I-Kriz: Kimin Krizi? İçinden geçilen kriz sermayenin krizidir. Sermaye sahipleri işçi sınıfı üzerinden biriktirdikleri sermayeleri üretim sürecinde yeniden değerlendiremedikleri için yeni yollara başvuruyorlar. Kapitalizmin en acımasız kurallarından biri, değerlenme koşulları dışında kalan sermayelerin değersizleşmesidir. Sermayedarlar, ellerinde muazzam miktarlarda biriken sermayelerini değerlendirmek için değerli kağıtlara yöneliyorlar. Kapitalistler daha önce üretim sürecinde elde ettikleri karları dolaşım alanında […]
I-Kriz: Kimin Krizi?
İçinden geçilen kriz sermayenin krizidir. Sermaye sahipleri işçi sınıfı üzerinden biriktirdikleri sermayeleri üretim sürecinde yeniden değerlendiremedikleri için yeni yollara başvuruyorlar. Kapitalizmin en acımasız kurallarından biri, değerlenme koşulları dışında kalan sermayelerin değersizleşmesidir. Sermayedarlar, ellerinde muazzam miktarlarda biriken sermayelerini değerlendirmek için değerli kağıtlara yöneliyorlar. Kapitalistler daha önce üretim sürecinde elde ettikleri karları dolaşım alanında değerli kağıtlar biçiminde değerlendirme yollarına gitmeye başladılar. Kapitalizmin her şeyi metalaştırma konusundaki kendisi için rasyonel ama sermaye dışı için irrasyonel olan mekanizmalar, değerli kağıtlar içinde işlemeye başladı. Birer meta olarak değerli kağıtlar farklı biçimler alarak sürekli değer kazanmaya başladılar. Reel karşılığından hızla uzaklaşma anlamına gelen bu süreç aslında balon gibi şişen ve karşılığı olmayan değerlerin piyasada dolaşmasına neden oluyordu. Ama balonun birgün patlayacağı kesindi. Ve balon patladı. Balonun patlaması sol-muhalif analizlerde de egemen olan reel-parasal ekonomi ayrımının ne kadar sorunlu olduğunu gösterdi. Sorunlu çünkü, “finansal piyasaya aktarılan paralar üretimden çekilen paralardan gerçekleştirildi” ifadesi, yerine bu paraların üretimden elde edilen paralar olduğu belirtilmeli. İkinci olarak ise üretimden değerli kağıtlara yönelmenin bir diğer nedeni ise yine üretimde gözlemlenenen bazı problemler olmuştur. Problemlerden en önemlisi artan rekabetle birlikte verimlilik adına üretimde değer yaratan emekçilerin yerini daha çok makineler aldıkça sermayenin geri getirisi ya da artı-değer yaratma kapasitesinde önemli düşüşler yaşanmasıdır.
Değerli kağıtlardan oluşan değerlerin şişmesi aslında üretim sürecinde açığa çıkan krizi parasal değişkenlerle öteleme çabası idi. Ama ne kadar ötelenirse ötelensin balon patlayacaktı. Balonun patlaması reel olandan bağımsız gibi görünen değerlerin hızla gerçek değere ve bazen de daha da aşağılara düşmesine neden oldu. Krizin patlak verdiği an, tam da bu nedenden dolayı sermayedarların krizidir. Çünkü hayali olarak yaratılan değerler hızla buharlaşıyor.
II-Sermayenin Krize Karşı Stratejileri
Kazanma hırsı ile üretim sürecinde gerçek karşılığı olmayan değerleri dolaşım alanında kazanan sermayedarlar, kriz ile birlikte buharlaşan bu değerleri geri istiyorlar. Sermayedarlar hayali olarak yaratılan değerleri korumak ve ya geri almak ve için iki yola başvuruyorlar;
1-İlk olarak yıllardır “tuu kaka” olarak tanımladıkları ve aslında zaman içinde bu hayali değerlerin yaratılmasında da uygun ortamı yaratan devlete/hükümete yönelerek kurtarma planlarının hızla hayata geçirilmesini istiyorlar. Neredeyse 30 yıldır kamu harcamalarının faiz dışında kısılmasını talep eden sermayedarlar ve onların organik aydınları şimdi yaratılan hayali paraları kurtarmak istiyorlar. Hükümetler ise neredeyse istisnasız bu talebi yerine getiriyor. Liberal bir köşe yazarının ifade ettiği gibi “krizin üzerine kürekle, çuvalla dolar saçılıyor.” Sağlık, eğitim, barınma gibi insanlar için en çok zorunlu olan alanlarda kısıntıya giden hükümetlerin kurtarma ve çeşitli kamu desteklerinden sonra sermaye dışı kesimlere daha az kamu hizmeti sunacaklarını söylemek çok fazla da münnecim olmayı gerektirmiyor. Türkiye gerçeğinde sermayedarlar nasıl 2001 yılında batan gemiden ilk önce sermayedarların şirketlerini kurtarmak için İstanbul Yaklaşımı olarak tanımlanan planı hayata geçirdiler ise bu günlerde de şirketlerin nakit ihtiyaçları için önleyici fon ve benzeri tedbirleri hayata geçirecekler.
