Dünya üzerinde yaşayan herhangi bir insan, İsrail’in Gazze’de, Filistin’de yaptıklarına ya da ABD’nin bu katliamı desteklemesine şaşırabilir mi? Peki “Arap devletlerinin”, “Müslüman devletlerin” takındığı tutuma şaşırmak mümkün mü? Uluslararası topluluk denen büyük devletler topluluğunun, Avrupa devletlerinin, Japonya’nın, Rusya’nın bu saldırılar karşısındaki kayıtsızlıkları kimi şaşırtabilir? Peki AKP’nin, Erdoğan’ın sözleri? İsrail devleti kurulduğundan bu yana Filistin halkına […]
Dünya üzerinde yaşayan herhangi bir insan, İsrail’in Gazze’de, Filistin’de yaptıklarına ya da ABD’nin bu katliamı desteklemesine şaşırabilir mi? Peki “Arap devletlerinin”, “Müslüman devletlerin” takındığı tutuma şaşırmak mümkün mü? Uluslararası topluluk denen büyük devletler topluluğunun, Avrupa devletlerinin, Japonya’nın, Rusya’nın bu saldırılar karşısındaki kayıtsızlıkları kimi şaşırtabilir? Peki AKP’nin, Erdoğan’ın sözleri?
İsrail devleti kurulduğundan bu yana Filistin halkına çektirdiği acıların görüntüleri hiç değişmedi. Bu görüntüler karşısında siyasi aktörlerin takındıkları tutum da hiç değişmedi. İşin belki de en korkunç tarafı; artık bunların kimseyi şaşırtmaması, tersine kanıksanması. İsrail çocuk katleder, ABD destekler, Avrupa Birliği geçiştirir, İslamcı hükümet başkanları yaygara yapar, devlet başkanı eşleri gözyaşı döker ama kalıcı ya da geçici hiçbir yaptırım uygulanmaz. Bu durum güç ilişkilerinin kabul edildiği ve yeniden kutsandığı kalıcı bir bilinç oluşturur.
İsrail’in Gazze’ye saldırmasının nedenlerini ve gelişmeleri kısaca sıralayalım. İsrail’in açıkladığı neden; Gazze’den İsrail’in güneyine yapılan roket saldırıları. Ulaşmak istediği sonuçsa; roket girişinin sağlandığı Mısır ile bağlantılı tünellerin ortadan kaldırılması olarak açıklanıyor. Resmi olarak açıklanmayan nedenlerin başında ise İsrail’de Şubat ayında yapılacak genel seçimler geliyor. Yine önümüzdeki aylarda Filistin’de de seçimler yapılacak. İsrail egemenleri, bir taşla birkaç kuş vurma peşinde. Hem kendi iktidarlarını sağlamlaştırmak hem de Gazze Şeridi’nde hâkim olan Hamas iktidarını zayıflatmak istiyorlar. Üstelik bu dönem suç dosyası zaten kabarık olan Bush’a yeni bir suç eklemek ve Obama’ya uygun bir ortam hazırlamak bakımından en uygun dönem.
Filistin’de ise zulüm var, açlık var, ölüm var, kimyasal silahlar var. Bunların yanında başka hesaplar da var. Zaten bir tane Filistin de yok, birkaç tane Filistin var. El Fetih’in Filistin’i; Hamas’ın Filistin’i; bir de solcuların kafasında 70’lerden kalma bir Filistin. El Fetih, “eğer Gazze’de bir iktidar boşluğu oluşursa göreve hazır olduklarını” açıklıyor. Hamas ise iktidarını, kameramanların çektiği görüntüler üzerinden sürdürmenin hesabını yapıyor.
Gazze’deki katliamı bir iç iktidar malzemesi haline getirmenin piri ise Tayyip Erdoğan. Bir taraftan İsrail’e “ağır” laflar ederken (İsraillilere göre bunlar düşmandan beter laflar), diğer yandan, iş en ufak yaptırıma gelince “dengeler var”, “bakkal dükkanı yönetmiyoruz” diyebilecek kadar pişkin. Yerel seçimler öncesi böylesi bir malzemenin değerini gayet iyi bildiği de açık. Çünkü zaman İslamcı mitinglerin, Cuma gösterilerinin önünü açmak için en uygun zaman. Ekonomik krizin iktidarı sıkıştırdığı bir dönemde gerici tabanı bir arada tutmanın, eski aidiyetlerini hatırlatmanın en iyi yolu bu. Emperyalist ve Siyonist işbirlikçiliğin en kritik aktörlerinden ikisi olan AKP-Erdoğan ve Erbakan-Saadet Partisi’nin kendilerini “aklamak” için bundan daha iyi fırsatı olmazdı.
