Yaşı 50’ye yakın olanlar hatırlar. 1980 öncesi toplumsal muhalefetin mücadelesini karalamak için egemen sınıfların oluşturduğu bir söylem vardı: “Masum öğrenci olaylarıyla başladı, sonra iş çığırından çıktı.” Sanki öyle olmasaydı öğrencilerin talepleri karşılanacaktı ama onlar düzeni yıkmaya yöneldiler! Eylemin veya talebin masumiyeti nereden gelmekteydi? Mesela 68 öğrenci kuşağının “Özerk Demokratik Üniversite” ya da (o dönemde hiç […]
Yaşı 50’ye yakın olanlar hatırlar. 1980 öncesi toplumsal muhalefetin mücadelesini karalamak için egemen sınıfların oluşturduğu bir söylem vardı: “Masum öğrenci olaylarıyla başladı, sonra iş çığırından çıktı.” Sanki öyle olmasaydı öğrencilerin talepleri karşılanacaktı ama onlar düzeni yıkmaya yöneldiler!
Eylemin veya talebin masumiyeti nereden gelmekteydi? Mesela 68 öğrenci kuşağının “Özerk Demokratik Üniversite” ya da (o dönemde hiç kimsenin hayır diyemeyeceği) “Tam Bağımsız Türkiye” talebi… Düzenin sahipleri “masum” derken şunu demek istiyorlardı: Sadece istemekle kalmalılar. Ama onlar yapmaya da çalıştılar. Masumiyeti kirleten eylem olmuştu onlara göre!
Ancak düzenin en basit demokratik talebi karşılamaktan aciz olduğu ve bu sorunların sistemin özüyle ilgili olduğu gerçeği öğrenciler, emekçiler, topraksız köylüler tarafından görüldü. Toplumsal muhalefet devrimciler, sosyalistler tarafından örgütlenerek yeni bir Türkiye yaratmak için mücadeleye girişildi.
68’de üniversite öğrencilerinin yaşadığını bugünlerde emekçiler yaşıyor. Kötü koşullarda çalışmaya ve dolayısıyla yaşamaya zorlanıyorlar. Hayata (kapitalizme) karşı kendilerini korumak istiyorlar ve bunu tek başlarına yapamayacaklarını görüyorlar. Bu nedenle örgütlenmek ihtiyacı hissediyorlar, sendikalaşıyorlar. Malumunuz sendikalaşmak yasal ve hatta anayasal hak…
Peki bu “masum” taleplerinin karşılığında neyle karşılaşıyorlar. Bazı istisnalar hariç her yerde tehdit, baskı ve işten atılmalar… Özel sektörün zaten dini imanı yok… Ama TÜSİAD’a bakar mısınız? Nasıl da demokrasi, insan hakları AB normlarından bahsederken bunlardan uzaklaştığımız için timsah gözyaşı döküyor! Ama ya işçilerin demokratik hakları… Ya köle gibi çalışmaya mahkûm edilen milyonlarca emekçi, yasal/demokratik hakkını kullanmaya çalıştığı için aç bırakılan yüzbinlerce işçi…
Peki ya Kızılay’a ne demeli. Şu bizim bildiğimiz Kızılay. Hani yoksula, mağdura yardım etmek için bizlerin bağışlarıyla kurulmuş yardım kuruluşu… Kızılay’ın sağlık kuruluşları var ve bu kuruluşlarda çalışanlar çalışma koşullarına ilişkin şikayetlerine çözüm bulunmadığı için sendikalaşma yoluna gittiler, Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası’nda örgütlenmeye başladılar.
İstanbul-Çapa Kan Merkezi’nde örgütlenme çalışmasının başladığını öğrenir öğrenmez yöneticiler hemen tehditlere başladılar. Bu kuruluşların başındakiler de öyle gözü dönmüş patron bozuntuları değil sanırsınız… Örneğin Çapa’nın başında bir öğretim üyesi var, bilim adamı yani!..
Peki sendikalaşma karşısında organize sanayi sitesindeki tekstil fabrikasının patronundan farklı bir tutum sergiliyorlar mı, hayır! Kızılay Genel Müdürlüğü sendikalaşmayı öğrenir öğrenmez yurt çapında Kızılay sağlık kuruluşlarına emir yağdırıyor: Sendika çalışması yapanın gözünün yaşına bakmayın! İstanbul Çapa’da 11 sağlık emekçisi Şırnak, Ardahan gibi uzak illere sürüldü, baktılar o da yetmiyor, işten çıkarıldılar. 15-20 yıllık emekleri, aile hayatları hiçe sayıldı… Siz ne masumiyetinden, ne yasasından, ne anayasasından bahsediyorsunuz!..
Her şeye rağmen emekçiler kendilerini savunma haklarından vazgeçmiyorlar. Sendika düşmanlığının düzenin kendisiyle ilgili olduğu gerçeği her geçen gün biraz daha gün yüzüne çıkıyor. Ve onlar hep birlikte “masum değiliz hiçbirimiz” şarkısını söylemeye hazırlanıyorlar!