Radikal Notlar (Radical Notes): Varolan krizin niteliğini ve nasıl geliştiğini açıklayabilir misiniz? Amiya Kumar Bagchi: Krizin tam bir açıklaması kapsamlı bir araştırmayı gerektiriyor. Ancak krizin birincil nedenleri şöyle özetlenebilir: a) dizginsiz ve ölçüsüz bir finansal serbestleşme; bunun en önemli öğeleri menkul kıymetleştirilen ürünler dahil, şeffaf-olmayan finansal bir pazarı geliştiren uygulamaların çeşitlendirilmesiydi, b) yatırım bankalarıyla kredilerde […]
Radikal Notlar (Radical Notes): Varolan krizin niteliğini ve nasıl geliştiğini açıklayabilir misiniz?
Amiya Kumar Bagchi: Krizin tam bir açıklaması kapsamlı bir araştırmayı gerektiriyor. Ancak krizin birincil nedenleri şöyle özetlenebilir: a) dizginsiz ve ölçüsüz bir finansal serbestleşme; bunun en önemli öğeleri menkul kıymetleştirilen ürünler dahil, şeffaf-olmayan finansal bir pazarı geliştiren uygulamaların çeşitlendirilmesiydi, b) yatırım bankalarıyla kredilerde uzmanlaşmış mevduat bankaları arasındaki ayrımın yıkılması, c) doların sanal olarak tek küresel likidite kaynağına dönüştürülmesi, d) konut ve ilgili pazarların en yoğun spekülatif faaliyetlerin hüküm sürdüğü sektörler olarak hızla ortaya çıkması.
Bir iktisat tarihçisi olarak bugünkü krizi geçmişteki krizlerle karşılaştırdığınızda benzersiz görüyor musunuz?
Kapitalizm doğumundan bu yana spekülatif krizlerin etkisi altında oldu. Bu tip krizlerin ilklerinden biri, 1630’larda Hollanda’da Tulip Mania’ydı. İkinci spekülatif kriz 1720-21 kriziydi ve Fransa’da Mississippi projesiyle İngiltere’deki South Sea (Büyük Okyanus) Şirketi etrafında odaklanmıştı: Bu kriz o dönemde Batı Avrupa’nın büyük kesimini içine çekmekle tehdit etmişti. Tek başına İngiltere’yi bile düşünecek olsak, 1820’lerde neredeyse her on yılda bir ağır banka krizleri ortaya çıkıyordu ve son on yılı karakterize eden Baring Krizi’ydi. Bu krizde Baring Bros’un Arjantin hükümetine verdiği kredilerle aşırı risk alması sonucu yükümlülüklerini yerine getirememesi tüm Britanya finans sistemini tehdit etti. İngiltere Merkez Bankası muhtemelen başvurulacak son kredi mercii olarak ilk kez bu krizde davranmış oldu. Ardından 20. yüzyılın en büyük finansal krizi, yani askeri ve diğer kamusal harcamalarda benzeri görülmemiş bir artış eşliğinde İkinci Dünya Savaşı hamlesine önayak olan 1930’ların Büyük Depresyonu gelir.
Ama bir tarih öğrencisinin bileceği gibi, kimse aynı suya iki kez girmez. Özellikle kapitalizm mükemmel bir bukalemun gibi her birkaç on yılda bir yalnızca rengini değil belli yapısal ilişkilerini de dönüştürür. Mevcut krizden önceki değişikler bu kuralın dışında değil. Belki de bugünkü krizin benzersizliği, hükümetlerin ve sözde finans uzmanlarının, bankalar, yatırım komisyoncuları ve banka-dışı çeşitli finansal kurumların kendi işlerini saydamlıktan yoksun bir kapalılıkla sürdürmelerini yalnızca görmezden gelmekle kalmayıp, bunun akılcı bir servet yaratma yolu olduğu görüşüyle onları bu yönde teşvik etmeleri şeklinde tanımlanabilir. Bu atmosferin en ironik sembollerinden biri, batmaktan kurtulmak için bir Amerikan bankasıyla birleşmek zorunda kalmış olan Merrill Lynch’in hazırladığı zenginler listesi ve onların servet artışını alkışlamasıydı.
Bugünkü krizi emperyalizmin ve ABD hegemonyasının bir krizi olarak anlayabilir miyiz?
Evet, ama Amerikan hegemonyasıyla ilişkili olarak diğer G7 ülkelerini ve hatta bu hegemonyayla ortakyaşar bir ilişki içinde olan Çin’in büyüme modelini de anımsamalıyız. Krizin ABD’nin öldürücü askeri operasyonlarında bir azalmaya yol açıp açmayacağı açık bir soru olarak kalıyor. Daha önce belirttiğim gibi, sermaye, rekabet söz konusu olduğunda, gerekiyorsa son kertede askeri çatışma seçeneğini kullanarak kazanmak ister. Hegemonya kaybıyla tehdit edilen bir ABD’nin dehşetli kitle imha silahları yığınağını kullanma ihtimali son derece can sıkıcı.
