Siyasette, güncelliğe ve kısa vadedeki olası gelişmelere ilişkin çözümlemeler kuşkusuz gereklidir. Zaten bol bol yapılıyor da. Ancak, 21. yüzyılın ilk onyılı kapanırken, daha genel, daha uzun vadedeki olasılıklara kafa yormanın da değerli getirileri olabilir. En azından “ön hazırlık” bakımından. Burada özel olarak kastedilen, önümüzdeki dünya-tarihsel süreçte solun benimsemesi muhtemel perspektifler ve bu bağlamdaki siyaset tarzlarıdır. […]
Siyasette, güncelliğe ve kısa vadedeki olası gelişmelere ilişkin çözümlemeler kuşkusuz gereklidir.
Zaten bol bol yapılıyor da.
Ancak, 21. yüzyılın ilk onyılı kapanırken, daha genel, daha uzun vadedeki olasılıklara kafa yormanın da değerli getirileri olabilir. En azından “ön hazırlık” bakımından. Burada özel olarak kastedilen, önümüzdeki dünya-tarihsel süreçte solun benimsemesi muhtemel perspektifler ve bu bağlamdaki siyaset tarzlarıdır.
Kestirmeden gidecek olursak, söylenecek şudur: Dünya solu, önümüzdeki dönemde üç temel perspektiften birini tercih etmek ve tercihin getirdiği siyaset tarzını benimsemek durumunda kalacaktır. Tercihe göre, kendi içinde daha net çizgilerle ayrışacaktır.
Üç temel perspektiften birincisini ve bununla bağlantılı siyaset tarzını “zaten oraya gidiyoruz” şeklinde özetlemek mümkündür.
Aşağı yukarı şu anlama geliyor: Küreselleşme süreci sınırları ortadan kaldıracaktır. Tüm dünyayı saran demokratikleşme dalgası bir noktada temel eşitsizlikleri de gündeme getirecek, bu eşitsizliklerin üzerine yürünmesi için gerekli ortamı sağlayacaktır. Esasen kapitalizm artık sermayedarlar tarafından değil, bir “seçkinler grubu” tarafından yönetilmekte ve yönlendirilmektedir. Biraz daha zorlandığında, yaşanan sürecin, adını “sosyalizm” olarak koyabileceğimiz adil ve eşitlikçi bir yöne evrilmesi hiç de güç değildir…
***
İkinci temel perspektif ve bununla bağlantılı siyaset tarzı, basitleştirip söyleyecek olursak, “gelinen noktadan sonra biz devam ederiz” der.
Bu perspektifin temeli olan saptamaya göre, kapitalizm 19. ve 20. yüzyıllardaki temel özelliklerini artık geri gelmemecesine yitirmiştir. Dünya kapitalizmi öyle bir dönüşüm geçirmiştir ki, bu dönüşümde “kötü kapitalizm görece iyi kapitalizmi kovmuş” yerine daha başka bir şey koymuştur. Adına ille de böyle denecekse “kapitalizm” elbette gene vardır; ama Marx’ın ve daha sonra Lenin’in çözümlemelerine zemin oluşturan, bir dönem karşımıza “refah toplumu” kılığında çıkmasına imkân tanıyan özelliklerini büyük ölçüde yitirmiştir. Bu dönüşüm, klasik sınıf tanımlamalarını ve konumlarını da köklü biçimde değiştirmiştir. Bu noktadan sonra, sosyalizm için verilecek mücadelenin, geriye dönük köken ve dayanak arayışlarını büsbütün bir kenara bırakıp kendine yepyeni bir zemin, yepyeni bir kanal bulması gerekir…
***
Üçüncü temel perspektife ve siyaset tarzına yukarıdakilere benzer bir yükleme bulmak gerekirse, şöyle denebilir: “Buharlaşanı katılaştırır, dağılanı toparlarız”.
Buna göre, günümüz kapitalizmi gerçekten kimi çarpıcı dönüşümler geçirmiş, bu arada kendisini hedef alan güçleri önemli ölçüde dağıtmayı ve atomize etmeyi, “toplumsallık” algısını çözmeyi başarmıştır. Gene de, gelinen bu noktada sol siyaset tarzı buharlaşanı yeniden katılaştırmayı, dağılanı toparlamayı ve toplumsallığı yeniden kurmayı hedeflemelidir. Geçmişte kalmış olsa bile, sınıf mücadelelerinin kimi tarihsel mevzilerini ve kazanımlarını, elbette salt hatırlatarak değil, ama yeniden üreterek bir kez daha gündeme sokmak mümkündür.
***
Şimdi, birtakım ön saptamalara geçebiliriz.
