Dünyada yaşanan krizin etkileri her gün biraz daha belirginleşiyor. Krizin etkileri uluslararası bankaların yönetimleri, finans şirketleri, borsalar ve hükümetler gibi “yüksek düzeylerde” görüldüğü için henüz halkları derinden vurmaya başlamadı. Kurtarma operasyonları emekçi yoksul halkları değil, mali sermaye baronlarını kurtarıyor. Hem krizin hem de kurtarma operasyonlarının insanların yaşamını derinden etkileyecek sonuçlar doğuracağı kesin. Kriz etkisini daha […]
Dünyada yaşanan krizin etkileri her gün biraz daha belirginleşiyor. Krizin etkileri uluslararası bankaların yönetimleri, finans şirketleri, borsalar ve hükümetler gibi “yüksek düzeylerde” görüldüğü için henüz halkları derinden vurmaya başlamadı. Kurtarma operasyonları emekçi yoksul halkları değil, mali sermaye baronlarını kurtarıyor. Hem krizin hem de kurtarma operasyonlarının insanların yaşamını derinden etkileyecek sonuçlar doğuracağı kesin.
Kriz etkisini daha ilk aşamada AB içinde gösterdi. AB ülkeleri krizin yayılmasını engelleyici önlemler konusunda birbirlerine düştü. Toplantılarda “duyarlılığın ve programın ortaklaşacağı” ama ortaya çıkan yıkımlar karşısında somut maddi önlemlerin ulusal hükümetlerin üstüne düşeceği belirginleşti. Yani her koyun kendi bacağından asılacak. Diğer yandan geleneksel ittifakları ABD ve AB’nin yalnız bıraktığı İzlanda’ya Rusya’nın borç vermesi gibi örnekler, krizin jeopolitik gelişmeleri etkileyeceğini gösterdi.
Kriz kapitalizmin ve yeni sömürgeciliğin icrasında önemli değişimler gerçekleştirmeye de aday. Ancak örneğin malileşme, güvencesizleştirme ve metalaştırma gibi ana eğilimlerin -düzen dışı siyasal müdahaleler olmadıkça- ters yüz olmasının beklenemeyeceği açık.
***
Gerek kredi bulma kanallarının azalması gerekse iç ve dış ticaretin daralması nedeniyle, krizin Türkiye’ye dönük etkileri öncelikle büyük bir borç altındaki özel sektör (140 milyar dolar deniyor ama gerçek daha yüksek), esas olarak da reel sektör üzerinde görülecek. Sermaye içindeki el değiştirme sürecinde kimin kurtarılıp, kimin batırılacağında siyasi tercihler belirleyici olacak. Bu nedenle TÜSİAD ve Doğan Medya kriz önerilerini sıralamaya başladı. Başta TÜSİAD sermaye örgütlerinin en kritik vurgusu, hükümetin bir an önce IMF gözetimine girmesi. Geleneksel sermaye bir yandan seçim sürecinde hükümet harcamalarının kontrol altına alınmasını isterken, diğer yandan krizin bastırdığı anlarda hükümetin yandaş sermaye lehine ayrımcılık yapmasının önünü kesme çabasında. Sermaye kesimlerinin tamamı önlemlerin kendi önceliklerine göre düzenlenmesini talep ediyor. Örneğin Fettullahçıların sermaye örgütü TUSKON işçilerin kıdem tazminatlarının doğrudan sermayeye aktarılmasını istiyor.
Erdoğan ise kriz lafı geçince asabileşiyor. Krize dönük önlem alınmadığını ve AKP politikalarının yetersizliğini vurgulayan başta geleneksel sermaye çevrelerini ve onlarla bağlantılı siyasal odakları “felaket tellallığı” ile suçluyor. Sermaye çevreleri ise kriz tartışmalarını destursuz kestirip atmaya çalışan AKP’yi duyarsızlıkla itham ediyorlar.
***
Dünya çapında çöküntüye dönüşen krizin yanı sıra ülkenin sonbahar gündemini belirleyen diğer konu Kürt sorunu. Sonbahara tüm siyasal güçlerin bir takım ataklarla gireceği daha önceleri defalarca belirtilmişti. CHP yolsuzlukları (Dişli dosyası; Gaziantep Belediye Başkanı’nın arsa alım satımları; A. M. Fırat dosyaları; Deniz Feneri, vb.) ardı ardına sıralayarak bir dizi atak geliştirirken, AKP arkasının geleceğini görmüş ve bu nedenle Erdoğan baştan sert çıkarak AKP tabanını kutuplaştırmayı yeğlemişti.
