Dünya küresel kapitalist sistemin karşı karşıya kaldığı uluslararası krizin ekonomik ve politik boyutlarının tahminlerden çok daha büyük olduğuna ilişkin veriler artık netleşmiş durumda. Kamuoyunda ‘finans krizi’ olarak bilinen bu süreç aynı zamanda kapitalizmin ekonomik bunalımının bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır. 2007 yılı verilerine göre dünyanın GSMH’si 62 trilyon dolar. Bunun 14 trilyon doları ABD, 19 […]
Dünya küresel kapitalist sistemin karşı karşıya kaldığı uluslararası krizin ekonomik ve politik boyutlarının tahminlerden çok daha büyük olduğuna ilişkin veriler artık netleşmiş durumda. Kamuoyunda ‘finans krizi’ olarak bilinen bu süreç aynı zamanda kapitalizmin ekonomik bunalımının bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır.
2007 yılı verilerine göre dünyanın GSMH’si 62 trilyon dolar. Bunun 14 trilyon doları ABD, 19 trilyon doları AB ülkelerine aittir. G-7’lerin 33 trilyon, G-20’lerin 54 trilyon dolardır. Dünyanın en büyük ekonomisine sahip olan ABD’yi sırayla Almanya ve Japonya izlemektedir. Ancak bunun yaklaşık yüzde 18’i krize gitti.
Uluslararası kriz ile birlikte dünya kapitalist ekonomisi bir durgunluk/resesyon sürecine girmiş bulunuyor. ABD ekonomisi ciddi bir kriz içerisindedir. AB ülkeleri içerisinde Euro para birimini kullanan 15 ülkede, yılın ilk 4 ayında yüzde 0,2 oranında resesyona girdi. Aynı şekilde Japonya’nın da bir durgunluk sürecine girmeye başladığına dair önemli işaretler var. Dünyanın en çok gelişmekte olan ülkesi olarak bilinen Çin’de büyümü hızında belirgin bir yavaşlamanın olduğu açıklandı. İzlanda adalarından sonra, AB’nin üye ülkelerinden Macaristan ve Ukrayna da iflasla karşı karşıya gelmiş bulunuyor. IMF, uluslararası krize müdahale etmek ve geri kalmış ülkelerdeki sürece müdahale etmek için yaklaşık olarak 1,3 trilyon dolara ihtiyacı olduğunu açıkladı.
Kriz sadece finans alanında değil, otomotiv sektörü başta olmak üzere birçok üretim dalında ciddi olarak hissedilmeye başlandı. Ayrıca küresel kapitalist ekonomideki durgunluk, işsizliği ciddi boyutlara taşıdı. ABD’de bir hafta içerisinde işsizlik kurumuna başvuranların sayısı 516 bin olup ülke genelinde son on aydaki oran 1,3 milyon olarak belirlendi. Örneğin DHL şirketi 9.500 kişinin, FORD Motors 7.000, General Motors 5.500, Circuit City çalışanların yüzde 17’sinin, Fidelity Yatırım 1300, Glaxosmith Kline 1.000, Citygroup dünya genelinde 10.000, İngiltere’de Royal Bank of Scotland şirketlerinde 3.000 kişinin işten atılmasına karar verildi. Bu süreç çok daha kapsamlı bir şekilde derinleşerek gelişecektir.
Kapitalist sistem bakımından önemli bir alanı oluşturan sermayenin küreselleşmesi, dünya kapitalist güçleri arasındaki ilişkilere yeni bir boyut kazandırdı. Finans krizinin aşılması için, dünyanın gelişmiş ve gelişmekte olan ve kamuoyunda G-20’ler olarak bilinen ülkelerin, 15 Kasım 2008 tarihinde, Washington’da yapmış oldukları toplantı, dünya kapitalist sistem ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi için bir dizi kararlar alındı.
