Kriz Koşullarında Ülke Dengeleri Altüst Olurken KAMU ÇALIŞANLARI HAREKETİ TOPLUMSAL SORUMLULUKLARIYLA YÜZLEŞMELİ Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de tarihsel bir eşikten geçiyoruz. Yaşanmakta olan ekonomik krizin yansımalarının ülkemizde iktidarın söylemlerinin aksine, beklenenden daha hızlı, daha uzun ve daha derin bir etki yaratacağı giderek netleşiyor. Ülkemizde neoliberal politikaların ve gericiliğin odak noktası olan AKP, sadece ekonomik […]
Kriz Koşullarında Ülke Dengeleri Altüst Olurken
KAMU ÇALIŞANLARI HAREKETİ TOPLUMSAL SORUMLULUKLARIYLA YÜZLEŞMELİ
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de tarihsel bir eşikten geçiyoruz. Yaşanmakta olan ekonomik krizin yansımalarının ülkemizde iktidarın söylemlerinin aksine, beklenenden daha hızlı, daha uzun ve daha derin bir etki yaratacağı giderek netleşiyor.
Ülkemizde neoliberal politikaların ve gericiliğin odak noktası olan AKP, sadece ekonomik açıdan değil siyaseten de zor bir kıskaca girmiş durumda ve bu kıskacın içinde daha fazla politikasızlaşmakta, olayların akışıyla sürüklenmekte. Diğer yandan ise, sonbahara etkili bir giriş yapan Kürt Hareketinin ataklarıyla hükümet köşeye sıkıştı; Genelkurmay zor duruma düştü; Amerikancı aktörler AKP-Genelkurmay-Barzani-Talabani birbirine düştü; Kürt sorununda egemenlerin adresi olma çabası güden AKP Kürt illerinde adeta tecrit edildi. Yolsuzluklar, ekonomideki başarısızlıklar ve seçim sürecinin kendisi egemenlerin AKP’yi sıkıştırdığı somut gündemler olarak yaşanıyor. TÜSİAD, hükümetin ekonomik başarısızlıklarını, hareketsizliğini her fırsatta vurgularken, geleneksel sermayenin sırtındaki borç kamburunu halka fatura etmeye yönelik baskı oluşturma gayreti içinde.
Seçimler yaklaştıkça AKP’ye yönelik kıskaçların giderek derinleşmesi kaçınılmaz görünüyor. Buna karşı AKP yeni bir politik açılım geliştiremiyor. Artık hiçbir inandırıcılığı kalmayan, eskimiş “demokrasi ve ekonomik başarı” söylemlerini tekrarlamanın ötesine geçemiyor. Öte yandan, ordunun inisiyatifi ele geçirmek için öne sürdüğü baskı politikalarını yoğunlaştırma tuzağına, AKP her geçen gün daha fazla batıyor. Üstelik bunları AB çıpasından kopmadan yapma zorunluluğu ile karşı karşıya. Tıpkı IMF çıpasına bağlı kalma dayatmaları gibi. Geleneksel sermayenin IMF çıpasına bağlı kalınması için bugün sürdürdüğü çığırtkanlık, yakında emperyalistlerin de baskılarıyla yoğunlaşacak sert bir kapışmaya işaret ediyor. Zira IMF ile yapılacak anlaşma aracılığıyla, emperyalistler devletin, % 70’i özel sektöre ait olan dış borçlara kefil olmasını isterken, geleneksel sermaye de kendi batıklarının bütçeden (yani halkın vergileriyle) kapatılmasını talep ediyor. Hükümet buna direnirse sermayeyle, bunu onaylarsa halkla kapışacak. AKP’nin politikası ise zaman kazanarak ilk aşamada batanların batmasını, biraz daha ilerleyen süreçte kurtarılacakların ise yandaş-yeşil sermaye olmasına azami gayret gösterme olarak beliriyor. Bu nedenle de T.Erdoğan kriz diye bir şey yokmuş gibi rol kesmeyi yeğliyor. IMF ile anlaşmayı pazarlığa dökmeye çabalıyor.
