Çok tartışılmışlardı… Açılmamaları için ölümler göze alınıp eylemler yapılmıştı. “Yaşam alanlarımız ellerimizden alınıyor, tek kişilik hücrelerde benliğimiz yok ediliyor, bizi diğer insanlardan izole ediyorlar. Bunun adı tecrittir. Ve bu hiçbir hakka, hukuka uymaz” diyorlardı F tipi mahpushanelere nakledilmek istenen mahkumlar. Ama dört duvarı aşıp da dışarıda yeterince yankılanamamıştı sesleri. Yapılan bütün direnişlere ve verilen bütün […]
Çok tartışılmışlardı… Açılmamaları için ölümler göze alınıp eylemler yapılmıştı. “Yaşam alanlarımız ellerimizden alınıyor, tek kişilik hücrelerde benliğimiz yok ediliyor, bizi diğer insanlardan izole ediyorlar. Bunun adı tecrittir. Ve bu hiçbir hakka, hukuka uymaz” diyorlardı F tipi mahpushanelere nakledilmek istenen mahkumlar. Ama dört duvarı aşıp da dışarıda yeterince yankılanamamıştı sesleri. Yapılan bütün direnişlere ve verilen bütün canlara rağmen nakledilmişlerdi.
Bugün ise F tipi mahpushanelerde tutuklu kalan Ergenekon davasının meşhur sanıklarının da teker teker dökülmeye başlaması sonunda, “toplumda yaratılan kutuplaşma” vesilesiyle de olsa tekrar gündeme gelir gibi oldu bu meşhur F tipi mahpushaneleri.
Peki gerçekten neler oluyor oralarda? Oraya sağlam giren neden dökülüyor? Neden? Neden oldukça basit ve en başta söylenmişti aslında; izolasyon.
İzolasyonun uygulandığı değişik hapishanelerde ve değişik ülkelerde yapılan akademik çalışmalarda ‘tecrit’e mahkum edilen mahpuslarda “algı ve duyu bozuklukları, dışsal uyaranlara aşırı duyarlılık, illüzyon ve halüsinasyonlarda artış, gerçeklik duygusunun yitirilmesi; agresif etki, saldırgan davranış, dürtü kontrol problemleri, güvensizlik, ilişki kurma güçlüğü, sosyal ilişki kalitesinde azalma, depresyon, panik atak, uzun vadede kişilik değişimlerine yol açma, intihar riskinde artış, uyku bozuklukları, düşünme zorlukları, konsantrasyon bozuklukları, algı, bellek ve dikkatte azalma… gibi mental, ruhsal ve sosyal sorunlar ile görme alanında daralma, işitme duyusunda azalma, sinirsel tipte sağırlık, tümör büyüme hızının artışı… gibi fiziksel sorunların ortaya çıktığı tespit edilmiştir. Ve takdir edersiniz ki tutuklu da olsa mahkum da olsa hiçbir insana bunları reva görmek bir hak değildir. Olmamalıdır en azından.
‘Mahpushane’, ‘mahkum’, ‘tecrit’ gibi kavramları okuduğunuzda yüzünüz ekşimiştir eminim. Ama emin olduğum bir şey daha var ki o da mahpushanelerde yapılan akademik çalışmaların sonuçlarını okuduğunuzda, içinizi bir korkunun sardığıdır. Eminim çünkü bunların birçoğunu toplumun büyük bir kısmının yaşamakta olduğunu düşündürmüştür size. Birçoğumuz, bu çoğunluğun içinde kendimizin de olduğunu sessizce ve kendimize de olsa itiraf etmişizdir kim bilir! Bilim insanlarının yaptıkları bu araştırmayı hapishaneler dışında kalan “özgür bireylerde” de yapacak olsalar elde edilen bu sonuçlar değişir miydi diye düşünmeden edemiyor insan açıkçası. Tıpatıp aynı sonuçlar elde edilmez belki, ama elde edilecek sonuçların bunlardan çok da uzak olacağına inanmıyorum doğrusu. İnanmıyorum çünkü, günümüzde insanlar kendilerini toplumdan ve doğadan öyle soyutlamışlar ki farkında olmasalar da kendi evlerini adeta birer F tipi hapishaneye çevirmiş, tek ya da iki kişilik suni dünyalarında “özgürce” yaşamaktadırlar. Zira merkezinde insanı değil de kar’ı koyan sistem öyle teslim almış ki bizi, ev ile iş arasında mekik dokutmakta, performans düşüklüğü yaşanıp kar düşmesin diye elinden gelse yatak odalarımıza kadar müdahale edecek olmakta ve insanın olmazsa olmazı olan diğer sosyal aktiviteler için ne zaman, ne derman ne de para bırakmaktadır. Yoksulluk yoksunluğu getirmekte ve yoksunluğun bir sonucu olarak insan, içine ve evine daha bir kapanmaktadır. Oysa ilkokul üçüncü sınıftan itibaren ‘insanın sosyal bir varlık olduğu” ezberletilmişti bize. İşte sosyalliğini kaybedip toplumdan ve doğadan soyutlandıkça insan, asıl parçası olduğu topluma, doğaya ve hatta kendi özüne yabancılaşmakta, bu yabancılaşma onun fenine de biyolojisine de hatta ve hatta hayat bilgisine de olumsuz etkiler yapmaktadır.
İşte bu olumsuz etkilerden kurtulup, ömür denen şu kısacık zamanı “insan gibi” yaşamak istiyorsak doğamız gereği de olsa yeniden sosyalleşmemiz gerekir. Bunun için de önce beynimize vurulu zincirlerden kurtulmak, korkularımızdan arınmak, kendi evlerimizde yarattığımız küçük dünyaları yıkıp gerçek ve büyük dünyayla yeniden barışmamız gerekir. Başta çevremizdekilere olmak üzere dünyada olup bitenlere karşı duyarlı olmamız, kimden geldiğine bakılmaksızın iyiliklerin yanında kötülüklerin karşısında yer almamız gerekir. Unutmayalım ki kötülükleri önlemek, o kötülüklerin mağdurlarına iyilik yapmaktan çok daha iyi ve çok daha anlamlıdır.