Açık toplumcu-ılımlı islamcı şer ittifakı “göze geldi” – I – Mehmet Gürsan Şenalp “…Bana göre açık toplum her şeyden önce, farklı fikir ve önerilerin serbestçe ileri sürülebildiği, serbestçe tartışılabildiği; insanların düşüncelerini, teorilerini serbestçe değiştirebildikleri toplumdur. ‘Doğru’nun hiçbir kişinin, grubun ya da partinin tekelinde olmadığı açık toplumlar önlerindeki sorunları çözmek, giderek daha özgür, daha müreffeh ve […]
Açık toplumcu-ılımlı islamcı şer ittifakı “göze geldi” – I – Mehmet Gürsan Şenalp
“…Bana göre açık toplum her şeyden önce, farklı fikir ve önerilerin serbestçe ileri sürülebildiği, serbestçe tartışılabildiği; insanların düşüncelerini, teorilerini serbestçe değiştirebildikleri toplumdur. ‘Doğru’nun hiçbir kişinin, grubun ya da partinin tekelinde olmadığı açık toplumlar önlerindeki sorunları çözmek, giderek daha özgür, daha müreffeh ve daha adil düzenler kurmak yeteneğine sahiptir. Çünkü denenip yanlışlığı anlaşılan politikalardan vazgeçmek, yerine yenilerini geçirmek imkânı açık toplumlarda mevcuttur.” (1)
Şahin Alpay, Açık Toplum Vakfı‘nın internet sayfasında Soros’un “Açık Toplum İdeali”ni yukarıdaki sözleriyle, büyük bir coşku ve heyecanla pekiştiriyor; böyle bir toplumun yararlarını, güzelliklerini ballandıra ballandıra anlatıyordu. Alpay, diğer örneklerde gördüğümüz üzere eskiden yolu bir ara Marksist olmaktan geçmiş, Milliyet’ten kovulduktan sonra kendisine sahip çıkan Zaman’a verdiği bir röportajda “Ben felsefî bakımdan bir döneğim ve bununla iftihar ediyorum!” diyen, şimdinin (en olmasa da) popüler döneklerinden. (2) Son birkaç yıldır Zaman yazarı, Samanyolu ve Mehtap gibi Fethullah televizyonlarının demirbaşı; Mehmet Altan ve Eser Karakaş dendiğinde ise akla ilk gelen isim. Aslında kendisi dindar olmayan ancak “dine fevkalade saygılı” bir düşünür. Açık toplum ve ılımlı islam projelerinin bu güne değin süregelen ittifakının tipik temsilcisi. Açık toplumcu liberal Alpay geçen gün Habertürk kanalında Ece Temelkuran ve Erdoğan Aktaş’ın hazırladıkları Türkiye’nin Nabzı programında Fethullah Gülen cemaatini kanının son damlasına kadar savunurken kendisini işte böyle “dine fevkalade saygılı bir kişi” olarak tanımlıyordu. (3) Ne de olsa Kemalist proje, 85 yıldır bu ülkenin inançlı insanlarının tepesine karabasan gibi çökmüş, onları dışlamış ve temsil edilmelerini sürekli olarak engellemişti. Bu nedenle mazlumun yanında saf tutmak, hareketin bir parçası olarak desteklemek, aynı zamanda o büyük “açık toplum ideali”nin de bir gereği idi.
Alpay’a sorarsanız Fetullah Gülen, Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli’nin temsil ettiği hoşgörülü İslam geleneğinin bir parçası, Müslüman Türk sufilik kurumunun son halkasıdır. Ona göre Gülen’in söylediği basitçe şudur: “Farklılıklara karşı saygılı ve hoşgörülü olalım; karşımızdakiyle diyalog kuralım, birbirimizi sevelim ve asla kavga etmeyelim.” Irak’ta 1.5 milyon insan mı ölmüş, yanıbaşımızda İsrail (ve Amerikan) füzeleri Gazze’yi mi yıkıyor, dünyanın her köşesinde her gün yüz milyonlarca mazlum zulme mi uğruyor, kimin umrunda! Bütün bu küresel kapitalist vahşet karşısında “samimi” tek bir kelime etmeyen ve kendisini hoşgörülü İslam olarak sunan bu hareket özü itibariyle İsrail ve Amerikan yanlısıdır. Hâlbuki İslam geleneğinde varolan ve kendisi dindar olmadığı halde Alpay’ın bile doğru bir biçimde saptadığı o gerçek hoşgörülü İslam geleneğinde zalimden yana olmak, zalime saygı ve hayranlık duymak yoktur. Aynı şekilde Alpay’ın çizdiği teorik çerçeveden bakıldığında Mevlana’nın bu milenyumdaki çağdaş izleyicisi olarak görebileceğimiz Gülen, müridlerine “Avrupa Birliği hedefini” işaret etmekte ve adeta “Mevlana bugün yaşasaydı AB’ci olurdu!” demektedir. Bize göre Fetullahçıların bu anlamda Mevlana, Yunus ve Hacı Bektaş çizgisi ya da bu topraklardaki Türk tasavvuf birikimiyle ilgileri sadece söylem düzeyinde kalmaktadır.