Tüm bu koşullar, egemenler arasındaki çatışmayı derinleştirip AKP’yi oldukça sıkışık bir düzleme sokarken, toplumsal muhalefeti fırsatlar, olanaklar ve de sorumluluklarla yüz yüze getiriyor. Toplumsal muhalefet yıllardır bir gerileme ve gelenekselleşme girdabına sürüklenmiş olmanın ardından, uzun zamandır ilk kez toplumun gerçekten ihtiyaç duyduğu bir siyasal alternatif olma talebiyle karşı karşıya. Buna karşın toplumsal muhalefetin tüm bileşenlerini kapsayan savrulma ve çözülmenin bir anda ve kendiliğinden ortadan kalkmasını beklemek gerçekçi değil. Bu nedenle toplumsal muhalefet bileşenleri, bir yandan programlarını yaşanan sürecin ihtiyaçları doğrultusunda oluşturmak diğer yandan da ortak bir mücadele ekseni kurmak göreviyle karşı karşıya bulunuyor. Bu ihtiyaç ve görev, politikasızlık ve dinamizmden yoksunluk nedeniyle yıpranmış ve daralmış “güçlerin” basitçe bir araya gelişiyle sağlanamaz. Aksine bu görev, toplumsal muhalefet açısından halkın somut ihtiyaçlarından doğan somut mücadele kanallarında ortaklaşarak oluşturulacak bir program çerçevesinde yaşanacak bir yenilenme sürecinin içinde karşılanabilir.
Kamu Çalışanları Hareketi, böylesi bir tarihsel dönemeçte atak bir politika izlemelidir. Hareketin kuruluş dönemlerindeki fiili, meşru, militan ve demokratik niteliklerinin damgasını vurduğu bir çizginin hayata geçirilmesiyle kamu emekçileri hareketi, toplumsal muhalefet ve tüm sınıf hareketi açısından yeniden yenileyici ve dönüştürücü bir rol oynayabilir. Bu atak politika bir yandan Kamu Çalışanları Hareketinin üzerindeki durgunluğu atmasına yol açarken, uzun bir döneme yayılacak kriz atmosferinden hareketin yapısal bir yenilenmeyle çıkmasının önünü de açabilir. Bu nedenle Kasım ayında izlenecek atak çizgi Kamu Çalışanları Hareketinin önemli dönüm noktalarından birisini oluşturmaya adaydır. Başarılı bir muhalefet çizgisi, Aralık-Ocak-Şubat aylarında derinleşecek kriz karşıtı eylemlerle sürecektir. AKP bu koşullar altında seçime girecek ve belediyelerdeki olası bazı kayıplarla düşüşünün başlangıcını ilan etmiş olacaktır. Aksi taktirde, toplumsal muhalefetin bu koşullar altında dağınık, parçalı ve etkisiz bir dönem geçirmesi kriz döneminde AKP’nin ve egemenlerin işini kolaylaştıracak ve halkın daha da yoksullaşmasıyla sürecektir. Bu olasılıkların hangisinin öne çıkacağında KESK’in ve diğer toplumsal muhalefet bileşenlerinin izleyeceği politika son derece önemli bir yer tutacaktır.