Sermaye örgütleri 2001 krizinde de gözlemlendiği üzere uzun süredir çıkarmak istedikleri yasal düzenlemeleri krizle birlikte hızla hayata geçiriyorlar. Kriz gibi konjonkturel bir durumdan yararlanarak sermayenin uzun erimli çıkarları hayata geçirilmiş oluyor. Örnek olarak kıdem tazminatına yönelik talepler, işsizlik fonunu kullanma, istihdam vergilerinden kurtulma, bölgesel asgari ücret gibi istek ve beklentilerini hayata geçirecekler.
ii-)Bireysel sermayedarlar diğer yandan uçup-giden hayali sermayelerin ellerindeki reel sermayeye de sirayet etmelerinden korkarak ya da kaybedilen değerleri yerine koymak için üretim sürecine ve işçi sınıfına yönelecekler: YÖNELDİLER. Yönelme yanlış bir ifade aslında tam anlamıyla cepheden saldırıya geçecekler/geçtiler. “Kurt puslu havayı sever” deyişini haklı çıkartacak şekilde ya daha az işçi çalıştırarak daha fazla üretim yapmak istiyorlar, bu iki anlama geliyor artan işsizlik ve artan iş yoğunluğu. Diğer yandan toplu sözleşmede daha az zam ya da “sıfır zammı” dayatmak.
İşsizlik ve çalışma koşullarının kötüleşmesi sermayenin reel yani üretimden birikim yapmalarını hızlandıracaktır. Yani üretim yeniden kutsanacak. Emek-gücü verimlilik ve üretkenlik adına sermaye için daha bir uygun hale getirilecek. Sermayedarların hülyalı rüyası olan işçinin emeğini diğer metalara benzetme süreci daha çok gerçekleşecek. Tüm yollar üretime açılacak. Ama işçilerin işsiz kaldığı, işini koruyanların da yoksullaştırıldığı bir ortam.
III-Peki işçiler ne yapmalı?
-Öncelikle daha önceki krizlerde yapılan hatalar tekrarlanmamalı. Krize karşı her türlü siyasal iktidara ve bürokrasiye akıl veren teknik çözümlerden uzak durmalı. Bu atı arabanın arkasına bağlamak anlamına gelecektir.
-Kriz karşısında sermayeler üretime yani gerçek anlamda daha çok zenginlik yaratmaya yüzlerini çevirirler. Muhalif yapılanmalar tam da bu zamanlarda ısrarla “üretim daha çok üretim” talepleri ile gündemlerini, sermayenin gündemleri ile birleştirmemeli. Evet üretim ama tek bir işçi arkadaşın bile işten olmama halinde üretim istiyoruz. Üretim ücret ve yaşam koşullarında en küçük bir gerileme olmadan talep edilmeli. Üretim çalışmanın yoğunlaşarak artmasına yol açmadan istenmeli. Bu istekleri sadece talepleri sıralayarak değil, sorunla karşılaşan işçilerin/insanların yanı başında olarak gerçekleştirilmeli. 2001 krizi deneyimi bize sorunun siyasi iktidar ya da bürokratlara havale etmenin, sorunu görmemek ile eşanlama geldiğini göstermiştir.
-Krize ilişkin en sorunlu alanlardan biri ise krizin dışarıda dayatılan, dışarıdan gelen bir olgu olarak açıklamasıdır. Türkiye’nin sermaye birikim sürecinde niçin sürekli sıcak sermayeye ihtiyaç duyduğu yeniden ama Türkiye’deki sermayelerin özellikleri göz önüne alınarak açıklanması gerekiyor. Türkiye ve Türkiye gibi geç kapitalistleşen ülkelerin sermaye grupları üretime devam etmeleri için döviz biçiminde sermayeye ihtiyaç duyarlar. Yani daha fazla emek üzerinden değer yaratmak için, emeği daha verimli ve etkin kullanacak nitelikli girdileri sağlamak için döviz biçiminde sermayeye ihtiyaç duyarlar. TOBB Başkanı’nın tepki dolu sözlerine yansıyan “biz bu paraları kumarda kaybetmedik” ifadesi gerçekliği geleneksel-sol analizlere göre daha iyi açıklamaktadır. Sermayedarların hükümete yönelik tepki dolu sözlerine baktığımızda en önemli sorunlarının döviz biçiminde sermaye ihtiyacı olduğunu görüyoruz. Son olarak sermayedarlarla hükümet arasındaki görüşmeler ürününü verdi ve sermaye-hükümet işbirliği ile ilk eylem programı belirlendi. 2009 Eylem Planında ilk vurgu reel sektörün kredi olanakları, Eximbank kaynaklarının arttırılması ve yurt içinde döviz kredisi kullandırılabilmesinin önü açılacak ibareler kullanılıyor. Aynı şekilde MUSİAD’ın ısrarla işaret ettiği Körfez ülkelerinden k
aynak akışının sağlanması için önlemler alınacağı belirtiliyor.
