Bir grup aydının başlattığı “Ermenilerden özür diliyorum ” imza kampanyası, Ermeni sorununu yeniden ısıttı; gazete köşelerinde, TV ekranlarında hararetli tartışmalar cereyan ediyor. Tartışmaktan zarar gelmez; sırf doğurduğu bu sonuçla bile maksat hâsıl oldu denilebilir. ÖDP’nin bir kez daha bölünmenin eşiğine geldiği ve beraberinde çatı partisinin solun gündemine oturduğu zaman diliminde, tartışmayı kışkırtacaksa, biz de bir […]
Bir grup aydının başlattığı “Ermenilerden özür diliyorum ” imza kampanyası, Ermeni sorununu yeniden ısıttı; gazete köşelerinde, TV ekranlarında hararetli tartışmalar cereyan ediyor. Tartışmaktan zarar gelmez; sırf doğurduğu bu sonuçla bile maksat hâsıl oldu denilebilir.
ÖDP’nin bir kez daha bölünmenin eşiğine geldiği ve beraberinde çatı partisinin solun gündemine oturduğu zaman diliminde, tartışmayı kışkırtacaksa, biz de bir başka özür kampanyası açabiliriz. Özür dilemek naif bir karşı çıkıştır ki, belki de bugün solun ihtiyacı bu tür bir hamledir. Naif, Osmanlıca sözlükte “zayıf” olarak geçerken, Türk Dil Kurumu naife “saf” anlamı yüklüyor. Bize lazım olan da bu zaten. Sola naif yani saf, temiz, kirlenmemiş bir dokunuş gerekiyor. Kampanya tutarsa, bu amaç kendiliğinden ortaya çıkmış olacak.
Şimdi gelelim kampanyanın içeriğine. Kampanyanın ismi “soldan özür diliyorum” olacak. Ama asıl dert, ÖDP’nin soldan özür dilemesini sağlamak. Tıpkı, aydın girişiminin, asıl olarak devletin Ermenilerden özür dilemesini kolaylaştırmayı hedeflediği gibi.
ÖDP’yle ilgisi bulunmayanlara, sol adına yapılan kötülükte dahli olmayanlara da “soldan özür diliyorum” dedirtmek, şu sonucu açığa çıkartmayı hedeflemektedir: İlk önce, kendisine solcuyum diyen her kim varsa kampanyaya katılabilecektir. Devamında, soldan oluşacak kamuoyu baskısı, asıl ÖDP’nin özür dilemesini sağlayacaktır.
Kampanyanın sloganı olarak, Küçük İskender’in “Periler ölürken özür diler” dizesi belirlenmiştir. Ölümü ve hüznü kabul edilebilir ilan ettiği, masumiyeti çağrıştırdığı için.
Aslında bu tür kampanyaların felsefi arka planında yatan şudur: Bir şey olsun ki, geçmişte yaşanan hatalar tekrarlanmasın. Tarihi sorgulamak, tarihi değiştirmeye muktedir değildir; geçmişte yaşanan kötülükleri bugüne taşımak, canı yananların acısını dindirmeye yetmez. Ancak bu yolla istenmeyen yeni durumların önüne geçilebilir.
Tarihi tekerrür ettirme çabası
ÖDP soldan özür dilemeli ve özür gerekçeleri noktasında inandırıcı olmalıdır ki, sol adına aynı hatalar tekrarlamasın, sol, ÖDP benzeri projeler peşinde koşmasın, tarih tekerrür etmesin, ÖDP’de simgeleşen sol anlayışın, yarardan çok zarar verdiği görülsün, yeni hayal kırıklıklarına yol açılmasın.