Bu çerçevede bakıldığında gerek Kürt sorunu merkezli oluşacak toplumsal gerilimler, gerekse de ekonomik krizin ortaya çıkaracağı koşullar ve yönetenlerin bu koşullar karşısında uyguladıkları gerici-şoven-baskıcı politikalar toplumsal muhalefet ve emek hareketi açısından kritik ve önemli bir düzlemi oluşturmaktadır. Böylesi bir düzlemde eşitlik, adalet, özgürlük, kardeşlik ve barış eksenli ortak bir mücadele düzleminin yaratılması hayati bir önem taşımaktadır. Bu açıdan kamu emekçilerinin Kasım ayından başlayan eylem programı ortak ve etkili bir düzlem oluşturmak için başlangıç noktası olarak değerlendirilmelidir. Bu çizgi tüm halk kesimlerinin talepleri doğrultusunda zenginleştirilmeli, derinleştirilmelidir. Ayrıca bu dönemde kurumların yönetimlerinin- temsilcilerinin- aktivistlerinin yaratıcı dinamizmine ve acil gelişmeler karşısında güçlü refleksler gösterebilmesine ihtiyaç vardır. İzlenecek çizginin politik içeriğinin kafalarda berraklaşması gerekmektedir. Kriz karşısında emekçilerin taleplerinin ve programının belirginleştirilmesi ve somut politikalar haline getirilmesi önem taşımaktadır. Önümüzdeki dönemde krizin daha da derinleştireceği yıkım politikaları ve yoksulluk kitlelerde dağınık, kendiliğinden ve örgütsüz tepkileri de açığa çıkaracaktır. Bu nedenle anlaşılır taleplerle oluşturulmuş görünür bir mücadele çizgisi, bu kendiliğinden tepkilerle de buluşabilecek ve onlara adres olabilecektir. Kriz sürecinde emekçi halk lehine sürdürülecek bir ekonomik programın ve demokrasi taleplerinin ana başlıkları oluşturulmalı ve bu başlıklar somut mücadele hedefleri olarak öne çıkartılmalıdır. Bu doğrultuda:
1- İşten çıkarmalar yasaklanmalıdır. İşçi ücretlerinin düşürülmesi, esnek çalıştırma ve taşeron sistemi engellenmeli; asgari ücret vergi dışı bırakılmalı; işsizliğin azaltılması için çalışma saatleri kısaltılmalıdır.
2- Temel gıda maddeleri, konut kiraları ve enerji fiyatları kontrol altına alınmalıdır.
3- Elektrik, su, doğalgaz kullanımı asgari ihtiyaç sınırına kadar ücretsiz olmalıdır.
4- Sabah 06.00-09.00 ile akşam 18.00-20.00 saatleri arasında ulaşım ücretsiz olmalıdır.
5- Açlığa önlem olarak kadınlara, asgari ücret düzeyinde mutfak maaşı verilmelidir.
6- Eğitimde hiçbir ad altında para alınmamalı, eğitimin okul dışı giderleri de de
vlet tarafından karşılanmalıdır. Okulların elektrik, su, doğalgaz gibi temel giderleri ücretsiz karşılanmalı ve bununla ilgili tüm borçları silinmelidir.
7- Hastanelerde hiçbir ücret alınmamalı; sağlık parasız olmalıdır.
8- Çiftçilerin kredi borç faizleri silinmeli, tarımsal borçlar üretimi olumsuz etkilemeyecek şekilde düzenlenmeli; tarımsal üretim devlet tarafından korunup desteklenmelidir.
9- Kredi kartı ve tüketici kredisi borç faizleri silinmeli ve borçlar makul vadelerle yeniden yapılandırılmalıdır.
10- Kürt Sorununda savaş ve şiddet politikaları terk edilmeli ve demokratik çözüm getirilerek savaşa harcanan kaynaklar Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz’in bölgesel kalkınmasına harcanmalıdır.
Ancak bu şartlar yerine getirilirse halk krizden korunmuş olur. Halkın krize karşı bu şartlarının yerine getirilmesi için kaynak vardır:
1. Kurumlar vergisi, lüks tüketim vergileri artırılmalı; servet vergisi uygulaması başlatılmalıdır.
2. Borsa ve faiz gelirlerinden alınan vergiler yükseltilmelidir.
3. İstihdam yaratan ve halkın temel ihtiyaçlarını güvence altına alan kamu yatırımları yeniden başlatılmalı ve KİT işçilerine yönetimde söz ve karar hakkı tanınmalıdır.
4. Yabancı sermaye çıkışı ve kar transferi yasaklanmalıdır.
5. Banka batıranlar cezalandırılmalı; kurtarma operasyonları yapılmamalı; ortaklarının varlıklarına el konulmalı; batan banka ve şirketlerin işsiz bıraktığı işçilere iş güvencesi verilmelidir.