Son yıllarda uygulanan yüksek faiz oranları ve değerli YTL bu zorunluluğun sınıfsal sonucudur. Bu anlamda mali piyasalar ve ya finansal yapılarda gözlemlenen muazzam artışların nedeni bizzat üretim-dolaşım alanındaki bu yapısal bağlarda aranmalı. Yoksa oldukça önemli olmalarına rağmen süreci sadece IMF, Dünya Bankası ve AB üzerinden açıklamak yetersiz olacaktır.
-Türkiye’de sermayedar artık tek başına sermayedar değil hemen hemen hepsi belirli bir çatı altında örgütlenmiş durumda, kendilerinin çıkarlarını temsil eden örgütleri var. Türkiye’de sermaye gücünü artık gücünü sadece Türkiye’den almıyor, dünya düzeyinde etkin bir şekilde işleyen şebekelere dahil olmuş durumda gücünün önemli bir kısmını da bu küresel dayanışma ağlarından alıyor. Kriz dönemleri sınıfsal çelişkilerin arttığı zamanlardır. Bu zamanlarda Türkiye’de kapitalizmi ve sermayedarları emperyalizmin basit taşıyıcıları (işbirlikçi-komprador, parazit) olarak görülmemeleri gerekiyor. Kapitalistlerimizin gücünü görmemek mücadelenin önemli hatalarından biri olacaktır.
– Krize karşı yapılacak en önemli hata siyasal iktidarı emekçilerin seslerine kulak vermelerini önermek olacaktır. Siyasal iktidar veya tüm krizlerde gözlemlendiği üzere iktidarlar var olan tüm cephaneyi sermaye için harcamakta, var olan tüm cephaneyi emeğe karşı harcamakta.
Bu yüzden siyasi iktidara yönelerek bazı taleplerde bulunmak tabii ki gerekli ve hatta zorunludur. Ama esas sorun sendikaların ve emekten yana olan tüm yapıların enerjilerini sermayeye karşı bir araya gelecek şekilde örgütlenmeye ayırması gereğidir. Siyasal iktidarı ve sermayenin krize karşı yukarıda işaret edilecek önlemleri almalarının önündeki temel engel örgütlenmek, krizin tokadını yiyeceklerin sesi soluğu olmaktır. Onlara tokatın gerçek sahiplerinin kimler olduğunu göstermek gerekiyor. Gerçeği ne kadar iyi analiz edersek edelim, doğruya istediğimiz kadar yaklaşalım, elimizde yaşamı dönüştürecek onlarca program/proje olsun. Sorunun sahiplerinin destek vermediği hiç bir doğru hayatta karşılık bulamaz, hiç bir proje hayata geçirilemez. Ama kriz sürecinde sermayenin siyasi iktidarla birlikte yaşama geçireceği stratejilerinden sonra, sendikalar ve diğer muhalif politik yapılar sahici olamaz.
-Krize karşı durmak, örgütlü karşı durmak için ilk uğrak kriz temelli örgütlenen bir platformun sağlanması gerekiyor. Platformda kriz sorunun sahipleri, sorunu sahiplenenler arasında kriz sorunu temelinde bir araya gelinmeli. Sorun bir araya gelen tekil yapıların kendisini bir bütün olarak öne çıkarması değil., esas sorun kriz konusunda etkinliği sağlayacak bir dizi iç içe geçen şebekeler inşa edilmelidir. Her yapı (sendika, dernek, parti vs) kendine ait organize olmuş düşüncelerini koruyarak ama kriz konusunda asgari müşterekle platform içinde hareket etmesi gerekiyor.
-Kriz daha çok enformel ve daha kötü işlerde çalışanları vuracak. Bunun anlamı krizin erişilemez olanlara daha çok erişeceğidir. Kadınlar, ama daha çok Kürt kadınlar, enformel işçiler ama daha çok Kürt göçmen işçiler krizin etkisini daha çok hissedecekler. O zaman erişilmez olanlara erişmek temel amaç olmalı.
-Bugün yaşanan kriz, daha önceki krizlere göre daha evrensel, daha küresel bir karakter taşıyor. Kriz bu anlamda işçilere ilk defa uluslararası dayanışma fırsat ve olanağını vermekte. Üretimcilik adına uluslararası sermayeler arası rekabette iş kapma yerine uluslararası sermayeye karşı dünyanın dört bir yanında işte olma hali öne çıkarılmalı. Yerel ölçekte, sektörel ölçekte uluslararası bağlar hızla kurulmalı. Sermayenin üretim alanında kap kaçcı mantığına karşı, kaçacağı her yerde işçilerin olduğu gösterilmeli.