Elbette Şahin Alpay’dan daha fazla dindar değilim; ancak, cemaatin icraatlarına bakarak İslam tarihinde ve İslam düşüncesinde dünya işlerine, şekil ve şemale, mala mülke, güç ve paraya bu denli prim veren -bizim “Gönüllüler Hareketi” dışında- herhangi bir Mevlana, Yunus Emre veya Hacı Bektaş-ı Veli yorumu bulunmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Alpay buna inanmıyor ise araştırabilir. Yukarıda ifade ettiğimiz üzere hareket biraz fazlaca Amerikan’cı ve Batı’cı olduğundan -bunu reddediyorlar ama fiilen sergilenen tablo budur- kendisine rol model olarak bu topraklara derinlik vermiş olan, dünya malının cazibesine ve kendi nefsine karşı mücadeleyi temsil eden çilekeş sufileri değil de -ki bu çizgi çok açık bir biçimde küresel ekonomi politiğin ve kapitalist toplumun genişleme yolunun önünde bir engel teşkil eder- Hristiyan Kalvinistlerin protestan ahlakını, Mormonları ve Evanjelistleri almayı tercih etmiştir. Bakınız “Dr.” Alpay aynı televizyon programında Fethullah Hoca’nın bu konuda network’üne neler telkin ettiğini şu kelimelerle ifade ediyor: “Çalışın, para kazanın ve kazandığınız bu parayla da halka hizmet edin. Yurt içinde ve yurt dışında okullar açın, hastaneler açın, şirketler kurun diyor.” Bunların büyük dinlerin ve tüm diğer kadim inanç biçimlerinin insanlara verdiği evrensel mesajla herhangi bir ilgisi olabilir mi? Bu sayılanlar, olsa olsa İslam inancının pek bir çağdaş, daha bir küresel bir network yorumu olsa gerektir.
Programda Alpay’ın Fetullah Gülen’i savunmak uğruna gösterdiği fevkalade performans, beni ister istemez üniversite yıllarında götürdü ve okulda, kantinde, yurtlarda karşılaştığımız ve bizim gibi yolunu şaşırmışları “kafalamaya” çalışan cemaatçi gençleri hatırlattı. Akıl almaz bir biçimde “Dr.” Alpay aynı basmakalıp ezberleri sıralıyor ve hepimizi cemaatin hakikat yoluna davet ediyordu. O an Alpay’ın geçmişte nasıl ve neden bir Maocu olduğunu / olabildiğini anladım. Beyni yıkanmaya çok müsaitti. Yani kapanın elinde kalmıştı. Bu anlamda solcular erken davrandığı için sonuçta bir Maocu olmuş çıkmıştı. O yıllarda kendisine ilk önce ülkücüler ulaşmış olsaydı belki de bugün şunları söylüyor olacaktı: “Faşist değilim ama Türkiye’de faşistlerin mücadelesine fevkalade büyük saygım vardır!” Bu noktada Siyaset Bilimci “Dr.” Şahin Alpay’ın Türkiye’de toplumsal sınıf çözümlemelerine yaptığı bazı özgün katkılardan söz etmek isterim. Alpay, “1980’lerde Anadolu’da başlayan kalkınma sürecinde yeni bir burjuvazinin, yeni bir sermayedarlar sınıfının ortaya çıkmasında Gülen’in telkinlerinin fevkalade önemli rolü olmuştur,” diyor. Görüyoruz ki Hocaefendi ol demiş, telkini vermiş ve Anadolu’da yeni bir toplumsal sınıf konumu oluşuvermiştir. Tıpkı Musa peygamberin İsrailoğulları’nı özgürlüğe kavuşturmak için Kızıldeniz’i ikiye ayırması gibi, Fetullah Hoca’da Türkiye’nin inançlarını özgürce yaşayamayan dindar kesimi özgürleştirmek için kuvvetli bir şekilde üfleyerek, telkinlerde bulunarak yeni bir sermayedar sınıfı yaratmıştır. Eski bir Maocu ve bugün dolaylı yoldan bir ılımlı islamcı olarak “Dr.” Şahin Alpay, toplumsal sınıf kuramını Fetullah Gülen’in nefesiyle takviye etmektedir. Bu kuram inşasının görkemi, haşmeti karşısında Hazreti Musa’nın halkına gösterdiği mucizeler teferruat kalmaktadır.
