Soner Torlak, İsrail’in Gazze saldırısı ve arka planına ilişkin 29 Aralık 2008 tarihli yazısınını bitirirken, sinirden titrediğini belirtmişti.(1) Hava bombardımanı ile başlayan bu katliamın sekizinci gününde pek çok insanın bu vb. duyguları daha yoğun bir şekilde yaşamasına sebep olacak bir gelişme yaşandı: İsrail, helikopterler eşliğinde beş ayrı noktadan Gazze’ye girdi. Bu kara harekatına gelene kadar […]
Soner Torlak, İsrail’in Gazze saldırısı ve arka planına ilişkin 29 Aralık 2008 tarihli yazısınını bitirirken, sinirden titrediğini belirtmişti.(1) Hava bombardımanı ile başlayan bu katliamın sekizinci gününde pek çok insanın bu vb. duyguları daha yoğun bir şekilde yaşamasına sebep olacak bir gelişme yaşandı: İsrail, helikopterler eşliğinde beş ayrı noktadan Gazze’ye girdi.
Bu kara harekatına gelene kadar geçen süreci hatırlamak için şöyle bir hafızamızı yoklayalım: 19 Aralık’ta İsrail ile Hamas arasındaki ateşkes sona ermişti. 27 Aralık’ta ise Hamas’ın da beklemediği bir hava saldırısı başladı ve bugüne değin Gazze’ye tonlarca bomba yağdı. İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak açıklamasında 8 günlük sürede 600’den fazla hedefin vurulduğunu belirtiyor. Gazze’de ölenlerin sayısı 450’yi, yaralı sayısı ise 2500’ü geçti. 1,5 milyon Filistinli -her ne kadar başta İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni olmak üzere kimi çevreler inkar etse de- bir insani krizle karşı karşıya; hastaneler hizmet veremez halde, gıda sıkıntısı yaşanıyor, elektrik, su, ilaç yokluğu had safhada…
Sekiz günlük sürede İran, Küba, Venezüela ve Bolivya başta olmak üzere kimi ülkelerin açıklamaları; devrimci-demokratik çevrelerin, İslamcı-dini grupların protesto gösterileri dışında dünyanın genel olarak bir sessizliğe büründüğünü gözlemledik. AB, BM, ABD ve Arap işbirlikçileri kendilerini yalana yatırmış olan biteni izliyorlardı. Ne de olsa suçlu Hamas’tı, şiddeti onlar uyguluyordu, İsrail ise güneydeki vatandaşlarının can güvenliğini sağlamak gibi masum bir amaç güdüyordu, yaptıklarının adı saldırı değil savunmaydı topu topu. Kamuoyunun sessizliğinden destek alan İsrail -kamuoyunu ne kadar ciddiye aldıkları da tartışma konusudur- Livni, Barak ve Olmert öncülüğünde pervasız söylemlerine devam etti. Türkiye’nin, Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül nezdindeki tepkileri ve fiili eylemleri ise Arap dünyası da dahil olmak üzere olumlu tepkiler aldı. Ancak bölgesel güç olma hayalleri peşinde koşan Türkiye’nin bu girişimlerinin hiçbir kıymeti harbiyesi olmadığını biliyoruz. Kendi topraklarında Gazze’yi bombalayan pilotların eğitim uçuşlarına izin veren, Siyonist İsrail ile pek çok ticari-askeri-ekonomik anlaşmalar imzalamış olan (2), ABD güdümlü, kendi içinde Kürt halkına yönelik benzeri bir kirli savaşı yürüten ve son tahlilde katliamcı devlet geleneğinin örneği bu ülkeden; gerçekten İsrail’e karşı bir tavır almasını bekleyecek de değiliz. Kimbilir, belki de Erdoğan’ın bu isyanının sebebi, 27 Aralık saldırısından kısa bir süre önce Türkiye’ye gelen İsrail Başbakanı Ehud Olmert’in, gerçekleştirecekleri katliamı kendisine söylememiş olmasıdır. E tabi, aldatılmak kötü bir şey…
Biz her gün yeni ölüm haberlerine rastlarken en çok konuşulan konulardan birisi kara harekatıydı. İsrail neyi hedefliyordu ve bundan sonra ne olacaktı? Sorunun cevabı olabilecek şeyleri Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah’ın konuşmalarında (3) bulmak mümkün. Hatırlayın, Temmuz 2006’da İsrail, Hizbullah’ın gücünü kırmak amacıyla bugün yaptığı gibi, uyduruk sebeplerle Lübnan’a saldırmış, 33 gün süren savaştan Hizbullah zaferle ayrılmıştı. Nasrallah, Gazze’de yaşananların 2006’nın kopyası olduğunu ve İsrail’in, bombardımanlarda başarı kazansa bile bu bir yerden sonra işe yaramayacağı için kara operasyonuna başlayacağını iddia ediyordu. Ve işte İsrail, 3 Ocak’ta akşam saatlerinde Gazze’ye girdi.
