12 Eylül soykırımı sosyalist solu ideolojik-politik olarak etkisizleştirmişti. 90’ların ortalarında toparlanmaya başlayan sosyalist sol bu kez de neo-liberal politikalara çarpmış, 2000’lerde yeni bir krize girmiştir. Krizin en belirgin özelliği sol entelektüeller üzerindeki liberal etkidir. Sosyalist sol,entelektüeller üzerindeki etkisini kaybetmiş, “liberal sol” terimiyle ifade edilen bir entelektüel grubu ortaya çıkmıştır. Sosyalistleri de etkilemeye çalışan ve yer […]
12 Eylül soykırımı sosyalist solu ideolojik-politik olarak etkisizleştirmişti. 90’ların ortalarında toparlanmaya başlayan sosyalist sol bu kez de neo-liberal politikalara çarpmış, 2000’lerde yeni bir krize girmiştir. Krizin en belirgin özelliği sol entelektüeller üzerindeki liberal etkidir. Sosyalist sol,entelektüeller üzerindeki etkisini kaybetmiş, “liberal sol” terimiyle ifade edilen bir entelektüel grubu ortaya çıkmıştır. Sosyalistleri de etkilemeye çalışan ve yer yer de etkileyen “liberal sol”un görüş ve tahlillerine şöyle bir bakalım.
“Liberal sol”, toplum çözümlemesinde “merkez-çevre” çelişkisini temel almakta; merkeze, “devletçi seçkinler”i, çevreye “gelenekçi liberal”leri ya da “islamcı liberal”leri oturtmaktadır. “Devletçi seçkinler” asker-sivil bürokrasi, CHP, geleneksel Kemalist çevre ve katmanlardan oluşur. Bunların kurucu olmaktan kaynaklanan iktidar güçleri vardır.
Merkez sağ ve islamcı partiler ise çevreyi temsil eden “gelenekçi liberal”lerdir. Çevrede, iktidardan dışlanan, ezilmiş kesimler bulunur. Böylece, çevreyi temsil eden AKP’yi daha demokrat ve halkçı bulmak mümkün olmaktadır.
Yukarıda kabaca anlattığımız “liberal sol” toplum ve siyaset çözümlemesinin temel yanılgısı her iki kesimi de sınıf zemininden koparmasıdır.
Ne devletçi seçkinler kendileri için bir sınıftır, ne de gelenekçi liberaller sermayeden bağımsızdır. AKP’nin çevreyi temsil ettiği savı ise tam bir safsatadır.
AKP’nin kitle tabanı bulmak için “çevre”ye yönelik bir söylem geliştirdiğini; olgusal-yapısal-ideolojik alanda merkeze oturduğunu gözden kaçıran “liberal sol” tahlil, sermayenin çeşitli kesimlerini ve bu kesimlerin her birinin değişik iktidar seçenekleri olduğunu da gözden kaçırmaktadır. AKP’nin kimin partisi olduğunu anlamak için destekçilerine şöyle bir bakalım: Küresel serbest piyasa ekonomisiyle bütünleşen Türkiye büyük sermayesi, islami söylemli ve gittikçe büyüyen Anadolu sermayesi. Birinciler, ülkemizin geleneksel egemen sermayesidir. AKP ile bunlar ve bunların örgütleri arasında önemli bir
çelişki görülmemektedir. İkinciler ise ne küçüktür ne de ulusal. Ayrıca ABD ve AB’den aldığı destek de AKP’nin “merkez-çevre” bağlamında nerede olduğuna ilişkin bilgi verebilir.
“Merkez-çevre” yaklaşımını liberallerden ödünç alan “liberal sol”un diğer özelliklerini aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:
*Emek-sermaye çelişkisi inkarı ve ekonomik sisteme emekten yana müdahale bakışından yoksunluk,
*Demokrasinin ekonomik alt yapıdan soyut olduğu ve dış dinamikle yerleştirilebileceği yanılgısı,
*Demokrasiyi asker-sivil ayrımına indirgeme,
*Milli irade kavramına bakışta yanılgı, seçimle gelenin her şeye muktedir olması gerektiği,
*Küresel serbest piyasa ekonomisine itirazlarının olmaması.