Örneğin kamuoyunda çatı partisi ismiyle anılan girişimin unsurları bundan önceki paragrafın muhatabı olarak görebilirler kendilerini. Kuruluşundan geçirdiği aşamalara kadar zaten sorunlu olan, inandırıcılığını ve çekim merkezi olma özelliğini çoktan yitirmiş, uygulanabilirliğiyle ilgili epey soru işareti taşıyan ÖDP projesinin biraz daha genişletilmiş bir kopyasını yapmaya kalkışmak nasıl bir ruh halini ve öngörüyü ifade eder anlamak noktasında epey zorlanabilir insan.
Zorlanacak bir durum yok aslında; çatı partisi bileşenlerinin her şeyin farkında olduğu bilinmelidir. Değil mi ki, her biri solcudur, aydındır, yazardır, entelektüeldir, okumuş çocuktur, zekidir, siyaset erbabıdır, kaçın kurası olduklarını unutacak kadar kadim çağlardan bu yana bu işin içindedir. Çatı partisinin solun derdine derman olamayacağının bilinmemesi mümkün değildir.
Ama yine de çatı partisi için adım atılmakta beis görülmemiştir. ÖDP sürecinden şu ya da bu nedenle kopan çevreler, kimi aydınlar, ÖDP’de Ufuk Uras etrafında birikenler ve DTP tarafından yeni bir birleşme projesi başlatılmış ve iş, kamuoyuyla paylaşma, açık toplantı yapma noktasına kadar gelmiştir. Kurgu, ÖDP’ninkiyle aynıdır; onlarca benzemez bir araya gelecek, ortak bir program çevresinde siyaset yapacaktır. Basına yansıyan toplantı tutanaklarından anlaşılıyor ki, kürsüden ifade edilen görüşler, paylaşılan hassasiyetler, ÖDP’nin kuruluş süreciyle örtüşmektedir.
Yavaş yavaş kampanyanın içeriğinin çağrışım yaptığı tartışmaya girmiş bulunuyoruz. Tam da bu noktada, ÖDP’nin kuruluş dönemindeki niyetle, çatı partisi girişimi arasındaki farka işaret etmek gerekmektedir.
ÖDP, 12 Eylül sonrası solun umudu olarak kurulmuş, büyük coşku yaratmış, benzemezlerin yan yana gelerek siyaset yapma kararı, bölünmeden muzdarip ülke siyaseti için yeni bir adım olarak görülmüş, aydınlar arasında sempatiye yol açmış, pek çok solcu iyi niyet ve beklentiyle ÖDP’ye katılmıştır. ÖDP, bu noktada masumdur ama zaman içerisinde derin bir hayal kırıklığı yaratmış, “ÖDP solculuğu” kavramının oluşmasını sağlamıştır.
Dolayısıyla, ÖDP’nin periler kadar masum olmadığını vurgulamak gerekiyor. Yarattığı siyasal kültür, benzemezleri ortaklaştırmak kaygısıyla oluşturulan ortalamacı, etliye sütlüye karışmayan siyaset, hakim kılınan siyaset yapış tarzı belki sorun olarak tespit edilmiş ancak çözüm ötelenmiş, bir süre sonra çözülemeyecek kadar karmaşıklaşmış, zamanla belirleyici olmaya başlamış, sorunu çözecek kadrolar, sorunun bir parçası haline gelmiş ve sonuç itibariyle yaşananlar bugünkü ÖDP’nin ortaya çıkmasına yol açmıştır.
Aynı tehlike çatı partisini de bekliyor olabilir mi? Olamaz, çünkü; çatı partisi bileşenleri ÖDP deneyimi sonrasında bu işe kalkışmıştır; yapılmak istenen şey, karşılaştığı dirençle ÖDP’de uygulanması zor hale gelen ve düzenin muteber gördüğü solculuğu bir başka mecraya taşımak ve kitleler nezdinde meşrulaştırarak, yeniden umut haline gelmesini sağlamak ve bu girişimin Türkiye soluna bir on yıl daha kaybettireceğine dair itirazları solun içinde bulunduğu tıkanmışlığı ileri sürerek baştan etkisiz hale getirmek, sanki bir başka sol mümkün değilmiş yanılsamasını yaratmaktır.
