Dış kaynak girişi azalan, ihraç pazarları daralan ‘Çevre’ ülkeler, Merkez’den büyük bir kazık yemiştir. Dış kaynağa ve Merkez’in belirlediği işbölümü gereği Merkez’in pazarlarına bağımlılığın sonudur bu. Türkiye de, özellikle AB’nin girdiği krizden büyük kazık yemiştir ve yemeye devam edecektir. Türkiye’nin otomotivden demir-çeliğe, tekstilden metale tüm sanayisi ve onunla bağlantılı olarak da tüm ulaştırma, ticaret, hizmet […]
Dış kaynak girişi azalan, ihraç pazarları daralan ‘Çevre’ ülkeler, Merkez’den büyük bir kazık yemiştir. Dış kaynağa ve Merkez’in belirlediği işbölümü gereği Merkez’in pazarlarına bağımlılığın sonudur bu. Türkiye de, özellikle AB’nin girdiği krizden büyük kazık yemiştir ve yemeye devam edecektir. Türkiye’nin otomotivden demir-çeliğe, tekstilden metale tüm sanayisi ve onunla bağlantılı olarak da tüm ulaştırma, ticaret, hizmet sektörleri büyük darbe yiyecektir.
Kriz takvimi ilerledikçe, 2008 Dünya Buhranı’nda, ABD,AB, Japonya’dan oluşan Merkez’in, aralarında Türkiye’nin de olduğu “yükselen ekonomiler” diye de pohpohlanan “bağımlı-Çevre'” ülkelere büyük bir kriz attığı, krizin etkilerinin, yoksullaşmanın, sefaletin Çevre’de daha çok hissedileceği görülecek…
G-20 diye, Merkez’in Çevre’yi eteğinde tutmak için oluşturduğu zirveden pek bir şey çıkmazken, “zaten ne çıkacaktı?” demek lazım. Zaman, herkesin can derdine düştüğü bir zamandır. Emperyalist sistemin Merkez’i, yani beyni hasar alınca, Merkez’in rol verdiği, işbölümünde görevlendirdiği Çevre’nin kendini toparlaması kolay mümkün olmayacak. Neden?
İşbölümü…
Birincisi, ‘Çevre’ ülkeler ile ‘Merkez’ arasında, özellikle 1980 sonrası şöyle bir işbölümü oluştu; ‘Çevre’, Merkez’in talep ettiği ağırlıkla dayanıklı-dayanıksız tüketim mallarını üretecek, ‘Merkez’ için demode olmuş sanayileri, kirlilik yaratan sanayileri kabul edecek ve ülkesindeki ucuz ve bol işgücü ile bunları üreterek yeniden Merkez’e ihraç edecekti. Yani, ‘Çevre’, artan ölçüde tedarikçi, ücret malları (dayanıklı-dayanıksız tüketim malları) ihracatçısı olarak Merkez’e eklemlenecekti.
‘Çevre’ bu ihracatçı sanayici rolünü üstlenirken, iç tasarruflarının yeterli olmadığı için (Çin ve birkaç Asya ülkesi dışında), dış kaynak kullanacaktı. Bu da, ağırlıkla Merkez’e ait, doğrudan yabancı sermaye, dış krediler ama daha çok da sıcak para adı verilen, ülkenin borsasına, devlet tahvillerine gelen kısa vadeli kaynaklarla olacaktı. Bu kaynak gelsin diye, reel faizler yüksek, döviz kuru düşük tutulacak, doğrudan yatırımları için “yatırım ortamı”(emek piyasası, özelleştirmeler, teşvikler vb.) en uygun hale getirilecekti.
İhracatçı-tedarikçi Çevre’nin bu gemiyi, sıcak para ve diğer dış kaynak rüzgarlarıyla yüzdürmesi, büyük buhran öncesine kadar iyi-kötü mümkün oldu. Aralarında Türkiye’nin de olduğu “yükselen ülkeler” , likidite bolluğundan da yararlanarak, dış kaynak çekip özellikle 2000’li yıllarda yıllık yüzde 7-8’i bulan yüksek büyüme oranları gösterdiler. Merkez’in pazarlarından pay almak üzere kıyasıya yarıştılar. Buna Çinleşme, Asyalaşma da denilir. Daha çok dibe doğru yarış niteliğindeki bu Çevre’lerin rekabetinde, emeğin sırtına daha çok basan öne geçti. Daha az işgücünden daha fazla artığı (adına verimlilik diyorlar) sömürmek için dibe doğru yarış hızlandıkça hızlandı.
Dolayısıyla 2008 Büyük Buhranı öncesi Çevre’nin ağırlıklı rolü, Merkez’den sağlanan dış kaynakla, ucuz işgücünden yararlanarak Merkez’in talep ettiği ürünleri üreten tedarikçi olmaktı. İşbölümü böyle yapılmış, roller böyle dağıtılmıştı, böyle ilerliyordu. Ta ki, global kriz patlayıncaya kadar…
Kriz patlayınca
Merkez’de kriz patlayınca, önce, “Çevre’ye bişeycik olmaz; o toksit kağıtlar Çevre’nin bankalarına bulaşmadı, ‘ayrışma’ var…” türü zırvalar ile avunuldu ama kazın ayağının öyle olmadığı, toksik kağıtlara bulaşmadan da krizden kaçılamayacağı anlaşıldı. Salt, Merkez-Çevre işbölümü, o entegrasyon, küreselleşmenin o bütünselliği nedeniyle Çevre, hemen kendini krizde buldu. Nasıl buldu?
