Hürriyet gazetesi köşe yazarı Ahmet Hakan’ın 12 Kasım 2008 günü yazdığı yazının başlığı “Gazetecileri isyana teşvik.” Ahmet Hakan, Başbakan’ın “sevsinler seni” çıkışıyla başlayan ve Başbakanlık’ın altı muhabirin akreditasyonunu iptal etmesiyle devam eden süreci değerlendirmiş ve gazetecileri kendi deyimiyle “isyana” davet etmiş. Gazetecilik mesleği ile ilgili (gazetecilik nedir, ne değildir, kimin içindir vb soruları es geçerek) […]
Hürriyet gazetesi köşe yazarı Ahmet Hakan’ın 12 Kasım 2008 günü yazdığı yazının başlığı “Gazetecileri isyana teşvik.”
Ahmet Hakan, Başbakan’ın “sevsinler seni” çıkışıyla başlayan ve Başbakanlık’ın altı muhabirin akreditasyonunu iptal etmesiyle devam eden süreci değerlendirmiş ve gazetecileri kendi deyimiyle “isyana” davet etmiş.
Gazetecilik mesleği ile ilgili (gazetecilik nedir, ne değildir, kimin içindir vb soruları es geçerek) kaygıların dile getirilmesi, tartışmanın yürütülmesi tabi ki önemsenmeli ve sürdürülmelidir. Hele hele, sermayenin (Keynes’in “denge”si veya Adam Smith’in “görünmez el”i ile simgeleşen ve kapitalist piyasa mekanizmasını “kutsallar” seviyesine çıkaran sermayenin) ensemize şaplattığı krizin faturasını ilk ödeyen ve ödeyecek olan emekçiler söz konusu olunca, bu tartışmayı daha acımasız ve acil yapmak gerekmektedir.
Gazetecilik mesleği soru sormanın merkezinde döner. Soru sormak kadar “doğru” soru sormak gerekir. Bu da yetmez, alınan yanıtı çoklu süzgeçlerden geçirmek ve tarih bilgisiyle yoğurmak lazım gelir.
Peki nedir “doğru soru”?
Bu, çok tartışmalı ve uzlaşmasız bir konu olmakla birlikte, liberal iletişim kuramları açısından bile baktığımızda, bir sorunun doğru olabilmesi için “kamu yararı” gütmesi gerekmektedir. Çünkü bu kuramlarda medya, demokrasinin direkleri olan “yasama, yürütme ve yargı”yı, kamu adına denetleme görevi üstlenen dördüncü güçtür.
Peki nedir “kamu yararı”?
Kamu, çoklukla iki anlamda kullanılıyor. Birincisi “devlet” ikincisi “halk”. Biz tabi ki ikincisiyle ilgileniyor, birincisi çevresinde dönen tartışmaları, konunun tali bileşeni olması bakımından erteliyoruz. Dolayısıyla kamu yararı da bizim bildiğimiz “halkın çıkarı”dır.
Gazetecilik mesleğinin kamu yaranına yapılması için gerekli koşulları sıralayalım. Başta; sermayeden bağımsız bir medya yapısı şarttır. Böylece sermayenin güdüleriyle şekillenmiş ve dolayısıyla kamu yararının tersine işleyen bir habercilik anlayışına mahkumiyetten kaçınılmış olur.
Bununla birlikte, sermaye gölgesinde serinlememek bağımsızlık için yeterli değildir. Bir de “devlet”ten bağımsız olmak gerekmektedir. Bu da resmi ideolojiden ve şiddet kültüründen arınmış olmayı getirir. Dolayısıyla medyanın mülkiyet yapısının bir sermaye grubuna ve devlete bağlı olmaması şarttır.
Bu bağımsız medya için yeterli midir? Elbet hayır.
Gün koşulları açısından “bağımsızlık” tartışması aslında bir “alternatiflik” tartışmasıdır. Alternatif medya için bu mülkiyet koşulları gerekli fakat yeterli değildir. Böyle bir yayın organında, ezilen ve sömürülen sınıfların ahvali, çalışanların sorunları, yoksulluğa ve yoksullara ilişkin bilgi akışı, azınlıkların, toplumsal hayatta eşitsiz muamele gören tüm bileşenlerin durumu dert edinilmelidir. Tüm emekçilerin, yoksulların, işsizlerin, çocukların, yaşlıların, azınlıkların, engellilerin, kadınların, eşcinsellerin yanı sıra sistem mağdurlarının, haksızlığa uğramışların sesinin bulunması gerekmektedir. Alternatif bir medya; sendikaların, meslek odalarının, derneklerin, vakıfların, oluşum ve girişimlerin platformu olma görevini üstlenmelidir.
Böyle bir medyada çalışan hakları korunmalı ve editöryal bağımsızlık hayata geçirilmelidir. Haber üretim süreci demokratikleştirilmeli, bilgi, fikir ve öneri akışı eşit olarak sağlanmalıdır.
Velhasıl, alternatif medya, tüm halkın “iletişim hakkı”nı savunmalıdır.
Ahmet Hakan’ın çağrısı, böyle bir medyanın yokluğuna ilişkin şikayet ve varlığına dönük bir özlemi kapsasaydı daha tutarlı ve anlamlı olurdu. Hakan böyle bir tutum göstermediği için hayal kırıklığına uğramış değiliz. Kendisinden bunu zaten beklemiyorduk. Yukarda söylenenler, klasik “iyi ama önerin nedir” sorusu için önlem niteliğindedir.