ÖDP içinde son yıllarda baş gösteren tartışmalar, artık kamuoyunun da bilgisi dahilinde olan son yarılma, yarılmaya neden olan anti emperyalizm, AKP, demokrasi, sol, devrim ve benzeri konulardaki derin fikri ayrılıklar, çatıcı ÖDP’lilerin, kendilerini yeni girişime yakın hissetmesine sebebiyet vermiştir. ÖDP PM ve MYK’sına rağmen Ufuk Uras ve ekibinin çatı girişiminin içinde yer alma ısrarı kayda değer önemdedir. (Bir parantez açmak gerekiyor: Çatı girişiminin ana gövdesinin Kürt muhalefeti tarafından oluşturulacağı gerçeği bir başka tartışmayı zorunlu kılmaktadır. Ama şimdi konu bu değildir.)
Ufuk Uras solculuğu tesadüf değildir
ÖDP’de vücut bulan sol anlayış, anlayışa uygun kadrolar, solun halktan uzaklaşması anlamı taşımış, sol ile yoksulların buluşması, sınıf ile sosyalistlerin tarihsel kader birliği, imkânsız hale gelmiştir. Çünkü ÖDP, iç hayattaki kilitlenmenin de etkisiyle yoksullara dönük bir program oluşturamamış, buna uygun bir pratik yaratamamış, kadro siyaseti bu hedefle belirlememiş; kamu çalışanlarının, gelir düzeyi ve yaşam biçimi ortalamanın üzerindeki solcuların, 1970’li yılların sol, sosyalist parti ve hareket geleneğinden gelen kadroların kümelendiği bir parti olarak başladığı hayatına, öyle devam etmek durumunda kalmıştır. Yeni kanallar açacak, yeni çalışma alanları tespit edecek, mahalle çalışması yapacak, gençlik çalışması örgütleyecek irade beyanında bulunulmamış, buna paralel inatçı, ısrarlı bir tavır alış sergilenmemiştir.
ÖDP yüzünü yoksullara ve yoksulluğa yol açan nedenlere değil, daha çok etnik, dinsel, mezhepsel kimlik tartışmalarına ve bu konudaki hassasiyetlere ya da farklı toplumsal hareketlere çevirmiş, çok da dayanaklı olmayan demokrasi ve barış söyleminin bile sınırları aşılamamış; ÖDP, burjuva liberallerin takdirini kazanan siyasal bir kulvara oturmuştur. Ufuk Uras’ın ismiyle simgeleşen s
ol, muteber ilan edilmiş, düzenin kalemşorları, AKP yanlısı medya, yılların kaşar gericileri, solcuların Ufuk Uras gibi olması gerektiğini açıktan yazmaya başlamıştır.
Zamane solcusu böyle olmalıdır; ABD Büyükelçisinin kahvaltı davetine icabet edilebilir. “Demokratik” açılımlarda bulunan AKP, “arkaik” sola göre daha hayırhahtır. Her fırsatta solun yeniden “formatlanacağı” söylenmelidir. Ömrü hayatını kontrgerillaya karşı mücadele içinde geçiren, bu uğurda nice acılar çeken devrimciler, “Ergenekon” operasyonunu, devlet içindeki hesaplaşma olarak değerlendirdiği için “Ergenekonculukla” suçlanmalı, bayrak öptürülerek sokulan işkencehanelerde tarifsiz eziyetlere maruz kalanlar bir çırpıda “ulusalcı” ilan edilmelidir. ABD’nin AKP eliyle yürüttüğü ılımlı İslam modeline direniş zayıflatılmalıdır. Cemaat-devlet hedefinin önünde engel kalmamalıdır.
ÖDP’ye dönük “liberalizm” eleştirisinin asıl dayanak noktaları bunlardır.
