Ekonomik krizin etkileri toplumu sarmaya başlayıp seçimler yaklaştıkça siyasal odakların hamleleri de yoğunlaşıyor. Ülke krizin etkileriyle sarsılırken, T.Erdoğan’ın “bundan sonra krizin etkisi azalacak” sözleri AKP’nin seçim stratejisinin ana boyutunu açığa çıkarmış oldu. AKP, bu dönemde siyasal mücadelenin ana eksenini oluşturan ekonomik krizin boyutlarını küçük göstermeye çalışarak, seçim sonrasında gerçekleşecek yıkımı gizlemeyi hedeflediği ve toplumda geleceğe […]
Ekonomik krizin etkileri toplumu sarmaya başlayıp seçimler yaklaştıkça siyasal odakların hamleleri de yoğunlaşıyor.
Ülke krizin etkileriyle sarsılırken, T.Erdoğan’ın “bundan sonra krizin etkisi azalacak” sözleri AKP’nin seçim stratejisinin ana boyutunu açığa çıkarmış oldu. AKP, bu dönemde siyasal mücadelenin ana eksenini oluşturan ekonomik krizin boyutlarını küçük göstermeye çalışarak, seçim sonrasında gerçekleşecek yıkımı gizlemeyi hedeflediği ve toplumda geleceğe ilişkin yayılan karamsarlığa karşı umutlu bir gelecek tablosunun ucunu göstermeyi amaçladığı anlaşılıyor. Ancak T.Erdoğan’ın sözleri daha kulaklarda çınlarken, uluslararası kredi kuruluşu Moody’s, “IMF ile anlaşma yapılmaması halinde Türkiye ekonomisinin resesyona (kalıcı durgunluğa) gireceği” uyarısında bulundu. Bu açıklama üzerine borsa düştü, dolar yükseldi. Bu hengâme içinde geleneksel sermaye çevreleri de hala bir ekonomik paketin açıklanmamış olması nedeniyle yakınmalarını sürdürüyorlar. Tüm bu gelişmeler, emperyalist ülkelerin krizin yükünü yeni sömürge ülke emekçilerinin üstüne daha da fazla yıkmak istediği ve geleneksel sermayenin de buna çanak tuttuğu bir ortamda AKP’nin krizi kafasına göre yönetmesine izin verilmeyeceğini gösterdi. Aslına bakılırsa, mevcut krizin er geç altını oyacağını gören ve zaten mevcut modelin dışına çıkma şansı olmayan AKP’nin oyalanması da, kısmen kendi yandaşlarını kollamayı ama esasen de politik olarak uğrayacağı zararı azaltmayı hedefliyor. Bütün iktidar dönemini IMF ile yapılan bir önceki yıkım anlaşmasının ekonomik ve politik nimetleri üzerine oturtmuş olan T. Erdoğan’ın, ekonomik tedbirlerin çoktan açılmış bir paketin parçaları olduğu biçimindeki vurguları ise aslında, dünya krizi içinde yönünü kaybeden AKP’nin sermayeye güven telkin etme çabalarından ibaret.
Aynı tutum AKP’nin taktik “açılımlar” politikasında da görülüyor. “Kürt sorununda paket beklemeyin süreç parça önlemlerle devam edecek”. Öte yandan AKP, Alevi mitinginin ardından dile gelen taleplerin bir bölümünün karşılanmasıyla, Kürt sorununda üzeri çizilen “demokrat” kisvesini bu sefer buradaki sahte açılımlarla telafi etmeye çalışıyor. Ancak bu kez dışarıda “demokrat kamuoyu” nezdinde hiç inandırıcı olmadığı gibi, iç paylaşım kavgalarıyla da başı derde girmeye başladı. Adana Büyükşehir Belediye Başkanı AKP’li Aytaç Durak’ın istifasında ve Ankara’da Melih Gökçek-Turgut Altınok geriliminde belirginleşen paylaşım kavgaları seçimlerde AKP’nin işinin zor olduğunun göstergeleri. Aynı tablo AKP’nin yolsuzluk iddiaları karşısında kaldığı durumla daha da ağırlaşıyor.
