşmesini sağlayan? Bilindiği gibi 4-8 […]
Dünyanın dört bir yanında neo-liberal kapitalizmin sorgulandığı günlerden geçiyoruz. Tam da bu dönemde Avrupa’nın kalbi olan Almanya’da Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in katledilişlerinin 90. yıldönümü dolayısıyla 80 bin insanın katıldığı büyük bir anma gerçekleşti. Peki neydi onca yıl geçmesine rağmen bu iki insanın anmasının neo-liberal kapitalizme karşı bir gövde gösterisine dönüşmesini sağlayan?
Bilindiği gibi 4-8 Kasım 1918’de İşçi ve Asker Konseyleri birçok yerleşimde yönetimi devraldı ve Cumhuriyet ilan edildi. Ancak devam eden süreçte bir çeşit ikili iktidar söz konusuydu. Bir yanda Sosyal Demokrat Parti (SPD) diğer yanda Spartakistler ve ortada sallanan Bağımsız Sosyal Demokrat Parti. İktidar boşluk dinlemedi ve SPD, Spartakistlerin de içinde olduğu “sol”un zaaflarını iyi değerlendirerek iktidarını sağlamlaştırmaya başladı; Konseyleri yok etmeye yöneldi. Şimdilerde adını bir vakıftan anımsadığımız Ebert başkanlığında konseylere saldırı başladı ve Noske yönetiminde işsizler, serseriler, gerici subaylar vb.den oluşan Gönüllüler Ordusu (Freicorps) kuruldu. Freicorps’lar iktidara karşı bir hamle niteliğindeki Spartakist ayaklanmaya saldırarak ülkedeki tüm komünistlere karşı büyük bir saldırı başlattı. İşçilere karşı inancı sonsuz olan sosyalizmin en büyük kadın teorisyeni Rosa kafasına aldığı dipçik darbeleriyle, Berlin işçilerinin önderi “Kızıl” Karl’da ensesine aldığı kurşunla öldürüldü.
Onların işçi sınıfı ve sosyalizm mücadelesinde yerlerini bilmek, bugün neo-liberal kapitalizme, savaşa ve oportünizme karşı mücadelede ilerisini görmemizi sağlayacaktır. Rosa ve Karl’ın görüşlerini ve pratiğini 6 noktada açıklamaya çalışacağım.
1-SPD’nin yapısı ve mücadele zemini
Paris Komünü sonrası işçi sınıfının mücadele eksenini, kitlesel işçi partilerinin kurulması ve işçi sınıfının bu partiler vasıtasıyla parlamentoda bağımsız bir sınıf olarak temsil edilmesi oluşturdu. Almanya’da ise bu eksen 1863’te kurulan Lassalle’cı örgütlenmeye dayanır. Bu örgütlenme ile 1869’da kurulan W.Liebknect (Karl’ın babası) ve Bebel önderliğindeki Eisenach’lılar Partisi’nin 1875’de birleşmesiyle SPD oluştu. Ancak Marx ve Engels bu birleşmeyi eleştirip SPD’nin karma, çelişkili bir ideolojiye sahip olduğunu, barışçıl yoldan sosyalizme geçişi savunduğunu ve yasalcı bir çizgiye sıkı sıkıya bağlandığını ifade ettiler. Bu süreç 1889’da kurulan II. Enternasyonal’in maddi temelini oluşturdu.
1912’de SPD genel seçimlerde 4.5 milyon oy alan, 110 milletvekili ile parlamentoda temsil edilen en büyük partiydi. Dünyanın bu en büyük partisinin yüzbinlerce üyesi, onlarca gazetesi ve birçok yerel örgütü bulunuyordu. Bu haliyle bu “dev” parti II. Enternasyonal’in omurgasını oluşturuyordu.
Ancak yasallığa sıkı sıkıya bağlı oluşu, devasa genişliği, gücünü korumak için “tedbirli” davranışı partinin zayıf ve gerici yönüydü. Bu haliyle işçi sınıfını değil, onun içindeki ayrıcalıklı kesim olan “işçi aristokrasisini” temsil ediyordu.