Eğri oturup doğru konuşmak zamanıdır. ÖDP sürecinin Ufuk Uras’ı yaratması kendiliğinden olmamıştır; şaşırtıcı hiç değildir. ÖDP’nin girdiği bütün seçimlerden bölünerek çıkması da büyük bir sürpriz olarak görülmemelidir. İnce ince adeta bir oya gibi işlenen siyasal kültür, kişisel ya da dar grupsal beklentileri her şeyin üstünde tutan sonuca yol açmış, beklentilerine karşılık bulamayanlar ÖDP fikriyatı ile taban tabana zıt partilere geçerek milletvekili ya da belediye başkanı seçilme gayretkeşliği içine girmekte sakınca görmemiştir. ÖDP’nin neredeyse tek dinamik alanı olan KESK’te de her genel kurul dönemi, Devrimci Sendikal Dayanışmanın güç kaybetmesiyle tamamlanmış, yetkili kurullara girmeyenler başka arayışlara yönelmiş, örneğin son KESK genel kurulunda olduğu gibi bölünmeyle sonuçlanmıştır. ÖDP’liler arasında kader birliği ve yoldaşlık ilişkisi bir türlü tesis edilememiş, bunun yarattığı utanç ÖDP üyelerinin omuzlarındaki yükü artırmakla kalmamış, güven ilişkisini ortadan kaldıran sonuçlar doğurmuştur. Bütün bunları bir tesadüf olarak değerlendirmek en kabul edilebilir ifadeyle, safdilliliktir. İşlerin bu noktaya gelip dayanacağını, zeminin pek çok açıdan zaaflı olduğunu ve bunun solculuğa halel getirecek kötülükleri kışkırtacağını hesap etmemek şekildeki öngörüsüzlük ve siyasal basiretsizlik özür hanesine yazılacak önemdedir. Bu noktada özür ile pişmanlık iç içe geçmelidir.
ÖDP içinde liberalizme karşı bir direniş başlatıldığı kamuoyunun malumudur. Direniş, “özür ve pişmanlık” bağlamında değerlendirilmelidir. ÖDP’de kılıçlar çekilmiştir çekilmesine ama Ufuk Uras ve ekibinin arkasına AKP yanlısı medyayı aldığı, el birliği ile solun bu en popüler partisinden direnişçileri, “Ergenekoncu” diyerek kapı dışarı etmeye çalıştıkları da bilinmektedir. Eh, ne de olsa çağımız iletişim çağıdır, Uras da bunun hakkını vermektedir. (Düşünüyorum da, 70’li yıllarda, Tercüman ya da Hergün gazetesine sayfa sayfa açıklama yapan bir solcuya ne gözle bakılırdı. Zaman gazetesinde sık sık arzı endam eden Ufuk Uras’a nasıl bakılmalı?!)
“Anlamak gideni ve gelmekte olanı”
ÖDP’de, Ufuk Uras’ın DTP listesinden milletvekili seçilmesiyle başlayan sorunlu süreç, Uras’ı mahkûm eden 18 Aralık 2008 tarihli MYK kararının basına sızdırılmasıyla gün yüzüne çıktı; bu haber gazetelerde “ÖDP’de Ergenekon çatlağı” başlığı ile verildi. Taraflar, Nisan ayında yapılması olası kongreye kilitlenmiş durumda.
Ben kongreyi beklemeden ÖDP PM’den istifa ettim. Son PM toplantısına “mazeret” bildirmeden katılmadım ve istifa sürecini başlattım. Parti içindeki çatlağın kamuoyuna yansımış olması da açıkçası bu yazıyı kaleme alırken elimi rahatlattı.