Gelişmekte olan ülkelerde krizin etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gelişmekte olan ülkelerde gerçek hisse senedi ve tahvil piyasaları yok ve varsa bile bunların işlemleri borsadan para kazanmak için genelde fazla küçük olan firmaları çoğunlukla etkilemiyor. Bu ülkelerin çoğunda, emperyalizm ve onun yerli işbirlikçileriyle IMF ve Dünya Bankası gibi aracıların daha önce yol açtığı tahribatlar, çoğu iktisadi kuruluşun resmi kredi piyasalarından dışlanmasına neden oldu. Örneğin Bangladeş’te sözde mikro-kredi aracılarının başarısı yalnızca yabancı tefecilerce vadesi uzatılan borçlar üzerine değil, borçlarını ödemeyen yerel işadamlarınca kamu sektörü bankacılığının yıkımı üzerine inşa edildi. Dünya Bankası ve yabancı bağışçıların takdis ettiği örgütlenmeler bulanık suda balık avladı yalnızca.
Mevcut krizin bu ülkeler üzerindeki etkisi büyük olmayabilir. Ama küresel resesyondan dolayı iç ve dış piyasalarda kendi ürünlerine olan talepteki düşüşten zarar görecekler. Hindistan gibi, ekonomilerinin harekete geçmesi büyük ölçüde yabancı sermayeye bağımlı olan ülkeler, büyük ya da küçük para krizleriyle bu ülkelerde faaliyette bulunan ve krizin olumsuz etkilediği girişimlerin küçülmesinden ayrıca zarar görecek. Yakın gelecekte halk açısından en sıkıcı sonuç, inşaat, hizmetler ve imalat sektöründeki istihdam kaybının sürmesi, gelişmekte olan ülkelerde tarımsal yatırımların azalmasının neden olduğu yüksek tahıl/gıda maliyetleri, büyük finansman kurumlarının mal spekülasyonları ve gelişmiş piyasa ekonomilerinde, özellikle ABD’de, ekin alanlarının büyük ölçüde biyoyakıtı sübvanse etmek için kullanılması olacak.
Son bir rapor, birçoklarınca 21. yüzyılda kapitalist büyümenin küpeştesi olarak değerlendirilen Hindistan ve Çin’in, 2007 aralık ayıyla 2008 eylül ayı arasında son derece ciddi piyasa kayıpları yaşadığını belirtiyor. Rapora göre bu ülkelerde “piyasa sermaye değerinin yaklaşık olarak %51’ini kaybetti ve son on beş gün içindeki düşüler de hesaba katılırsa bu rakam çok daha yüksek olabilir.” En son raporların işaret ettiği gibi, Hindistan’daki endüstriler, özellikle havacılık sektörü çeşitli araçlarla krizin asıl yükünü emeğin sırtına yıkmaya zaten başlamış durumda. Bu gelişmeler dört başı mamur bir krizin eli kulağında olduğunun göstergeleri olabilir mi?
Çin açısından borsa fiyatlarındaki düşüşün ekonomi üzerinde önemli bir etkisi olmayacak, çünkü Şangay pazarında işlem gören hisseler Çin ekonomisindeki firmaların yalnızca küçük bir bölümü için finans sağlıyor. Ama Hindistan üzerindeki etkisi kaçınılmaz; yalnızca havayolu şirketleri ve IT firmalarının zaten duyurmuş olduğu kemer sıkma politikaları nedeniyle değil, FII fonlarının Hindistan’dan dışarı akması ve tabii rupi’nin değer kaybı dolayısıyla da. Hindistan imalat sektörü 2007-2008 mali döneminde zaten aşağı doğru bir trend gösteriyordu ve bu trend son haftalarda Sanayi Üretimi Endeksi’nin (IIP) gösterdiği gibi güçlendi. Kendi hükümeti ekonomik alandaki performansı hakkında ahım şahım bir tablo ortaya çıkarmak için resmi rakamlar üzerinde oynayarak keyfi değişiklikler yaparken, IIP’nin “çok güvenilir olmadığı”nı iddia etmek yalnızca maliye bakanının ikiyüzlülüğüdür.
Hindistan Merkez Bankası (RBI) da güvenilirliği artırmak ve likiditeyi sağlamak için önlemler alıyor. Hindistan bankacılık sektörünün bir tarihçisi olarak bu durumda krizi atlatmak için Hindistan’ın finansal yapısının yeterliliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Neyse ki, ekonomik reformların temposunu süratlendirmek için 1991’den bu yana merkezde birbirini izleyen hükümetlerin yürüttüğü tüm çabalara rağmen, en kötü projeleri gerçekleştirilemedi. Bunlar sermaye hesabının tam konvertibilitesi, bankacılık ve sigorta sektörlerinin bütünüyle özelleştirilmesi ve bankalarla banka-dışı finans şirketleri arasındaki ayrımın tam olarak yürürlükten kaldırılması gibi projelerdi. Her defasında ya önemli uluslararas