“Zaten oraya gidiyoruz” yaklaşımı sanıldığı kadar yeni ve günümüzün kimi köşe yazarlarına özgü değildir. Nüveleri Bernstein’de bulunabilir. Arkasından başkaları gelmiştir. Bizde ise, örneğin merhum Sadun Aren’in kimi son dönem yaklaşımlarını bu çerçeveye yerleştirebiliriz.
“Zaten oraya gidiyoruz”, son tahlilde “dönüşmüş bir dünya” perspektifine sahiptir; ancak özne ve mücadele kurgusundan bütünüyle yoksundur. “İktidar perspektifi” denilen şeyden ise eser miktarda bile bulunmaz.
Kısacası, perspektifinin geçerliliği bir yana, güncel duruşu “devrimci” değildir ve özel olarak uğraşmaya da gerek yoktur.
***
Bugünden sezilebildiği kadarıyla, devrimci bölmedeki asıl can alıcı tartışma “gelinen noktadan sonra biz devam ederiz” ile “buharlaşanı katılaştırır, dağılanı toparlarız” arasında cereyan edecektir.
Bu ikisinden ilkinin peşinen ve tanım gereği devrimcilikten uzaklaşan herhangi bir yanı yoktur. “Gelinen noktadan sonra biz devam ederiz” perspektifi de pekâlâ devrimci olabilir. Hatta günümüzün gerçekten yeni kimi olgularına işaret etme bakımından yararı ve katkısı da olabilir. Ancak, bu perspektife bağlı siyaset tarzının bir bilinmezlikler ve belirsizlikler ortamında el yordamıyla, sınaya yanıla yol alması, en azından ilk dönemler için kaçınılmaz olacaktır. Sonra, aynı siyaset tarzının doyurucu bir özne kurgusuna ulaşması güç görünmektedir. Nihayet, kurgulansa bile, bu öznenin iradeciliğin de ötesinde keyfiliğe ve pragmatizme savrulmasını engelleyecek iç frenler de zayıf kalacaktır.
Devrimcidir; ama bu perspektifin ve siyaset tarzının en fazla devrimci demokrat kökenliler ve Marx’a şerh düşmeye aşırı meraklı radikal aydınlar arasında yandaş bulacağını öngörebiliriz. Yapacakları atıfların ise zamanla daha çok Fanon’a, Marcuse’e, yeni sol gurulara, hatta kimi post-modern solculara yöneleceğini söyleyebiliriz.
“Özne” sorulduğunda öyle hemen “çokluk” demeyeceklerdir; ama söyleyecekleri bir ölçüde de olsa bunu çağrıştıracaktır.
***
Geriye üçüncü siyaset tarzı kalıyor: “buharlaşanı katılaştırır, dağılanı toparlarız.”
İşi hiç de kolay değildir. Ancak, eğer “tarihsel süreklilik ve tutarlılık” siyasette bir anlam taşıyorsa, bu bakımdan en avantajlı konumdadır. Kimi eleştiri ve güncellemelerle Marx’a sadık kalabilir; Lenin’in örgüt ve öncülük kuramını (modelini değil) günümüz koşullarında yeniden üretebilir. Belki de hepsinden önemlisi, geçmiş-güncellik sürekliliğinde, eskiyi ve yeniyi dikkate alan özgün yapılanmalar aracılığıyla verili toplumsallık içinde kendine alan açabilir.
Üçüncü siyaset tarzı, özneyi ne bir köşede unutur ne de tutup çayıra salar; “yeni toplumsallık” için seferber eder, yönlendirir.
Daha somuta ve özele inersek, geçmişin “kazanımlarını sahiplenme” temasının, bu üçüncüsü dışında diğer iki perspektif ve siyaset tarzında anlamlı bir yere oturtulması hiç mi hiç mümkün değildir.
***
Az önce söylendiği gibi, üçüncü perspektif ve siyaset tarzında da işler öyle kolay yürümeyecektir. Kuramsal tutarlılık ve ikna edicilik açısından üçüncü siyaset tarzının ikincisine şimdilik “mukayeseli üstünlüğü” vardır.
Özneye bir doğrultu gösterme ve güncel görevlere seferber etme açısından ise, üçüncü tarz ikincisine göre bu kez “mutlak üstünlüğe” sahiptir.
Sonuçta, işin rengi bir ölçüde bu “mukayeseli” ve “mutlak” üstünlüklerden fiilen ne ölçüde yararlanılabildiğine bağlı olarak ortaya çıkacaktır.
Bundan sonrası süreç işidir; hep birlikte göreceğiz.
Son bir ek: Üçüncü siyaset tarzının, ikincisinin daha aklı başında temsilcileriyle tartışmasında yarar vardır. En azından, hep liberal solcularla uğraşmaktan daha geliştiricidir.
Kaynak: Sol.Org