Alışkanlıktandır; Parti Meclisi toplantısına katılmayan üyeler önceden mazeret bildirir. Mazeret bildirmeyenler yok sayılır. Beni yok saysınlar istedim. Bildirmediğim mazeretin ÖDP açısından öyle yenilir, yutulur cinsten olmadığının da farkındayım. Çünkü, doğalgaza yapılan zammı protesto etmek için Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin Maltepe’deki binası önünde gösteri yapan Halkevcilerin yanında olmayı, PM toplantısına katılmaya yeğledim. Hani şu, Melih Gökçek’in adamlarının ve polislerin azgınca saldırdığı…
Doğalgaz zammına karşı yapılan eylemi, simgesel önemine dayanarak bu yazıya aldım. Halkevlerine ilişkin değerlendirmenin bir zam karşıtı eylemle sınırlanması elbette büyük haksızlık olur. Devrimci hareketin tarihsel mirası, bugün, yoksullar ve hak hareketi yaratılması hedefiyle zenginleştirilerek geleceğe aktarılacaktır. Halkevleri bu ihtiyacın işaret ettiği yerde durmaktadır ki, ayaklarını bastığı zemin, aynı zamanda anti emperyalist, anti faşist, neoliberal politikalara ve sonuçlarına karşı direnme, siyasal gericiliğe tavizsizlik gibi argümanlarla desteklenmekte ve belki de hepsinden önemlisi siyasal söylem ve pratikleri inandırıcılık sıkıntısı yaşamayan omurgalı bir duruşu tarif etmektedir.
Parti Meclisi toplantısında ya da Halkevcilerin eyleminde olup olmamanın da bir önemi yok. Mevzu bu değil zaten. Önemli olan, iki farklı hayatın, iki farklı siyasetin, iki farklı siyasal pratiğin görünür hale gelmesidir. Hangi solun ve tarzın büyüttüğünü, büyütürken huzur verdiğini tescil etmektir.
“Mazeretim” bunun tescil edilmesidir.
Gecikmiş bahtiyarlık
Nazım, ‘gideni ve gelmekte olanı anlayabilmeyi’ büyük bahtiyarlık saymış. Gecikmiş de olsa kendimi bahtiyar sayıyorum.
PM’den istifa etme nedenlerini kendimi hiçbir kısıtlamaya tabi tutmadan yazıyorum: Birincisi; Ufuk Uras’ın değirmenine su taşımak istemiyorum. PM üyesi olarak Uras’ın arkasına dizilmiş olmanın yarattığı mahcubiyetten kurtulamıyorum. İkincisine dair emareleri ise bu yazının değişik yerlerine serpiştirdim.
Türkiye solunun içinde bulunduğu tıkanmışlığı, irili ufaklı sol grup ve partileri bir araya getiren projelerle aşmak mümkün değildir. Asıl iş, solun halkla buluşmasını sağlayan bir siyaseti inşa etmek ve ısrarla bunun pratiğini yapmaktır. Yoksulları ne yapıp ne edip solun öznesi haline getiremezsek, kurulacak çatının bir anlamı olmayacak, aksine, tıpkı ÖDP süreci gibi yıllar hayal kırıklığı ile gelip geçecektir. Solcular yeni bir hayal kırıklığını kaldırabilir mi? Sanırım bu sorunun yanıtını herkes kendine sormalıdır.
Yazıyı Küçük İskender’in “Periler ölürken özür diler” şiirinden birkaç dizeyle bitiriyorum. Bu dizeler, solculuk adı altında yutturulan liberalizmin tılsımına kapılarak gözleri kamaşan eski dava arkadaşlarımıza adanmıştır.
Kalın sağlıcakla!
“Yani bir ayrılık sonrası suçlamaları / İade edilen buz tutmuş armağanlar / İade edilen / öpüşmeler, sevişmeler / çok özlediğin birinin ölümünü duymak gibi aniden / çekip giden bir sevgili / çekip giden bir düş / çekip giden bir sıfır / sana uzatılan / İlk sahte çiçeğin peşinden koşarak giden sen / İhanet bir kent adı mıdır sandın sevgilim”