Gündem yolsuzluk tartışmalarına kilitlenmişken Kürt sorunu ülke siyasetindeki ağırlığını hissettirdi. Altınova’daki sokak kavgası MHP’lilerce linç girişimine dönüştürüldü, PKK’nin Aktütün saldırısını Adana’daki linç girişimi izledi ve son olarak PKK’nin Diyarbakır’daki polis otobüsü saldırısı gerçekleşti.
K. Irak tezkeresinin hemen öncesinde ve linç girişimlerinin ardından gelen silahlı eylemler gündemi belirledi. 10. Kongre kararları doğrultusunda harekete geçen PKK sonbaharda en etkili atağı yapan güç oldu. Aktütün’deki askeri başarısızlık ve golf sahasında yakalanan Hava Kuvvetleri Komutanı nedeniyle Genelkurmay yoğun eleştiri bombardımanı altında kaldı. İşin kolayına kaçan AKP ve Genelkurmay, saldırıdan K.Irak yönetimini ve Barzani’yi sorumlu tutmayı tercih etti. Fırsatı ganimet bilen Genelkurmaysa çoktandır talep ettiği baskı yasalarını “terörle mücadele” bahanesiyle çıkartmayı hedefledi. Ekonomide IMF çıpası basıncı altında olan AKP, siyasette de AB çıpası basıncıyla ordunun bu talepleri arasında sıkıştı.
MHP tasfiye olan ulusalcı akımın tabanını kendine çekmek için Kürt sorununda esip gürlemeye başladı. Bahçeli “tampon bölge” önerisinden, AKP’nin de “PKK ile aynı safta yer alan” AKP’lilerin orduyu yıprattıkları savına kadar bir dizi çıkış yaptı. MHP’nin Kürt sorunu üzerinden gerilimi tırmandırma stratejisi yerel seçimler öncesinde batıda sağ tabanda kendine yer açma hesabına dayanıyor. MHP, DTP’ye karşı AKP’yi güçlendirme planlarının yapısal zaaflarından yararlanmaya çalışıyor.
PKK’nin Amerikancı kamp içindeki aktörlerin kuşatma politikasına dayalı stratejilerini krize soktuğu ortada. Genelkurmay-AKP-Barzani arasındaki ABD merkezli hareket planı teşhir oldu ve zora girdi. Kürt hareketi yerel seçimlere dönük iddiasını pekiştirdi ve AKP’yi Kürt illerinde köşeye sıkıştırmayı başardı. Ancak bu gelişmelere rağmen, son derece çetrefilli koşullar altında ve bıçak sırtı bir zeminde ilerleyen Kürt Hareketi açısından, sürecin yeniden milliyetçi kutuplaşma girdabına dönüştürülmesi tehlikesinin hep canlı olduğu unutulmamalıdır.
Ekonomik kriz tartışmaları, Kürt sorunundaki açmazlarla iç içe geçerek AKP açısından çaresiz ve politikasız bir görüntü oluşmasına yol açtı. Erdoğan bu sorunlar karşısında ekonomide atılımlar yapılacağını, siyasette aşırı baskıcılıkla yola devam edilemeyeceğini öne çıkartan bir söylem tutturmaya çabalıyor. Bu söylemler, eski dönemin artık hiçbir inandırıcılığı kalmayan repliklerinin basit tekrarından ibaret. Muhalefete göz açtırmayan, muhalif basına yönelik boykot çağrısı yapan, her tür yasakçılığa başvuran AKP’nin demokrasi havariliği nasıl inandırıcı olabilir? İşkencede ölümlerin, karakol dayaklarının vaka-i adiye haline gelmesi, faili meçhul cinayetlerin istatistiklerde tırmanışa geçmesi, kamu çalışanlarına sürgünler, sosyalist basına yasaklamalar ile AKP’nin özgürlükçülüğü nasıl bir arada anılabilir? AKP’nin inandırıcılığı artık kendi yandaşları arasında dahi törpüleniyor.