Ahmet Hakan “dayanışma” ruhunu, kendisi gibi “etkili bir köşe yazarı” Başbakandan azar işitince hatırladı. Bunun yanında son bir-iki ay içinde işten atılan basın emekçisi sayısı ise 500’ü zorluyor. Hakan bu konuya da değinmiş; ” kapımızdan içeri girmiş ekonomik krizin, bazı arkadaşlarımızı işsiz bırakmasına seyirci kalmanın vicdan azabıyla tutuşurken” diye yazmış. Vicdan “iyi bir şey”dir. İnsanı hesaplaşmaya kadar götürebilir.
İşten atılan gazetecilerin celladı olan “kriz”, medya kuruluşlarını bazı önlemler almaya itti. Bu “rasyonel” sebep çok masum duruyor. Peki bu önlemler içinde, zaten üç kuruşa çalışan onlarca çalışanın işten çıkarılması yerine, Dubai’den yatak odası anılarını anlatan veya üç beş sonbahar şiiriyle yer kaplayarak bir ayda bir işçinin emekli ikramiyesini alan “köşe yazarları”nın çıkarılması neden hiç söz konusu olmaz? (Yanlış anlaşılmasın, kimsenin işsiz kalmasını istiyor değiliz fakat bir ikiyüzlülüğü açığa çıkarmak gerekiyor.)
Ya da basın yayın kuruluşları, ne idüğü belirsiz insanların makam arabalarından, yurt dışı gezilerinden, şehir dışı ödeneklerinden, transfer paralarından değil de asıl işi yapan muhabirlerin, kameramanların, foto muhabirlerinin, yardımcı hizmet emekçilerinin maaşlarından kesinti yapar.
Şu anda bir gazetenin, ücretleri düşürdüğünü; bir kuruluşun, çalışanların sigorta paylarını maaşlardan kestiğini ve bunlara benzer birçok sömürü biçimini duyuyoruz. Ahmet Hakan’ın bunlara ilişkin değerlendirmesini de merak ediyoruz. Sahip olduğu vicdan burada devreye girmeli ve kendisini ortak mücadeleye yöneltmelidir diye düşünüyoruz.
Sayın Hakan, gazetenizin genel yayın yönetmenin gazetenin sahibine “baba” demesi, gazete sahibiyle bakan ziyaretlerine gidip ihale pazarlığı yapması, çalışanların sendikasızlaştırılmasında canhıraş çabaları da vicdanınızı yaralıyor mu?
Bu ve sair örnekler için internetin uzayı bile yetmez sanırım. Derdimiz şimdilik bu değil.
Şimdi gelelim sorulara.
Sayın Hakan,
Yazınızda ismi geçen tüm köşe yazarlarına ilişkin yaptığınız dayanışma çağrısı, kriz bahanesiyle; sendikaya üye olduğu için; hamile kaldı diye işten atılan basın emekçilerini de kapsıyor mu?
Kaygılarınız ve çağrınız, senelerce ücretsiz veya açlık sınırının altında ücretlerle ve sigortasız çalıştırılan, haber müdürleri ve şefleri tarafından sürekli aşağılanan, 5953’ten sigortalanmayan, sarı basın kartı Demokles’in kılıcı gibi üstünde sallanan, takip ettikleri haberlerde can güvenlikleri bulunmayan, onlarca kiloluk makineleri omuzlarında taşıyan, emekçiler için de geçerli midir? Haber peşindeyken gözaltına alınan, cezaevlerine konulan, işkencede öldürülen basın emekçilerini, Metin Göktepe’yi, Engin Ceber’i ve daha nicelerini de hatırlayıp isyan edesiniz geliyor mu?
Sayın Hakan, dayanışma olgusunun somut göstergelerinden birinin, çalışanları sendika çatısı altında bulunması, örgütlenme özgürlüğünün hiçbir şekilde kısıtlanmadığı koşullarda, emeklerinin karşılığı için hak araması olduğunu düşünüyor musunuz? Gazetecilik iş kolunda örgütlü bulunan Türkiye Gazeteciler Sendikası’ndan haberiniz var mı? Bu sendikanın Türkiye’de sadece iki-üç işyerinde ve büyük zorluklarla toplu sözleşme yapabildiğini, üyelerinin her türlü baskı, yıldırma ve yıpratmayla karşılaştığını biliyor musunuz?
Dahası, çalıştığınız grupta sendika üyeliğinin yok denecek kadar az olduğu, sen
dika üyesi çalışanların doğrudan istifaya zorlandığı, sendikaya üye bir gazetecinin Doğan grubundaki bir gazetede işe başlamak için sendikadan istifa etme koşuluyla karşılaştığı gibi bir duyumunuz var mı?
Son soru…
Dayanışma çağrınızda samimi (eğer öyleyseniz) olduğunuzu göstermek için TGS’ye üye olacak mısınız? TGS’ye üye arkadaşlarımızın işten atılması nedeniyle yaptığımız basın açıklamalarında bulunacak ve “emeğin onuru sendikalı olmaktır” diye bizimle birlikte bağıracak mısınız?
Aslında bu sorulara yanıtınızı tahmin etmek zor değil. Ne söyleyeceğinizi merak ettiğimden sormuyorum bunları.
Evvel zamanlardan gelip ebet zamanlara kadar iktidarın kucağında köşe yazacak bir meslektaşınızın “tırnağına gelen halel” sonucu yaşadığınız bu sıkışmışlık duygusu, binlerce basın emekçisi için ballı börek olacak kadar küçük. Binlerce basın emekçisi her gün ve her gün işsiz kalma tehditleriyle boynundaki zincirden halka çekilmesine razı oluyor. Yüzlercesi sebepsiz yere işten atılıyor.
Birileri bu duruma zaten isyan ediyor Sayın Hakan. Siz bilmeseniz, görmeseniz, duymasanız da birilerinin yüreği, hali hazırda davet ettiğiniz isyanda. Umutları da yüreklerinde.
Gazeteci