***
Bu dönemki gelişmelerin açığa çıkardığı ayrıntılardan biri de gericileştirme operasyonunun eşgüdümüne ilişkin. Sadaka toplamak ve dağıtmak görüntüsü altındaki yolsuzluk çalışmalarının alanları paylaştırılmış. Deniz Feneri asıl olarak ülke içini ve Avrupa’yı alırken, İnsani Yardım Vakfı -İHH ise Afrika’yı ve Asya’yı almış.
Tüm bu gelişmeler karşısında ne yaptığını bilmeyen tek kesim görüntüsü verense “sol”dan başkası değil. Cuma gösterilerine sol adına katılanlardan tutun da yine sol adına BM Güvenlik Konseyi’ni göreve çağıranlara, en iyi niyetle, ne yaptığını bilmez aymazlar eksik değil. Oysa İsrail’i lanetlemenin, Filistin halkının katledilmesini engellemeye çalışmanın tek yolu Hamas’ın yanında olmak değildir. Peki BM’yi ABD gözetimi altında göreve çağırmanın İsrail’in çıkarlarını savunmaya soyunmaktan başka bir anlamı olabilir mi? Sol; bütün Ortadoğu sorununda olduğu gibi Filistin sorununda da emperyalistlerden, Siyonistlerden, işbirlikçilerden ve gericilerden net bir biçimde ayrışmalıdır. Ezilenlerden, katledilenlerden yana olmak; onlarla gerçek ve somut dayanışma ilişkileri geliştirmek için bu vazgeçilmez bir şarttır.
Gazze’deki katliamı engellemek için bize düşen görev; İsrail ile askeri, ekonomik, diplomatik her alandaki ilişkilerini sürdüren; sürdürmekle de kalmayıp geliştiren AKP hükümetine, TSK’ya ve sermaye sınıfına karşı durmaktır. “İkiyüzlü Erdoğan, ikiyüzlü Erdoğan” diye haykırmaktır. Konya’nın İsrailli pilotların antrenman sahası yapılmasına karşı çıkmaktır. TÜSİAD’ın İsrailli ortaklarını işaret etmektir. Hangi Filistin’in yanında olunduğu da bulanıklığa izin vermeyecek bir netlikte gösterilmelidir.
AKP’nin bu dönemdeki bir diğer operasyonel faaliyeti ise kuşkusuz, Ergenekon’un onuncu dalgası oldu. Ergenekon işinden AKP’ye daha çok ekmek çıkacak gibi. “Kontrgerillayı emperyalist ilişkilerin yeni döneminin gereklerine göre dönüştürme” ihalesini üzerine alan AKP, bu görevi kendisi için de en uygun olacak zamanlarda ve en uygun biçimlerde başarıyla icra ediyor. Her yeni dalgada nitelik ve nicelik ilerlemesi sağlanıyor. Bu seferkindeki ileri adım, MGK sekreteri Tunçer Kılınç’a kadar gidilmesi ve Susurluk’u Ergenekon’a dâhil etme girişimi oldu. Ergenekon’un değişmeyecek bir sonucu var; bu davaya teğet geçerek de olsa temas eden herkes, hayatları boyunca kurtulamayacakları yeni bir kartvizite sahip oldu: “Ergenekoncu”.
Ergenekon’u, Avrupa’daki Gladio tarzı örgütlere benzeten ve devlet içinde ama devletin genelinden bağımsız bir yapılanmaymış gibi gösteren zihniyet, özellikle liberaller tarafından güçlü ve yaygın bir biçimde algılatılmaya çalışılıyor. Oysa ülkemizde kontrgerilla devletin çekirdeğini oluşturmaktadır. Bu durum Ergenekon davasında çok net görülmektedir. Hala Kürtlere karşı sürdürülen kirli savaşın kirli icraatları ortalarda görünmemektedir. Ordu bir kurum olarak sürecin dışında tutulmaya çalışılmaktadır. İçişlerine, polise ise hiç dokunulmamaktadır.
“Orgeneraller emekli olmaz, görevleri, değişmiş de olsa, devam eder”. Ancak bu prensip, Erdoğan-Başbuğ anlaşması ve görüşmesinden sonra geçerliliğini yitirdi. Başbuğ ile görüştükten sonra Erdoğan’ın ilk açıklaması “kurum içindeki şahısların davranışlarından kurumun tamamı sorumlu tutulamaz” minvalinde oldu. Bu izah tarzı da anlaşmanın hangi eksen üzerinde yapıldığını netleştiriyor.