Buna karşın genel olarak sermaye ve özel olarak da İslami sermaye lehine bir program izleyecek AKP’nin kriz boyunca sürdüreceği halk karşıtı politikalarına karşı ise tavizsiz ve atak bir muhalefet çizgisi izlenmelidir. İzlenecek çizginin bu neoliberalizm karşıtı boyutunun yanı sıra, gericilik karşıtı boyutuna da öncelik verilmelidir. Zira AKP, Türk ve Kürt halklarını sermaye karşısında gericilik politikalarıyla teslim alma misyonuna sahiptir. AKP’nin gericilik politikalarının sermaye yandaşlığıyla bağı sıkıca kurulmalıdır.
Bunların yanı sıra AKP’nin Kürt sorununda şiddet dışında bir çözüm önermediği artık iyice ortaya çıkmıştır ve Kürt sorununun “demokratik-barışçı” çözümü için halklar arasında barışın tesis edilmesini ve kültürel hakların tanınmasını önceleyen kapsamlı bir “yeniden kardeşleşme” politikası somutlanmalıdır. Kriz koşullarında ülkenin bağımlılaşma ve sömürgeleştirilmesi düzeyinin çok daha derinleşmesine karşı “bağımsızlık” şiarı çok daha güçlü dile getirilmelidir. Tüm bu sorunların çözümünün “halk demokrasisi” ile mümkün olabileceği, izlenecek fiili-militan kitle çizgisinin temel yaklaşımını oluşturmalıdır.
Bu koşullarda Kamu Çalışanları Hareketi’nin tüm bileşenlerine önemli sorumluluklar düşmektedir. Her şeyden önce, KESK yönetiminde yer alan gruplar ve yöneticiler üzerlerindeki ağır sorumlulukların bilinciyle hareket etmek zorunda olduklarını bir an bile akıllarından çıkarmamalıdırlar. Kamu Çalışanları Hareketi gelenekselleştikçe yöneticiler arasında yaygınlaşan fevri davranma, bireysel öncelikleri öne çıkarma alışkanlıkları bu kritik dönemde hızla terk edilmelidir. Bunun yanı sıra Emek Hareketi ve Kürt Hareketi arasındaki mesafenin azaltılması için ciddi bir çaba sarf edilmelidir. Bunun için Emek Hareketi ve sola şovenizme karşı mücadele ekseninde önemli görevler düşerken, Kürt Hareketi’nin payına da uzunca bir süredir gerileme yaşayan emek hareketi ve solun ayağa kalkmasına destek verecek bir program ve çizgi izleme sorumluluğu düşmektedir. Bu bileşenler et ve tırnak gibidir ve kaderleri birbirlerine bağlıdır. Bu nedenle geçmiş yıllardan dersler çıkarılarak kriz atmosferine yönelik müdahaleci politikalar geliştirilmelidir.
Kamu Çalışanları Hareketi içinde olan ancak KESK yönetiminde bulunmayan bileşenler ise kriz ortamında pozitif bir muhalefet çizgisi izlemekle yükümlüdürler. Bu gruplar yönetimden düştükten sonra KESK içinde izledikleri hırçın ve içe dönük çizgiyle, böylesi bir kritik dönemde Kamu Çalışanları Hareketi’nin gelenekselleştikçe giderek daha sınırlı hale gelen enerjisinin önemli bir bölümünün iç çatışmalarda erimesine neden olmaktadır. KESK içinde yönetime muhalif olan gruplar da, yürüttükleri muhalefeti iktidara karşı doğru bir hattın örülmesi ekseninde yoğunlaştırma sorumluluğuyla yüz yüzedir.
Önümüzdeki kritik dönemde Kamu Çalışanları Hareketi’nin üstüne düşen büyük sorumlulukların altından el birliğiyle kalkma çabasını paylaşma görevi hepimizin üzerindedir. Hiç kimse, hiçbir grup bu sorumluluktan kaçamaz. Aksi takdirde tarih peşimizi bırakmayacaktır.
Devrimci Kamu Çalışanları