Fırat’ın doğu yakasında AKP’ye ve Erdoğan’a karşı tepki “patladı”. “Teröristler”, “terör örgütü yandaşları”, “ortalığı ateşe verdiler” gibi laflarla üstü ne kadar örtülmeye çalışılırsa çalışılsın, girdiği her şehrin merkezinin “ölü şehir” görünümü kazanması en çok Erdoğan’ın canını sıkmış olmalı ki, kendisini protesto etmek için yol kenarlarına biriktirilmiş çöp birikintilerini “DTP’li belediyelerin hizmet kusuru” saydı, esnafa zorla […]
Fırat’ın doğu yakasında AKP’ye ve Erdoğan’a karşı tepki “patladı”. “Teröristler”, “terör örgütü yandaşları”, “ortalığı ateşe verdiler” gibi laflarla üstü ne kadar örtülmeye çalışılırsa çalışılsın, girdiği her şehrin merkezinin “ölü şehir” görünümü kazanması en çok Erdoğan’ın canını sıkmış olmalı ki, kendisini protesto etmek için yol kenarlarına biriktirilmiş çöp birikintilerini “DTP’li belediyelerin hizmet kusuru” saydı, esnafa zorla kepenk kapattırıldığından şikâyet etti.
1990’ların serxıldanları ile karşılaştırıldığında, Kürt halkı içinde daha yaygın ve örgütlü bir kitle tepkisinin ortaya çıktığı kesin. Tepkiye rengini veren duygu ise “hakarete uğramışlık” duygusu.
PKK, Öcalan’ın saldırıya uğramasını, ölümle tehdit edilmesini, Kürtlerin ulusal kimliğine yöneltilmiş bir hakaret olarak tanımladı ve başta gençlik olmak üzere Kürt halkını bu hakareti karşılıksız bırakmamaya çağırdı.
Çağrının karşılık bulduğu açık.
Resmi söylemin “bölücü başı”, “terörist başı” olarak tanımlamakta ısrar ettiği Öcalan’ın Türkiye’deki Kürtlerin büyük bir bölümü için en çok da Kürt gençleri ve kadınları için “Kürt aydınlanmasının başı”, Kürt kimliğini Türkiye’ye kabul ettiren başkaldırının “Başkan”ı olarak saygı duyulan bir lider olduğunu; “Sayın Öcalan” ifadesinin sadece Öcalan’a duyulan bu saygıyı değil, Kürdün yeni kazandığı öz-saygısını yansıtma yoluyla ifade ettiğini anlamayan kaldı mı bu eylemlerden sonra, bilmiyorum… Ama artık bu olgu da “Kürt realitesi”nin bir parçası oldu.
Erdoğan çıkabildiği her kürsüde DTP belediyeciliğini eleştirdi ve “kimlik siyaseti”nin yerini “hizmet siyaseti”nin alması gerektiğini vurguladı. Kürt illerinin yoksulluğunun göstergesi olan bozuk yolları DTP belediyelerinin “çalışmamasına” bağladı. Siirt’in, Van’ın yoksulluğunu, yoksunluğunu görmezden geldi ama, sorulsa onu da DTP’lilerin engellemelerine bağlayacak kadar yüzsüzlüğü ele almıştı.
Erdoğan’ın ekonomik gelişme, kalkınma, refah vaatlerini öne çıkaran söylemi yalnızca “Kürt iş adamları”nın bir kısmının ilgisini çekti. Bütün yoksul mahallelerin meydanlarını zapteden ve kent merkezine doğru ilerleyip polisle çatışmaya giren Kürt gençlerine ise “ulaşamadı”.
Duyurulamadığından değil, Kürt gençlerinin önceliği farklı olduğundan. Gençler “ekmekten önce saygı” diyorlardı.
Ve kendilerini saydırmanın yolunu taşlara sarılmakta bulmuşlardı.
Sloganları kararlı bir öfkeyi dışa vuruyordu: “Meclisi basarız Erdoğan’ı asarız”
Erdoğan’ın “ekonomi” söylemi orta yaşlıları ve kadınları da cezbetmiyordu.
Kan akarken “ekonomi” ne işe yarar. Çocuklarının kanı akan bir halka “işinize gücünüze bakın” demenin o halkı inciteceği çok belli.
Fukara Kürt için Erdoğan’ın söyleminin cazibesinin olmaması “kan akarken ekonominin bir işe yaramamasından” da değil yalnızca. Erdoğanın “kalkınma ve refah” dediği şeyin “seçim rüşveti”, “sadaka” ve “köleleştirme” olduğunu Kürt halkı hissediyor. Erdoğan’ın neo-liberal ikiyüzlülüğü, Kürt halkına karşı saygısızlığının bir başka görünümü. Anlaşılmaz olan şey, Kürt ulusal hareketinin, bölge için AKP’nin ortağı olduğu Kürt-düşmanı politikaların bu yüzüne karşı açık bir mücadeleye halen girişmemiş olması; AKP’nin “kalkınmacı” söylemine hakketmediği bir “sahiciliği” fiilen atfetmesi.
Gazeteler “Bush usulü koruma” diyerek ambalajlayadursun; Erdoğan Diyarbakır’da Dicle Üniversitesinde konuşmaya giderken korumalarının arabasına binmiş, üniversiteye servis kapısından girmiş. Kısacası “Kasımpaşalı”, “keki”nin karşısında ceketinin eteklerini toplayıvermiş.
İşte bu Erdoğan’ın “bittiği an”dır. Tayyip Erdoğan ve AKP Diyarbakır’da bitmiştir. Diyarbakır’da biten, fazla sürmez, Van’da, Siirt’te, Mardin’de, Urfa’da da biter.
Van’da Erdoğan konuşurken kürsünün 300 metre ilerisinden dumanlar yükseliyor. Gaz bombalarının atıldığı noktadan kürsüye doğru hafif de olsa bir rüzgar esmiş miydi ve o rüzgarın taşıdığı biber gazı zerreleri Erdoğan’ın genzini sızlatabildi mi bilmiyorum. Ama Erdoğan’ın 15 gün boyunca yediği tekmelerin sızısını yerel seçim sandığı açıldıktan sonra daha şiddetli hissetmekten şimdiden korkmaya başladığı, “Ya sev ya terk et” şirretliğine sarılmasından anlaşılıyor.