Yerel seçimlere doğru ilerlediğimiz bu dönemin çok kısa bir zaman öncesine kadar asıl gündemini ekonomik kriz, Kılıçdaroğlu-Gökçek tartışması, doğalgaz zammı oluşturuyordu ve siyasi hava “AKP’nin inişe geçtiği” biçimindeydi. Ancak başta Ergenekon olmak üzere son gelişmeler AKP’nin bir planının olduğunu ve bunu uygulamaya soktuğunu gösteriyor. Ergenekon’la, karşı saflarındakilerin önemli bir bölümünü kendi dertleriyle uğraşmak zorunda bırakarak siyasetten izole eden AKP’nin, bu davaya CHP’li isimleri de sokmak için yeni bir girişimde bulunması da yüksek bir olasılık. Yine seçim operasyonu olarak, CHP’nin kendisine karşı kullandığı yolsuzluk silahını karşı tarafa yöneltmek için ilk girişimlere başladı bile. İzmir’in CHP’li Güzelbahçe ve Değirmendere belediye başkanlarının tutuklanmasının devamı da gelecektir. Yine her seçim dönemi olduğu gibi AKP’nin klasik “demokrasi havarisi” görüntüsünü sağlamasına yönelik gösterileri seyretmek zorundayız. Alevil
ere Muharrem ayı yemeği, Madımak kebapçısının çiçekçi yapılması ve Nazım Hikmet’in Türk vatandaşlığına tekrar geçirilmesi. Elbette en medyatiği “TRT Şeş”. AB ile ilgilenmiyorsunuz diyenlere de Egemen Bağış. Büyük olasılıkla bunlara MHP tabanına hoş gelecek girişimler de eklenecektir. Kuşkusuz bu icraatların AKP için önemi bu kesimlerden gelen oyu arttırması değil, AKP’nin bu kesimler karşısında elini güçlendiriyor ve bu eleştirilerin sahiplerinin temsiliyetini zayıflatıyor olmasıdır.
Bir siyasi iktidarın gerçek niteliğini anlamak için kadro tercihlerine bakmak çoğu zaman en doğru analizin yapılmasını sağlar. AKP’nin bu konuda sicili zaten aşikâr ama yine de son dönemde yapılan kritik atamalar zihniyeti tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. New York’ta bulunan Türk Amerikan Derneği’nin iki dönem Başkanlığını yapmış, Bush’a çok yakın olmakla övünen, ama Avrupa’da hiçbir görevde bulunmamış olan Egemen Bağış, AB Başmüzakerecisi görevini yürütmek üzere Devlet Bakanlığı’na atandı. “Bütün laikleri bir bir şişe geçireceğim” diyen, sarı basın kartı bile olmayan, Bülent Arınç’ın eski danışmanı Kemal Öztürk, Başbakanlık Basın Danışmanlığı’na atandı. Abdullah Gül’e verilen üniversite rektörlüklerini ele geçirme operasyonu da bodoslama devam ediyor. Gül, üniversitede türban özgürlüğünü öngören bildiride imzası bulunan, Erdoğan’ın aile doktorluğunu yapmış ve belediye başkanlığı döneminde kurdurduğu Sıcak Yuva Vakfı’nın başkanlığını halen yürütmekte olan Yunus Söylet’i İstanbul Üniversitesi rektörlüğüne atadı. Diğer atamaları da çok farklı değil. Cumhurbaşkanlığı artık AKP’nin “yürütme erki”nin bir parçası.
Sonuç olarak; yerel seçimler öncesi, gündemin bu şekilde kalması bile olası değil. Şimdiden belirgin olan, yerel seçimlerin yerel yönetim politikaları tarafından etkileneceği, ancak bir tür genel seçim atmosferinde yapılacağıdır. Yerel politikalarda birçok alternatifi bulunan AKP’nin, Filistin, Ergenekon, AB, ABD-Obama gibi genel siyasal tercihlerde tek ve belirleyici nitelikteki temsiliyeti, ona seçmen karşısında güçlü bir konum sağlıyor.
Böylesi bir atmosferde solun genel “ideolojik bulanıklığı” ve hızlı gelişen gündemler karşısındaki “savrulmaları” ise ciddi bir handikap oluşturuyor. Üstelik yasal solun, oy pusulası karşısındaki zayıflığı/zafiyeti çarpık bir baskılanma da yaratıyor. Yasal partinin en önemli başarı ölçütü “kaç oy alındığı”dır. Bu konudaki başarısızlık “aracı ve amacı” sorgulatır. Bu sonucun baskılanması altındaki solun, seçim öncesi dönemde çeşitli pragmatist tutumlar alması, ilkesiz ittifaklar yapması belirgin özelliklerdendir. Ancak “ne yaptığını bilen” bir siyasal çizgi, gerek sola yön göstermede gerekse egemen sınıfların tezgâhını bozmada belirleyici olabilir. AKP’nin oluşturduğu yapay ya da gerçek siyasal gündemlere AKP karşıtı bir eksenden müdahale edilmeli, yerel seçim dönemi hak mücadelelerinin somut kazanıma dönüştürüleceği bir süreç olarak değerlendirilmeli, kalıcı halk örgütlenmelerinin oluşturulması amaçlanmalıdır.