Bu yazının asıl sorunu Şahin Alpay’ın kuramsal becerileri veya Fethullah Gülen hareketinin söylediğiyle yaptığı arasında varolan derin uçurumlar olmamasına rağmen, bu sözüm ona hoşgörü hareketinin temel çelişkilerinden birisine değinmeden geçemeyeceğim. Gülen’in internetteki sayfasında, hareketin niteliğine ilişkin şu ifadelere rastlıyoruz: “…(Hareketin) en temel dinamiklerinden birisi, insanın her alanda müspet ve olumlu tavır geliştirebilmeyi ilke edinmesidir. Kavga, çatışma, bedbinlik ve toplumu gerginliğe sevkedebilecek her tutum ve davranıştan kaçınmayı esas almasıdır.” (4) Oysa ki cemaatin en etkili medya organı Samanyolu
‘nun izlediği yayın politikası burada yazılanların tam aksine kavgacı, çatışmacı, tehditkar, ötekileştirici, kendisi gibi düşünmeyeni hedef gösteren, toplumu had safhada geren bir çizgi tutturmaktadır. Çoğulculuğun ya da farklılıklara saygının kırıntısı yoktur. Gülen ve çevresinin uygun bulmadığı hiçbir farklı fikre yer verilmez. [Kanal, bugüne değin Nazlı Ilıcak, Ali Bayramoğlu, Mehmet Altan ve Eser Karakaş gibi liberallere ise daima açık olmuştur.]
Ergenekon süreci bu militan çizginin son derece tehlikeli noktalarda seyretmeye başladığı bir dönem olmuştur. İddianamede yer alan herkes izleyicilerinin gözünde suçlu ilan edilmiştir. Hukukun ve yargının yerine cemaatin medyası bu göreve soyunmuştur. Ergenekon trenine bindirdikleri her türlü fikir ve kişi adeta canavarlaştırılmıştır, cahil halkın vicdanında adeta bir cadı avı başlatılmıştır. Samanyolu Haber işçi sınıfına, örgütlü kesimlerin demokratik hak mücadelelerine ve her türlü toplumsal muhalefete karşı da düşmanca yaklaşmaktadır. Örnekler saymakla bitmez ancak hemen son 1 Mayıs olaylarından sonra geçilen bazı haberlerin “Bu Nasıl İşçi Bayramı!” ve “1 Mayıs Provakatörlerine suçüstü!” gibi aslında çok şey anlatan başlıklarını hatırlamakta yarar vardır. (5) Cemaat kanallarında sistemli bir biçimde işçi ve emekçi düşmanlığı yapılmaktadır. Ayrıca, “hoşgörü ve diyalog” şampiyonlarının Kürt meselesine bakışları en ateşli Türk milliyetçilerinkinden farksız; hatta daha da beterdir. Samanyolu’nun dizilerinde vatan sevgisi uğruna kan gövdeyi götürmektedir. Örneğin, “Tek Türkiye” ve “Ölümsüz Kahramanlar” gibi yapımlarda hoşgörü ve diyalog sadece ve sadece onlar gibilere -Sunni Müslüman ve Türk olanlara- tanınan bir haktır. Sosyo-kültürel bir fenomen olarak Fethullahçı medyanın sosyal bilimcilerimiz tarafından etraflıca incelenmesi gerekir. Sonuç itibariyle Gülen network’ünün üst düzey temsilcilerinin ağzında küreselleşme, medeniyetler arası barış köprüleri, diyalog, hoşgörü vb. narkotik etkili fiyakalı kelimeler sakız olmuşken, cemaate yakın insanlara ya da azımsanamayacak bir izleyici kitlesine söylediklerinin tam tersi tavır, tutum ve düşünceler şırınga edilmektedir. “Dr.” Şahin Alpay, ilginç bir biçimde varolduğunu kabul ettiği mahalle baskısı olgusuna izahat getirmeye çalışırken, Gülen’in fikirlerinin Anadolu’nun ücra köşelerine ulaşamadığından dert yanmaktaydı. Bize göre bu durum bir imkansızlık meselesi değil, somut bir tercihin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Gülen