3 Ocak gecesinden bu saate
Haber ajanslarının sayfaları kısa aralıklarla yenilense de, bütün bu değişim hızına inat yüzyıllardır süregelen yapısal sorunlar var. Şu son saldırılar ve ardından yaşanan gelişmeler, bu konudaki genel görüşleri doğrular nitlelikte. Kapitalist sosyoekonomik formasyonun krizleri ve savaşları bünyesinde barındırdığı, insanlığı din-dil-ırk-kültür ekseninde ayrıştırarak hegemonyasını sürdürdüğü ve siyasi gericilikle kolkola gezdiği, Marksist teorinin ısrarla vurguladığı bir görüştür. İnsanlığın tarihi, bu paradigmanın haklılığını kanıtlayacak örneklerle doludur. Ortadoğu’da petrol-enerji ve stratejik konumlar üzerinden yürüyen çıkar çatışmalarının bir cephesinde Siyonizm ve onun küresel dostları bulunuyor. Kara saldırısı başladıktan kısa bir süre sonra ülkeler, kurumlar ve bireyler nezdinde pek çok açıklama yapıldı ve bir kez daha, “Ey insanlık, gör de uyan” dedim. Fransa Hamas’ı ve İsrail’i kınıyor; AB, Dönem Başkanı Çek Cumhuriyeti aracılığıyla İsrail vahşetini saldırı olarak değil savunma olarak gördüğünü söylüyor; ABD, Hamas saldırılarına son vermezse ateşkes olmaz diyor; Mısır, Hamas’a şart koşmaktan vazgeçmiyor, sınır kapılarını açmayarak yaralıların dışarı çıkarılmasını, yardımların Gazze’ye ulaştırılmasını güçleştiriyor…
İsrail, amacının Filistin’de herhangi bir rejim değişikliği gerçekleştirmek olmadığını söylüyor ve ekliyor: “Harekat, Hamas susturulana kadar sürecek.” İsrail’in, Filistin’de rejim değişikliği istemesine gerek yok, zira Mahmud Abbas başkanlığındaki Filistin Özerk Yönetimi tam da istedikleri gibi bir şekil almış durumda. Bilindiği gibi Hamas, Gazze’de seçimle iktidara gelmişti ve Filistin’de parçalı bir yönetim oluşmuştu. Bir direniş odağı olarak Hamas’ın yokedilmesi İsrail’in amaçlarından biri, bunu da gizlemiyorlar ancak saldırılarını meşru göstermek amacıyla sundukları argümanlar çok gülünç. Hamas füze atıyormuş ve onlar da ülkesinin güneyinde can güvenliğini sağlamakla yükümlüymüşler. Hamas’ın şu an için kullandığı füzelerin bir kısmı İran destekli ve güdümsüz, yani nokta atışı yapmaya müsait değil; bir kısmı ise kendi yapımları olan Kassam füzeleri ve bunlara karşı, bir silah deposu ve savaş canavarı İsrail yakınıyor. Onlar da biliyor ki, Hamas’ı münkün olduğunca güçsüz düşürmek, gerekirse yok etmek gerekiyor; çünkü geçmişten ders çıkardılar, çünkü onlar 1968’de El Fetih’in Karameh direnişini de, 2006’da Hizbullah’ın Lübnan başarısını da unutmadılar. Rahatlık içinde düşüncenin uykuya dalacağının bilinci içinde bizler de, sadece kriz ve savaş anlarında değil, yaşamımızın her anında kapitalist emperyalizme ve şimdiki gibi Siyonizm’e karşı mücadele etmeliyiz… Yoksa bu yılan, belki de uykumuzun en tatlı yerinde bizleri de ısıracak…
4 Ocak 2009
*Murat Naroğlu
DEÜ Bilgisayar Mühendisliği öğrencisi
murat.naroglu@gmail.com
1. http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=21234
2. Bu anlaşmaların başrol oyuncularından biri Çevik Bir idi, kendisi 28 Şubat’ın da aktörlerinden olmakla beraber, bu darbeyi çabuk unutmuş olacak, Ülker grubu ile sıkı ilişkileri ile de bilinir… İşte size laiklik ve ulusalcılık…
3. Konuşmaların tam metinleri için bakınız: www.yakindoguhaber.com