Küresel kriz, dünya kapitalist ekonomisinin birbiriyle olan zorunlu bağı, küresel güçler arasındaki ilişkilere yeni bir boyut kazandırmış durumda. Özellikle sermayenin uluslar üstü bir özellik kazanmasıyla dünya kapitalist ekonomisi arasındaki ittifaklar giderek çok daha önemli olarak ön plana çıkmaktadır.
ABD’de patlak veren ve bütün dünyayı etkileyen finans kriz, küresel kapitalist ülkelerinin dünya ekonomisi üzerindeki etki gücünü yeniden düzenledi. “Dünyanın finansal kurallarını bu krizden alınan dersler ışığında yeniden düzenlemek” olarak belirlenen politika ekseninde dünya ekonomisine yön veren mevcut kurumların yeniden düzenlenmesi, yenilerinin kurulması konusunda önemli kararlar alındı.
Öncelikli olarak ön plana çıkan birkaç temel nokta var. Birincisi, dünya kapitalist ekonomik sistemi içerisinde politik güç dengeleri giderek eşitlenmektedir. Bugüne kadar tek başına bir güç olan ve uluslararası liderliğini sürdüren ABD, başta AB olmak üzere küresel merkez ülkelerle paylaşmaya sürecini kabul etmiş bulunuyor. İkincisi, IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası küresel kuruluşlar mevcut konumlarıyla, dünya kapitalist sisteminin bugünkü ulaştığı düzeye yanıt vermekten zorlanmaktadır. Söz konusu bu kurumların yeniden dizayn edilmesine karar verildiği gibi ‘görev alanları’ genişletilerek etki güçleri arttırıldı. Aynı zamanda bu kurumlar içerisinde ekonomik kaynakların gücüne bağlı olarak AB, Japonya-Çin-Güney Kore, ABD arasındaki dengeler yeniden belirlendi. Örneğin Japonya ve Çin’in elinde her an paraya çevrilebilecek birer trilyon dolarlık tahvil senedi bulunmaktadır. Ayrıca Japonya, gelişmekte ve geri kalmış ülkelere aktarılmak üzere IMF’ye 100 milyar dolar borç verebileceğini açıkladı. Aynı şekilde Çin’in de kaynak aktaracağını açıklaması, Asyatik ülkelerin dünya küresel sistem içerisinde artan ağırlıklarını yansıtmaktadır. Üçüncüsü, bugüne kadar dünya ekonomisini belirleyen ve uluslararası ekonomik yatırımlarda baz alınan dolar artık tek başına bir iktidar gücü olmayacaktır. AB dönem başkanı olarak konuşan Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, bundan sonra ‘dünya ekonomisi içerisinde dolar ve Euro’nun eşit düzeyde bir rol oynayacağını’ açıkladı. Bu durum aynı zamanda dünya küresel ekonomisi üzerinde ABD-AB küresel merkez güçlerinin hemen hemen ortak düzeyde bir etkide bulunacaklarını ortaya koymaktadır ki, ABD’nin tek seçici rolünü terk etmesi anlamına gelmektedir. Dördüncüsü, küresel sermayenin akışı önündeki engellerin bütünlüklü olarak kaldırılması ve sermaye akışını kontrol edecek yeni bir kurumlaşmaya gidilmesi belirlendi. Beşincisi, küresel kapitalist ekonomide etkinlikleri artma eğilimi içerisinde olan gelişmiş ve gelişmekte olan 20 ülkenin uluslararası ekonomik sistem içerisindeki etkinliğinin artırılması, bu bir bakıma G-7’ler ile G-20’ler arasındaki ekonomik-politik ilişkilerin yeniden düzenlenmesi olarak yorumlandı. Böylece G-8’lerin dışında kalan ve dünya ekonomisinde söz sahibi olmaya aday diğer 12 ülkenin, küresel sistem içerisindeki rolleri artmaya başladı.