Bu noktada fırsatçı Baykal, hamlelerini yoğunlaştırıyor. Krizin şekillendireceği yeni iktidar adayı AKP’nin tabanını tırtıklamak için İstanbul il örgütü üzerinden başlattığı türban şovuna ısrarla devam ediyor. Elbette her seçim döneminde benzer hamleler yapan Baykal’ın, Anadolu solundan Edibali vurgularına atlayan kıvrak hareketleri hala belleklerdeyken, son çarşaf şovu da şaşırtıcı değil. Ama T.Erdoğan R.Kutan ve çeşitli İslamcı yazarların ardından E.Özkök’ten de gelen desteklerin ve Baykal’ın son grup toplantısında Erdoğan’a karşı kahramanca yaptığı IMF savunmasının ardından, bu yeni hamlelerin basit seçim manevrasından ibaret olduğunu düşünmek için fazla saf olmak gerekiyor. Baykal’ın yoksulları çarşaf-türban, sermayeyi IMF savunusuyla tavlama manevrası, CHP’nin önümüzdeki dönemde krizin yıpratacağı AKP’nin yerine birebir aday olmayı hedeflediğini akla getiriyor. Emperyalist odakların dünya krizi içinde, Türkiye’yi rekabet gücünü artırma safsatasıyla zorlayacağı anlaşılan yeni yıkımlarla uzlaşmanın, kendi açısından zorunluluğunu gören ve gerçekleştirdiği medya şovları aracılığıyla türbanı ve çarşafı kendisi de siyasi olarak kullanan Baykal, mevcut pragmatizmiyle önümüzdeki dönemde sermayenin istediği ölçüde liberalleşebileceğinin ve sağcılaşarak muhafazakarlıkla yan yana yaşayabileceğinin güçlü sinyallerini veriyor.
***
Son ayların popüler şahsiyeti, “bin bir suratın” güncel versiyonu Tuncay Güney’in MİT’le, MİT’in resmi açıklaması aracılığıyla -Susurluk sürecinden beri CIA’nın korumasında yaşamını sürdüren- eski MİT’çi Mehmet Eymür’le ve Fethullah Gülen cemaatiyle ilişkisi ortaya saçılıp döküldükçe, Türkiye’de AKP’yi iktidara taşıyarak ılımlı-İslam projesini hayata geçiren güçlerin seceresi; CIA ve MOSSAD’ın MİT ve yeni kontrgerilla bağlantıları; bunlar etrafında egemenler arasındaki yeni çatışmalar ve Ergenekon davasının arka planına ışık tutan gelişmeler de birer birer aydınlanmaya başlıyor. Genellikle bu tür durumlarda on yıllar alan bu “aydınlanma-aydınlatılma” sürecinin bu denli hızlı gelişmesi, çatışmanın şiddetlenerek sürmesinin yanı sıra bir dizi yeni tasfiye hazırlığının yapıldığı izlenimi de uyandırıyor. Bu gelişmelerin anlamı ise seçim sonuçları ve sonrasındaki gelişmeler ışığında daha iyi okunabilecek.
***
Düzen siyaseti pragmatizm, yolsuzluk, yönsüzlükle karakterize olurken, Türkiye işsizlik kriziyle kavruluyor. Tek tek öne çıkan önemli işçi eylemlerinin ötesinde, bu süreçte toplumsal muhalefet açısından önemli bir durak olan 29 Kasım mitingi, 60 bini aşan kitleselliği ve coşkulu katılımıyla kriz ortamına dönük tepkiler açısından anlamlı bir yer tuttu. Kürt Hareketi’nin AKP’yi bölgeden adeta tecrit eden atılımının ardından, batıda 2 Kasım’da Halkevleri’nin yaptığı açılışla birlikte, 9 Kasım’da Alevi mitingiyle bariz bir biçimde dışa vuran toplumsal tepkilerin giderek yükseldiği, 29 Kasım mitingiyle beraber bir kez daha görüldü. 29 Kasım’da toplumsal muhalefetin tüm iç sorunlarına rağmen, (başta Eğitim-Sen) yeni KESK yönetimi, kamu çalışanlarının mücadele tarihine ve emek hareketinin birikimine yakışan bir adıma imza attı.
Ancak toplumsal muhalefetin seçimlerin yaklaşması nedeniyle siyasi muhalefet rolünü hızla mevcut sol partilere devretme biçimindeki kolaycı yaklaşımlara kapı araladığı da biliniyor. Ancak bu yönelimler, bu partilerin emekçi sınıfların hareketi karşısındaki bugünkü bilinen konumları nedeniyle, emekçilerin krize karşı bağımsız bir siyasal muhalefet oluşturma yolunun önünü açabilir nitelikte değil. Aksine bugün böyle bir siyasal muhalefeti yaratmak için, öncelikle toplumsal muhalefeti krize karşı toplumun kılcal damarlarından başlayarak hareketlendirecek; yoksullaşan yığınları dinamikleştirecek bir mücadele sürecinin örülmesi gerekiyor. Böyle bir hareketlenme sendikaların da yeniden canlanmasının önünü açan bir rol oynayacak.