Liberal sol pratik ve sosyalist sol
22 Temmuz Genel Seçimleri liberal sol pratik açısından önemli ipuçları vermektedir. Hemen belirtelim ki sol ve DTP’ye ortak bağımsız aday önerisi ilk kez bu kesimden gelmiştir. Birçok liberal solcu bu projeyi desteklemiş, bir kısmı da AKP’nin “demokrat” olduğunu savlayarak bağımsız adaylar olmasaydı AKP’ye oy vereceklerini açıklamışlardır. Sungur Savran, 11 Mayıs’ta bu çizginin pratiğine ilişkin Radikal İki’de yayımlanan yazısında, liberal solcuların “AKP demokrattır” tezinin SSGY ve 1 Mayıs olaylarıyla çöktüğünü vurgulamıştır. Özellikle Savran’ın yazısından sonraki tartışma, liberal sol-sosyalist sol ilişkisinde bize önemli ipuçları vermektedir. Durumun ne kadar vahim olduğunu Roni Margulies’in yine Radikal İki’de 8 haziranda yayımlanan “Özeleştiriye Davet” başlıklı yazısından anlayabiliriz. Margulies, yazısında, 1920’lerin başında birçok ülkede devrimlerin püskürtüldüğü; yani sosyalist hareketin henüz güçlü olduğu bir dönemde, sosyalistlere, yine işçi hareketi tabanlı sosyal demokratlarla ittifak yapmalarını öneren Lenin ile Savran’ın yazısını karşı karşıya getiriyor. Savran’ı sol sapmayla suçluyor. Anlamaya çalışalım, AKP’nin demokrat olmadığını söylemekle sol sapmanın ne ilgisi var? Margulies sol liberallerle ittifak yapmaktan söz ediyorsa buna Savran’ın itirazı yok ki…
Yok eğer AKP ile ittifaktan söz ediyorsa, Margulies, hiç kusura bakmasın; buna sağ sapma bile denmez.
Çatı Partisi ve “liberal sol”
“Liberal sol”, DTP ve sosyalist solu kendi projesinin bir parçası olarak görmekte ve bu kesimleri de amacına uygun düzenlemeye çalışmaktadır.
Ahmet İnsel’in, bağımsız aday projesine yeterli destek vermediğini düşündüğü ÖDP’ye ilişkin yazdığı (biri 22 Temmuz seçimleri öncesi, biri sonrası) iki yazı bu anlamda çok öğreticidir.* İnsel, birinci yazısında ÖDP’yi solun önündeki en büyük engel olmakla suçlamış; 70’lerin solcularının tasfiye edilmesi gerektiğini savlamıştı. Seçim sonrası yazısında ise ÖDP’nin bittiğini, bunun olumlu olduğunu belirtmişti. O zaman pek bir anlam verememiştik. Seçimden sonra bir çatı partisi olayı ortaya çıktı. Anlaşılan bu düşünceyi ortaya atanlar da sol liberallerdi. İnsel’in kızgınlığı, buna engel olacağını düşündüğü ÖDP’nin bir kanadınaydı. DTP, sosyalistler ve liberal solcuların bir “çatı”da birleşmelerinin demokratikleşmeyi hızlandıracağını, Kürt sorununu, AB konusunu çözeceğini düşünen “sol liberal”ler böylesi bir partinin kuruluşunda etkin olmak istiyorlardı. Sosyalist solun bir kısmının bu öneriden etkilendiği de açıkça görülüyordu. Kendi partisinin en azından yarısıyla ittifak yapmaktan kaçınan ama başka grup ve partilerle “çatı” çalışması yapan bir genel başkan… Partisini AB’cilikle suçlayıp “daha devrimci bir parti” kuran bir başka genel başkanın, çatı partisinin “Müslüman demokratları ve AB’cileri de kapsaması gerektiği” söylemi… İşte sosyalist partilerdeki durum. Tam da bizim korkumuz.
Buna bir de çok kitlesel olan DTP’yi ekleyin. Bu çatı partisinde sosyalist solun rengi bile görülmez. Peki böylesi bir ittifak yanlış mı? Hiç kuşkusuz hayır. Böylesi bir ittifakın örülmesinin ana koşulu; emek-sermaye çelişkisini temel alan, neo-liberalizm karşıtı mücadeleyi öne çıkaran güçlü bir sosyalist partinin yaratılmasıdır. Güçlü bir sosyalist parti her durumda rengini korur, anılan güçlerle ittifak yapmaktan, ideolojik etki altında kalmaktan korkmaz. Sınıf ekseninden kaynaklanmayan çelişkilerin çözümüne ve demokratikleşmeye daha çok katkıda bulunur. Güçlü bir sosyalist parti hem çekim merkezi hem de daha geniş ittifak yapmanın kolaylaştırıcısı olacaktır. Bu nedenle önce sosyalistlerin birliğini sağlayacak çalışmalar yapılmalıdır.
İlle de liberallerin etkisinde bir çatı partisi isteniyorsa genel başkanı da Açık Toplum Enstitüsü’nden, TESEV’den olabilir. Hatta bu konuda Soros’tan bile fikir alınabilir. Biz de kuranlara “Hayırlı olsun!” deriz.
Kerim Dönmez
kerim.donmez@mynet.com
* Ahmet İnsel’in her iki yazısı da Radikal İki’de yayımlanmıştır.