Krizin etkileri üzerine yapılan çok yönlü değerlendirmeler sonucunda, kapitalist sistemin uluslararası ihtiyaçlarına yanıt veren yeni kurumsal yapıların oluşturulmasını zorunlu hale geldiğini ortaya koyuyor. Böylece sermayenin uluslar üstü merkezileşmesi süreci çok daha güçlü ve hızlı olacaktır. Özellikle finans sektöründeki bir kısım uluslararası şirketlerin ‘devlet korunmasına’ alınması, sanıldığı gibi doğrudan Keynesçi kapitalist ekonomik modele geçmekten çok, küresel sisteme göre yeniden biçimlendirilmesidir. Bir başka tanımlamayla, uluslar üstü sermaye ile devletlerin giderek bütünleşmesi sürecinin en önemli adımlarından biridir. Gelişmekte olan ülkelerde sermayenin dolaşımı önündeki ‘yasal’ engellerin bütünlüklü olarak kaldırılması için alınan karar, sermayenin uluslar üstü gücünü pekiştirmektedir. Buna bağlı olarak, sadece tek tek ülkeler bazında değil, aynı zamanda dünya kapitalist sistemin bütün merkez kurumları da sermaye ile tam bütünleşmiş bir şekilde hareket edeceklerdir. Böylece kriz ve kriz sonrası ortaya çıkar süreç, küresel sermayenin uluslararası alanda yarattığı ve iç içe geçen ekonomik-politik bağlar nedeniyle kapitalist sistemin merkez yönetici ülkeleri arasındaki ilişkilere yeni bir boyut kattı. Kapitalizmin tarihsel sürecinde ‘yeni’ bir durumu oluşturan bu sürecin başlı başına analiz edilmesi de oldukça önemlidir.
Kapitalist sistem içerisinde meydana gelen ve bir nebze de ezberi bozan ekonomik-politik ilişkilerdeki gelişmenin arka planının en önemli noktalarından biri, dünya genelinde, küresel kapitalizme karşı gelişme eğilimi içerisinde olan bölgesel ve kıtasal toplumsal hareketin taşımış olduğu dinamiklerdir. G-20’ler toplantısında çok açık olarak ifade edildiği gibi krizin etkilerinin topluma çok daha sert yansıyacağı, işsizlik ve yoksullaşmanın çok daha üst boyut
ta artacağına dair vurgular boşuna değildir. Bunun uluslararası alandaki olası tehlikelerine dikkat çekilerek gerekli önlemlerin alınmasına da özel bir vurgu yapıldı. Tehlikeli gördükleri nokta da, dünya çapında toplumsal dinamiklerin kapitalizme karşı başkaldırısıdır. Onların korkusunun esası budur. NATO tarafından gerçekleştirilen “21.yüzyılda NATO ve Güvenlik” isimli konferansta konuşan Rogers, dünya küresel kapitalist sisteminin içerisine gireceği krizin olası sonuçları üzerine söyledikleri oldukça dikkat çekicidir: “21.yüzyılın ilk otuz yılının geri ülkelerden ortaya çıkacak ayaklanmalarla geçeceğini, ekonomik eşitsizliklerin artmasıyla ayaklanmaların önünün alınamayacağını” belirtmektedir. Dünya kapitalist sistem güçleri, kendileri için tehlikenin farkında olduklarından gerekli önlemlerin alınması için yoğun bir çaba içerisinde oldukları kesin.
Peki, kapitalizmi yıkmak ve tarihsel olarak varlığını ortadan kaldırmak için mücadele edenlerin geleceğe dair somut politik projeleri nedir? Dünyada veya tek tek ülkelerde gelişen toplumsal hareketlerin örgütlendirilmesi, uluslararası birleşik bir güce dönüştürülmesi için pratik-politik alanda nelerin yapılması gerekir? Bu sorulara ortak yanıtlar bulunmadan ve somut adımlar atılmadan, ezilenlerin kapitalizme karşı mücadelesi geliştirilmeden, dünya küresel kapitalist sistemini yıkmak, sanırım çok daha zor olacaktır.
Gokyuzu9@aol.com