Nitekim dar siyasal hesaplarla 29 Kasım mitinginin başarısızlığına oynayanların da fena halde yanıldıkları görüldü. Sınıf hareketinin genel çıkarlarının karşısına dar grup çıkarlarının konmasının yanlışlığı ve bu tutumun yol açacağı olumsuz etkiler ortada. Bu tutumun iç gerilimlere neden olarak dinamizm yerine didişmeleri ve iç gerilimleri tırmandıran çürütücü etkiler yarattığı, hayat içinde bininci kez görüldü. Bu hatayı besleyenlerin saflarındaki iç tartışma ve güvensizlikler derinleşirken, aynı hata toplumsal muhalefetin sürece daha etkili bir biçimde müdahalede bulunması fırsatının vasatlaştırılmasına yol açtı. 29 Kasım, toplumsal muhalefetin bir bütün olarak; ama sadece bütünsel biçimde davranmakla kalmayıp, aynı zamanda canlı ve atak bir tarzla yürüteceği bir çalışmanın sonucunda, rahatlıkla ikiye katlanan bir kitleyle toplanıp, topluma daha güçlü mesajlar veren bir ha
reketlenme zeminine de dönüşebilirdi. Ancak yaşanan iç rekabet ve küçük hesapların yanı sıra, kontrolsüz ve hedefsiz tutumlar da solun daha büyük rollere soyunması açısından epey mesafe kat edilmesi gerektiğini sergiliyor.
Bütün bunların da etkisiyle 29 Kasım mitingi “solu” toplamasına topladı ama halk içindeki ön çalışmaların yetersizliği nedeniyle, ortaya çıkan olumluluk solla sınırlı bir düzeyde kaldı. Halk arasındaki etkisi ise çok sınırlı oldu. Bu sınırlılığının bir başka nedeni ise miting mesajlarının soyut olması ve salt karşıtlıklarla sınırlı kalmasıydı. Oysa somut taleplerin dillendirilmesi ve bu talepleri elde etmek doğrultusunda yürütülecek bir miting çalışması halkın desteğinin ve katılımının sağlanması, AKP’nin demagojilerinin altının boşaltılması açısından önemli olacaktı.
Bütün bunlar ışığında toplumsal muhalefetin seçim öncesi dönemde tek bir “merkez” etrafında toparlanmasının mümkün olmadığı görülüyor. Yine de bu koşullarda toplumsal muhalefetin vurgularının ortak bir söylem etrafında toplanması sağlanabilir. Krize karşı halkın şartları, halkın acil talepleri şu ana başlıklar etrafında dile getirilebilir: 1-İşten çıkartmalar yasaklansın, herkese iş güvencesi sağlansın, 2-Temel ihtiyaçlara yapılan tüm zamlar geri alınsın, 3-Halkın eğitim, sağlık, su, ulaşım, konut, ısınma gibi temel hakları yaşamsal ihtiyaçları ölçüsünde ücretsiz hale getirilerek güvence altına alınsın, 4-Tüketicilerin kredi kartı, çiftçilerin kredi borç faizleri silinsin, 5-IMF ile anlaşma imzalanmasın, imzalanmayacağı ilan edilsin.
Önümüzdeki dönemde halkın acil talepleri etrafında yürütülecek mücadele yerellere, mahallelere, işyerlerine taşınmalı ve neoliberalizmin yıkıcılığına karşı daha yaygın toplumsal dinamiklerle buluşturularak, bu taleplerin halkın talepleri olarak ifade edilmesinin yolları oluşturulmalıdır. T.Erdoğan’ın ve sermayenin “aynı gemideyiz, gemi batarsa hepimiz batarız” türü laf ebeliklerinin karşısında, somut taleplerimizin dünyalar kadar ayrı olduğu, sermaye ve sözcüleriyle bizim, halkın farklı gemilerde olduğu her fırsatta dile getirilmelidir.
Krizi fırsata çevirecek olanlar sermaye güçleri değil, halk güçleri olmalıdır. Büyük bir kriz atmosferiyle birleşen yerel seçimler hak mücadelelerinin kavratılması ve yaygınlaştırılması açısından çok önemli bir fırsata dönüştürülebilir. Yerel seçim süreci bu hak mücadelelerinin kazanımla sonuçlanması açısından da çok elverişli bir zemin sunmaktadır. Barınma hakkı mücadelesi yürütenler, ulaşım ve enerji hakkı için zamlara karşı mücadele yürütenler, temel ihtiyaçların parasızlaştırılmasını savunanlar bu süreçte somut kazanımlar için mücadeleyi yükseltmelidir. Devrimciler seçim sürecinde sadece sandığa gitmekle sınırlı edilgen bir tutum takınmayan, seçim sürecini hakkını arayarak etkilemeye çalışan, tarafını hak mücadelesi etrafında belirleyen kitlelerin sesi olmalıdır