Toplumun “dibi” kaynıyor. Yeni bir “endişe dalgası” Türkiye halkını içine çekti. Endişe içindeki halk yüzünü sokağa çeviriyor. 9 Kasım’da Ankara’yı dolduran on binlerce Aleviyi üç hafta sonra on binlerce emekçi izledi. Gebze Sendikalar Birliği’nin çağrısı on bine yakın işçiyi sokağa dökmeye yetti. İstanbul’un, Ankara’nın yoksul mahallelerinde zamlara, işten çıkarmalara karşı düzenlenen gösterilerde katılım ve heyecanda […]
Toplumun “dibi” kaynıyor. Yeni bir “endişe dalgası” Türkiye halkını içine çekti. Endişe içindeki halk yüzünü sokağa çeviriyor.
9 Kasım’da Ankara’yı dolduran on binlerce Aleviyi üç hafta sonra on binlerce emekçi izledi. Gebze Sendikalar Birliği’nin çağrısı on bine yakın işçiyi sokağa dökmeye yetti. İstanbul’un, Ankara’nın yoksul mahallelerinde zamlara, işten çıkarmalara karşı düzenlenen gösterilerde katılım ve heyecanda belirgin bir yükseliş görülüyor.
Üniversitelerde “çağrı” üzerine “zamlara ve AKP’ye karşı” etkili boykotlar gerçekleşiyor.
“Endişe”, bugünkü kitlesel kabarışın başlıca nedeni. Krizin altında ezilme endişesi, AKP’nin polis devletine yönelmesinden duyulan endişe ve Kürt sorununun içinden çıkılmaz hale gelmesinden doğan endişe, yerel seçimler öncesindeki “politikleşme” ortamında halk kitlelerini harekete geçme yönünde kamçılıyor.
Kitle hareketinin bugünkü kabarışını, Cumhuriyet mitingleriyle kıyasladığımızda iki tablo arasında çok önemli farkların olduğunu görüyoruz.
İki hareket devresinin tek ortak unsuru, tepkinin odağında “AKP iktidarının” bulunması. Bu ortak noktanın dışında hiçbir şey birbirine benzemiyor.
Cumhuriyet mitingleriyle harekete geçen yığınlar esas olarak “orta-alt” sınıflardan geliyordu. Bugün sokaklara yönelen kitle dinamizminin “emekçi-yoksul” karakteri belirgin. Cumhuriyet mitingleri, politik olarak “laik rejimi/devleti korumayı” bayrak edinmişti; bugünkü kitle dinamizminde ise yoksul halkın “kendini savunma” kaygısı öne çıkıyor. Cumhuriyet mitinglerinin kürsülerinden “sağcısı, solcusuyla AKP’ye karşı olan herkes” birleşmeye çağırılıyordu; bugünkü kitlesel hareketlenmeler ise AKP’ye karşı emekçi ve ezilen halk kesimlerinin talepleri temelinde, ilerici güçlerin birliğini öne çıkarıyor.
AKP iktidarına karşı tepki “eksen değiştiriyor.” Yeni eksenin toplumsal dokusuna emekçiler, ezilenler damgasını vuruyor. Ama bu eksen değişimi kendi “siyasi karşılığı”yla buluşma veya böyle bir siyasi karşılığı üretmek bakımından ciddi sorunlarla malul.
Kitle hareketinin bugünkü yükselişi, ilginç bir biçimde ilerici toplumsal ve politik muhalefet merkezlerinin hem kendi içlerinde, hem de birbirleriyle olan ilişkilerinin çözülme eğilimlerinin güçlü olduğu bir dönemde yaşanıyor.
ÖDP içerisinde yaşanan ayrışma sonrasında KESK’te ve TMMOB’da cereyan eden iç saflaşmalar; DİSK’in son kongresinde “türetilen” cüssesi büyük ama içi zayıf yönetimi nedeniyle, bu örgütlerin bugünkü toplumsal muhalefet dinamizmine önderlik edebilecek bir “iç enerji” üretebilmeleri kolay görünmüyor.
“Yönetimler”in, 29 Kasım mitinginin örgütlenme sürecinin “önünü tıkamaya” kadar varan bu zayıflığı, tereddütsüz söylemek gerekir ki, “taban”ın dinamizmiyle aşılmıştır. Bu kitle dinamizminin, “kendine yakışan” ve “onu kucaklayarak ileriye taşıyan” bir ilerici toplumsal muhalefet merkezini oluşum yoluna sokacak en önemli itici unsur olduğunu da bir kenara kaydetmek gerekiyor. Bu “kitle dinamizmi” soyut, genel bir “halk tepkisi” olmanın ötesinde, ilerici toplumsal muhalefet örgütlerinin “tabanında” biriken ve “kurumsal merkezler”in sultasına artık sığmayan özel bir enerjidir.
Mitinge çağrı için düzenlenen ortak basın açıklamasına dahi katılmayan DİSK Genel Başkanı’na mitinge günler kala U dönüşü yaptıran, miting kürsüsünden “Emek Cephesi” çağrısı yaptıran işte bu “kitle dinamizmi”dir. KESK’in 29 Kasım’daki mitingi ortak düzenleme çağrısını reddeden TMMOB Başkanı’nın kürsüye çıkmak için “çırpınması” bu “kitle dinamizmi” sayesinde olmuştur.
İşte bu noktada, “kurumsal merkezlerin” sultasının silkelenmesinin yolunu açan hareketleri tarihe kaydetmek gerekir. Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu’nun GSS’ye karşı “yalın kılıç” mücadelesi, Halkevleri’nin 2 Kasım eyleminde somutlanan “halkın hakları” mücadelesi, Birleşik Metal’in Cuma yürüyüşleri, Alevilerin 9 Kasım mitingi, ilerici toplumsal hareketin tabanında “mahkemenin kadıya mülk olmadığının” hissedilmesini sağlayan başlıca hareketlerdir.
“Kurumsal merkezlerin” sultasını silkeleyen bu yeni kitle dinamizmi, ilerici bir halk hareketinin önünü açacak yeni bir “hareket merkezi”ni oluşturmaya yönelik girişimlerle kaynaştırılabilecek mi? Bu kaynaşma sağlanabilirse, solun, AKP iktidarının icraatları karşısında endişeyle yüzünü sokağa çeviren çok daha geniş bir halk yığınıyla buluşmasının da yolu açılabilecektir.
Sonuç her ne olursa olsun; olayların gösterdiği gerçek, sol hareketin yeni bir kurucu sürecin eşiğinde olduğudur.