Son gelişmeler karşısında CHP geçmişte olduğu gibi sadece Kürt sorununa odaklanan şoven bir yaklaşımı sündürmekle uğraşmadı. Genelkurmayla da kavga etmedi. CHP, PKK eylemlerinin ardından kendi genel söylemi üzerinden birkaç laf ettikten sonra, yerel seçim adaylarını belirlemek amacıyla kamuoyu yoklaması niteliğinde geçen aday arayışı haberleriyle süreci kendi lehine değerlendirmeye çalıştı. AKP, Kürt sorununda yavaş yavaş “kardeşlik ile şovenizm”, “çözüm ile çözümsüzlük” arasında sıkışmaya başlar ve kavgacı görüntüye bürünürken, CHP kendi işine bakmakla meşgul bir görüntü çiziyor. Bunların tümü yerel seçim sürecinin AKP açısından iktidar avantajlarının yanı sıra iktidar zaafları ile geçeceğinin ilk sinyalleri olarak değerlendirilmeli.
***
Ekonomik kriz ve etnik-dini kutuplaşmalar, toplumsal muhalefeti kapsamlı bir yenilenmeye zorluyor. İrili ufaklı hak mücadeleleri gündemden düşmüyor. Taşeron işçilerin tepki göstermediği gün geçmiyor. DİSK’te Birleşik Metal, Oleyis ve Dev Sağlık-İş hareketli bir görünüm sergilerken, Türk-İş’e bağlı sendikalar dahi 10 civarında işyerinde taşeron işçi direnişleri sürdürüyor. İşçi sınıfı içinde sendikalaşma talebi yükseliyor. Kürtlerin şoven ve ger
ici politikalara boyun eğmeyeceği görülüyor. Gençlik hareketi dönemin başında olmasına rağmen hızlı kıpırdanmalara tanık oluyor.
Bu koşullar toplumsal muhalefe giderek artan bir sorumluluk yüklüyor. Ancak sonbahara girerken solda genel olarak politikasızlık, programsızlık ve hareketsizlik egemen. Olayların akışına göre gündelik tepki göstermek genel tutum olurken, solda genel ve kapsayıcı bir çizgi ihtiyacı her şeyden önce geliyor.
“Neoliberalizmin ve gericiliğin” yarattığı yıkımlara karşı mücadelenin ön plana geçeceği bir seçim dönemine girerken, bu iki başlığı öne çıkaran bir hak mücadelesi çizgisi toplumsal muhalefet saflarında başat olmak durumunda. Bağımsızlık, Kürt sorununda yeniden kardeşleşme ve çözüm olarak halk demokrasisi vurguları söz konusu hak mücadeleleri çizgisinin diğer bütünleyici unsurları. Halkevlerinin “Aklamıyoruz, Haklıyoruz” kampanyası böyle bir dönemeçte kendi çeperiyle sınırlı olmayan, sola yön gösteren, çizgi öneren bir niteliğe sahip. Neoliberal ve gerici uygulamalar aklanmayacak; direnişlerle, elde edilen kazanımlarla “hak”lanacaktır. Krizi gerekçe göstererek yoksulların, emekçilerin alın terine, haklarına, sofrasındaki ekmeğe, gırtlağından geçen suya göz dikenler aklanmayacaktır. Gericiliği ilkokul çocuklarının zihnine sokmaya çalışan, kadrolaşmayı had safhaya çıkartan, kadınları her alanda ikinci sınıf bir toplumsal statüye indirmeye çalışanlar aklanmayacaktır. Ülkemizin ABD sömürgesi olma durumunda yeni bir eşik atlatanlar aklanmayacaktır. Şoven politikalar ve onlara göz kırpanlar aklanmayacaktır. Tüm kontrgerilla katliamları ve Ergenekon’a karşı mücadele kisvesi altında kontrgerillanın yeniden yapılandırılması aklanmayacaktır. İşkenceli, baskıcı, yasakçı bir dönemin kapısını aralayanlar aklanmayacaktır.
Şimdi direniş zamanıdır. Şimdi özgürlüklerin fiilen genişletilmesi zamanıdır. Şimdi somut hak kazanımları elde etme zamanıdır. Şimdi haklama zamanıdır. Tarih şimdi devrimcileri göreve çağırıyor.