hareketi, açtıkları yüzlerce okula rağmen temelde insanların cehaletinden, yoksunluklarından ve yoksulluklarından beslenmektedir. İlim ve irfanın kıymetini keşfetmiş aydınlık bir muhterem zat olarak Fethullah Gülen -ki kendisiyle yeri geldiğinde oturup Gramsci’yi bile tartışabilirmişsiniz- bu güzelliği ve imkanı halkımızdan, müritlerinden esirgemektedir. Kendisi Weber’i, Marx’ı ve Gramsci’yi bile okur ve elde ettiği o çok yönlü düşünebilme becerisini keyfini sürerken, vatandaşı “Boşanmak İstemiyorum” ve “Beşinci Boyut” türünden tuhaf programlarla uyuşturmaktadır. Bu -Alpay’ın deyişiyle- network madem ki böylesine önemli bir toplumsal desteğe sahiptir, neden halkımızın ve tüm mert bir biçimde ortaya çıkılıp insanlığın eşitliği ve kardeşliği için verilen demokratik haklar mücadelesinin açık bir tarafı olunmamaktadır. Neden, insanlarımız sadakayla geçinmeye, bedavacılığa alıştırılmakta ve bu başsız sonsuz şebekeye gebe bıraktırılmaktadır. Bu hareketin samimi olup olmadığının bundan daha somut bir göstergesi olabilir mi?
Şebekeler (Network’ler) savaşı…
Türkiye siyasetinin şu aralar gündem konusu, Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Binnaz Toprak’ın koordinatörlüğünde gerçekleştirilen Türkiye’de Farklı Olmak: Din ve Muhafazakarlık Ekseninde Ötekileştirilenler adlı çalışma. Destekçileri sunuş kısmında açıkça ifade ediliyor: “Bu araştırma, Açık Toplum Enstitüsü (Proje Kodu: 20022515) ve Boğaziçi Üniversitesi Bilimsel Araştırmalar Projesi (Proje Kodu: 08M105) tarafından desteklenmiştir.” Boğaziçi Üniversitesi yönetimi ve Fethullahçılar arasında yaşanan çekişme yeni değil. Gerilim Ermeni, Kürt ve türban meselelerinde devletin resmi tezlerine ters gelen fazlaca “liberal” tutumlar sergilediği için çok ciddi bir imaj sorunu yaşayan üniversitenin yeni rektörünün, ilk iş olarak uygulamaya koyduğu türban yasağı sürecinde doruğa ulaşmıştı. Gülen cemaatinin, üniversiteye ve rektöre tepkisinin halen dinmediği bilinmektedir. Bu noktada, ortaya çıkan şaşırtıcı durum, Açık Toplum Enstitüsü’nün (artık Açık Toplum Vakıf olarak yola devam edeceklermiş!) açıktan cemaati hedef alan böylesine bir projeyi fonlamış ya da talep etmiş olmasıdır. Acaba küresel seçkinler şebekesinin (global elit network) en önemli halkalarından bir tanesi olan Soros’un Açık Toplum Vakfı’nın temsil ettiği çizgi, yıllardır bizzat ABD’nin himayesinde serpilip gelişen, neoliberal küreselleşmeye ve Büyük Ortadoğu Projesi hesabına çalışan, bu ve benzeri alt şebekelerle yollarını ayırmak mı istemektedir? Küresel kriz, Büyük Ortadoğu Projesi’nin kapsamında bir daralmaya mı yol açmaktadır? Fetullah Gülen şebekesini gelecekte neler beklemektedir?
(Devam edecek…)
01/01/2009 – Ankara
Mehmet Gürsan Şenalp
mgsenalp@atilim.edu.tr
(1) http://www.aciktoplumvakfi.org.tr/
(2) http://arsiv.zaman.com.tr/2002/11/03/roportaj/default.htm
(3) Alpay’ın etkileyici televizyon performansı için bkz. http://www.samanyoluhaber.com/haber-130864.html
(4) M. Enes Ergene, “Gülen Modeli”, http://tr.fgulen.com/content/view/9978/114/
(5) http://samanyolu-haber.blogspot.com/2008_07_01_archive.html