Birincisi Çevre, tedarikçi-ihracatçı rolünde tıkanmayla karşılaştı, Merkez’in Çevre’den mal -hizmet talepleri azaldı. İkincisi, Çevre’nin büyüme rüzgarı olan dış kaynak azaldı. Doğrudan yatırım niyetleri askıya alındı, daha önemlisi sıcak para borsalardan hızla çıkmaya başladı. Çünkü “Yükselen Çevre”, ihraç pazarlarının daralması ile inişe geçmişti. Sıcak para için Çevre’de oyalanmanın gereği yoktu, riskliydi. Sıcak para için, Merkez’deki kurtarma operasyonlarının ABD’nin AB üyelerinin devlet tahvilleri bu dönemde daha güvenli artık…
Bunu Merkez Bankası da son Enflasyon Raporunda teslim ediyor ve şöyle diyor: “Küresel durgunluk olasılığının bir önceki döneme göre artması ve
Euro bölgesi ile ABD hükümetlerinin finansal kuruluşların likit olmayan
varlıklarını satın alması sonucu tahvil arzının artacağı beklentisiyle,
yatırımcıların güvenli araçlara ilgisi artmıştır.”
Bu durumda, dış kaynak girişi azalan, ihraç pazarları daralan Çevre, Merkez’den büyük bir kazık yemiştir. Dış kaynağa ve Merkez’in belirlediği işbölümü gereği Merkez’in pazarlarına bağımlılığın sonudur bu.
Şimdi ne olacak
Çevre’nin yeni ihraç pazarları, yeni dış kaynaklar bulması mümkün müdür? Zor. Çünkü Çevre’nin ihracatı, ağırlıkla Merkez’in siparişlerinden, onların belirlediği evsafta ihracattır. Marka ihracat çok azdır. Hatta, bazı know-how anlaşmaları ile başka pazarlara satışlar kısıtlanmıştır. Dolayısıyla, başka pazara yönelmek zordur, zaten hangi pazar ayaktadır ki, oraya yönelsin?
Dış kaynak konusunda Merkez’e çekilmiş yabancı sermaye ve sıcak paranın yerine nereden para bulunacaktır? Kaldı ki, Çevre’nin çok ciddi dış kredi borç stoku vardır ve bunların vakti gelenleri çevirmek de zorlaşmıştır. Nasılsa ihraç gelirim var dövizi dövizle öderim, hesabı altüst olmuştur. İhracat yapamayınca, borç taksitleri de ödenemez duruma düşmüştür. Üstelik dolar hızla değer kaybetmiş ve tüm Çevre ülkeler kur şokları yaşamıştır. Dış borçların yerli para karşılıkları bir anda inanılmaz boyutlara çıkmış, kur şokuna karşı geliştirilen yüksek faizler, ortalığı iyice kasıp kavurmuştur. Çevre, yarayı, ağırlıkla reel sektörden almıştır ve almaktadır. Reel sektörden, sanayiden başlayan çöküş, hızla finans sektörüne de sıçrayacaktır. Görünen odur.
Dolayısıyla, Merkez’in krizinin Çevre’ye, özellikle zaten kırılgan olan Buhran öncesi durgunluğa giren, Türkiye ekonomisi gibi ülkelerde yaratacağı tahribat, sanılandan da büyük olacaktır. Çevre’nin, bundan sonra, kendi arasında, başta Çin ile gireceği rekabet ise inanılmaz yıkıcı olacaktır. Merkez’in daralttığı dünyada Çin gibilerin rekabetine de dayanamayınca birçok ülkede sanayiler büyük bir mezarlığa dönüşecektir. Bu, muazzam bir değersizleşmedir.
Türkiye’ye gelince
Çevre ülkeler geneli için yapılan bu panoramik gezinti, tasvir, Türkiye için de geçerlidir. Türkiye de, Çevre ülkeler içinde, Merkez’in kazığını yiyecek en büyükler arasındadır. Birincisi, ihracatını yüzde 60 oranında AB’ye odaklamıştır. AB ile Gümrük Birliği anlaşmasının da gazıyla, ihraç pazarı olarak AB’ye odaklanılmış, alınan otomobil, beyaz eşya, konfeksiyon vb. siparişlerine güvenilerek yatırımlar yapılmış ve sanayi ihracatı toplam ihracatının yüzde 90’ına yaklaşmıştır. Düşük tutulan dolar kuru ile Asya’dan ithal edilen girdi, içeride ucuz ve örgütsüz işgücü kullanılarak son mamul haline getirilip Avro ila AB’ye satılmıştır. Daha çok da dolar/Avro paritesine fit olan düşük bir kar oranı ile piyasada yer tutmaya, Avrupa’nın Çin’i olmaya heves edilmiş ama onda da çok zorlanılmıştır. Bütün bunlar yapılırken, düşük kurun k