Rosa ve Karl partinin bu eğilimine karşıydı. Rosa’nın 1906’da yazdığı “Kitle Grevi” broşüründe savunulan genel grev, esasen SPD’nin yasallığına-parlamenterizmine karşı bir mücadele aracı olarak da görülüyordu. Çünkü SPD “eylem” yapmıyordu. Kitlelerin kendiliğinden eylemi, belki parti içindeki bu gerici eğilimi de temizleyebilirdi.
2-Bernstein’e karşı savaşım – Revizyonizme karşı mücadele
20.yy.ın başında revizyonizm II. Enternasyonal’in temel sorunu halini aldı. Bunun SPD’deki görüntüsünü ise Bernstein’ın ortaya attığı fikirler oluşturdu. 1899’da yayınladığı kitabında Bernstein, marksizmin tarihsel materyalizm analizini, emek-değer kuramını ve devrim anlayışını revize etmeye çalıştı. Ona göre sermaye merkezileşmiyor, kapitalist gelişme krizleri önlüyordu. Sendikalar, reformlar ve devletin demokratikleşmesi yoluyla sosyalizme barışçı bir geçiş olacaktı.
Rosa “Sosyal Reform ya da Devrim” broşürü ile revizyonizme karşı bayrak açtı. Marksist devrim anlayışını ve kapitalizmin analizini ortaya koyarak sosyalizmin bu tahrifinin mahkum edilmesinde önemli bir rol oynadı.
3-Ulusal Sorun tartışması ve Lenin’e karşı polemik
I. Dünya Savaşı evveli olan en önemli tartışmalardan biri ulusal sorun konusudur. Lenin bu konuda çokuluslu devletlerin bir analizini yaptı. Kapitalizmin bu devletlerde gelişmesi ve savaş-sömürgeciliğin bu devletleri merkezileştirdiğini savundu. Bu noktada bağımlı ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının olması gerektiğini ortaya koydu.
Oysa Rosa Polonya asıllıydı ve ilk üye olduğu parti de Polonya Sosyal Demokrat Partisi’ydi. Polonya SPD’nin amacı ise ülkenin bağımsızlığıydı. (O dönem Polonya Avusturya-Macaristan ile Rusya arasında paylaşılmıştı.) Rosa partinin bu eğilimini milliyetçilik ve işçileri sınıf mücadelesinden saptırmak olarak niteledi. Bu bakış açısı Lenin’le polemiklerine de yansıdı. Buna ek olarak Almanya’nın sosyalist devrim aşamasında oluşu bakış açısını iyice pekiştirdi. Oysa ulusların bağımsızlık hakkı demokratik devrim mücadelesinin önemli bir başlığı idi.
4-Ya barbarlık içinde çöküş ya sosyalizm
Rosa I. Dünya Savaşı sürecinde “Sermaye Birikimi” kitabını yayınlayarak Marksizme önemli bir katkıda bulundu ve kendi iktidar stratejisini de ortaya koydu. Bu çalışmada Rosa, Marx’ın yaptığı genişletilmiş yeniden üretim analizinde hata yaptığını ileri sürer. Rosa’ya göre genişletilmiş yeniden üretimle kapitalizm kendini yenileyemez ve birikim olanaksızlaşır. Çünkü Rosa sorunu bir genişleme ve pazar sorunu olarak ele alır. Toplum kapitalistler ve işçiler olarak ikiye ayrılınca sermaye birikimi olanaksızlaşacak; şiddet, savaşlar ve devrimler meydana gelecekti.
Rosa Marx’ın genişletilmiş yeniden üretim analizini yanlış yorumladı. Ancak ortaya koyduğu emperyalizm anlayışı Marksizme önemli bir katkıdır. Emperyalizmi kapitalizmin zorunlu bir aşaması olarak görmesi, merkez-sömürge ilişkisi ve sermaye ihracı süreci SPD içindeki oportünizme ve sosyal şovenizme karşı bir duruşu belirler. Ancak daha birçok noktada göreceğimiz iktidar stratejisine de kendiliğindenlik damgasını vurmuştu.
5-Parti örgütlenmesi ve işçi sınıfı bilinci
Rosa işçi partisi konusunda Lenin’e karşı birçok yazı yazdı. Çünkü parti anlayışı daha farklıydı. Bolşevik örgütlenme anlayışı, ona göre işçi sınıfının gelişimini ve inisiyatifini engelleyebilirdi. İşçi hareketi kendiliğinden gelişmeliydi ve hata yapabilme özgürlüğüne sahip olmalıydı. Bolşevik örgütlenme ise ileri işçiler örgütü ile işçi sınıfının bütünü arasında bir ayrım koyuyor ve iradeye vurgu yapıyordu. İşte bu nokta Spartakist örgütlenmenin “yumuşak karnı”nı oluşturdu.
Rosa ve Karl SPD içinde önce Enternasyonal grubunu kurdular. Sonra Spartakist Birlik kuruldu ve Komünist Parti’nin kurulmasına katıldılar. Ancak işçi sınıfı içinde etkinlik gösterme ve işçi sınıfı içinde oportünist eğilimlere karşı mücadelede başarılı olamadılar. Bu da yenilgilerinin en büyük nedeni oldu. (Bolşeviklerin farkı ise burada yatıyordu.)
Ancak Rosa’nın görüşleri herşeye rağmen dikkate değerdir. İşçi partilerinin içine düştüğü bürokratizm batağında Rosa’nın görüşleri akıllara gelmelidir. Yine Yunanistan’da meydana gelen
ayaklanma ile Bolivya ve Arjantin’de hükümetleri düşüren eylemlilikler “sıradan” işçinin militanlıklarının örneklerini verir. Bu gelişmeler Rosa’nın önemini ortaya koyar.
Rosa Marx’ın işçi partisi anlayışını geliştiremedi. “İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır” görüşünü Sovyet-parti ilişkisi geliştirdi. Rus Devrimi’ni “Komünist Manifesto’ya karşı bir devrimdi” diye nitelerken Bolşevik örgütlenmenin başarısının hakkını verdiğini görüyoruz. (Komünist Manifesto’da işçi partisi bir çoğunluk örgütü olarak nitelenir.)
6-Sosyal şovenizme karşı mücadele
“Bazı ülkelerde her şey uykuda gibi. Almanya’da istisnasız bütün sosyalistler savaştan yana; yalnızca Liebknecht savaşa karşı. Buna derim ki: bu tek adam; Liebknecht, işçi sınıfını temsil ediyor. Herkesin umudu yalnız onda, onu destekleyenlerde, Alman proleteryasında… İnsanın Karl Liebknecht’in diliyle konuşması gerekir; ulusal kurtuluştan söz açan kendi burjuvazisine ikiyüzlülük ettiğini, proletarya ‘silahlarını’ kendi hükümetine çevirmedikçe, bu savaşın demokratik bir barışla sonuçlanamayacağını söylemesi gerekir”.(Lenin)
Savaş karşıtlığı II. Enternasyonal’in temelini oluşturdu. 1907 Stuttgart ve 1912 Basle Kongrelerinde işçi sınıfının gücünün barışı sağlayabileceği, yine de savaşın patlak vermesi halinde, savaşın getirdiği krizden yararlanarak kapitalist sınıf iktidarının yıkılması görevi ortaya konuldu. Buna rağmen Fransız, Alman ve Avusturyalı sosyalistlerin savaş harcamaları lehine oy kullanmaları, II. Enternasyonal’in fiilen sonunu getirdi. Sosyal şovenler emperyalist olan bu savaşı anayurt savunması olarak niteledi ve burjuva hükümetlere katıldılar.
İşte bu noktada tarihin akışını değiştirenlerden birisi de Karl Liebknecht’tir. 2 Aralık 1914’te parti kararına rağmen, SPD’li 110 milletvekilinden tek savaşa karşı oy veren odur. Liebknecht’in tavrı belki de III. Enternasyonal’e giden yolun en önemli ilk adımıdır.
Bertolt Brecht’in sözleriyle…
Savaşa karşı duran / karl liebknecht / burada yatıyor / öldürüldüğünde / düşmemişti kentimiz henüz.
Burada uyuyor / rosa luxembourg / alman işçileri için savaşan / Polonyalı bir yahudi / çelişkilerinin mazlumlara gömüldüğü / alman zorbalarının / emriyle öldürülmüştü.
Ölümlerinin 90. yıldönümünde işçi sınıfına olan sarsılmaz inançlarının bizlerce de paylaşıldığı iki büyük önderi saygıyla anıyoruz…