önce Hürriyet’teki haberle öğrendim Sungur Savran‘ın Radikal‘deki bir yazısı üzerine başlayan tartışmayı. Sonra, Mavi Defter‘in gündemine ilişkin yazdığı bir notta, Volkan Alıcı sözetti Taraf Gazetesi‘ndeki liberal kampanyadan. Liberallerle tartışmanın sosyalist sol bakımından çoktan tüketilmiş ve kapatılmış bir mesele olduğunu düşündüğümden doğrusu şaşırdım önce. Sol liberallerle polemiği anladım da, “safkan liberal takımla bu saatten sonra ne […]
önce Hürriyet’teki haberle öğrendim Sungur Savran‘ın Radikal‘deki bir yazısı üzerine başlayan tartışmayı. Sonra, Mavi Defter‘in gündemine ilişkin yazdığı bir notta, Volkan Alıcı sözetti Taraf Gazetesi‘ndeki liberal kampanyadan. Liberallerle tartışmanın sosyalist sol bakımından çoktan tüketilmiş ve kapatılmış bir mesele olduğunu düşündüğümden doğrusu şaşırdım önce. Sol liberallerle polemiği anladım da, “safkan liberal takımla bu saatten sonra ne işimiz olabilir ki” diye düşündüm doğrusu. Ama anlaşılan, liberaller, ulusalcıların içine düştüğü sefil durumdan cesaretlenerek, dışardan da kışkırtılarak ya da görevlendirilerek, ipin ucunu kaçırmışlar biraz ve ayaklarına dolanacağı kesin bir ideolojik saldırıya girişmişler.
Bugünkü kriz ve “iktidar kavgası” koşullarında düzenin ideologları, her biri kendi meşrebine ve görevine göre, sistemi (burjuvaziyi ve devletini) koruma-kollama-kurtarma harekatına koyulmuş durumdalar. Acil tehlike “Kürt hareketi” ve potansiyel tehlike de “İşçi Sınıfı Hareketi”nin yükselmesi, sınıf mücadelesinin keskinleşme olasılığı. Bir zorluk da, emperyalizmle ilişkilerin yeniden rayına oturtulması. Sağıyla soluyla “milliyetçiler” ile “liberaller” arasındaki ortaklık burada. Görevlerini yaparken giriştikleri ideolojik saldırıda ise, emperyalizmin tetikçisi “anti-emperyalist”, milliyetçi-bürokratik solcu “komünist”, sermayenin kıyıcısı da “demokrat” rolünü oynayabiliyor tabii.
Amaçlar aynı olsa da, elbette taraflar arasındaki yöntem farkını yok sayamayız. Liberallerin reçetesi gerçekten demokrasiyi içerseydi, ulusalcı solcu-Kemalist-faşist koalisyona göre, lehlerine bir farklılıktan sözedebilirdik belki de. Ne var ki, gericiliği ve sınıf diktatörlüğünü gizleme, yığınları uyuşturma, bilinçleri karartma becerileriyle liberallerin “fareli köyün kavalcısı” rollerini asla bir yana itemeyiz. Onların Düzen’in sadece daha “akıllı” savunucuları olduğu gerçeğini, sahte demokratlıklarının, fark yaratmadığı gibi, tehlikeli dahi olabileceğini gözden kaçıramayız. Liberallerin idollerinden Rahmi Koç’un şu sozleri bu bakımdan oldukça uyarıcı olmalı: “En iyisi akıllı bir diktatör. Ama, bu devirde mümkün değil. İkinci en iyi ise başkanlık sistemi…”
Şimdi son saldırganlıklarını da görünce, anlaşılıyor ki,
liberallerle hesaplaşmayı sürdürmek gerek.
Liberal kalemşörlerin neredeyse tamamının başka ideolojik konumlardan geldikleri, popüler deyimle “dönekler”den ibaret oldukları, biliniyor. Milli Görüş’cü İslam’dan Faşist Cenah’a uzanıyor geldikleri yelpaze. Ama, asıl ses çıkaran çoğunluk herhalde “sosyalizm”den gelenler. Bu doğal; Prens Sabahattin efsanesi de dahil olmak üzere, dışa bağımlı “gelişme/modernleşme”nin kaçınılmaz sonucu, yerli liberalizmin içsel dinamiklerden yoksunluğu ve dolayısıyla da devşirme mekanizmasına muhtaç olması. Dış girdi ise, olmazsa olmazı. Geç ve geri kapitalistleşmenin, devlet fideliğinde emperyalizme bağımlı çapulcu burjuva oluşumunun doğal sonuçlarından biri bu. Sosyalist Sol’a saldırıda “Sosyalizm’den gelenler”in tetikçilik yapmalarında, sınıfsal dinamikler, emir-komuta içindeki hizmetler ve iç bilgilerin pazarlanması kadar, “cinnet yılları”nın “ah yanarım boşa giden gençliğime” yakınması, ruhu satarak zar zor edinilmiş “dünya nimetleri”ne olan “sonradan görme” müptelalık ve müptezel “dönek kin ve nefreti” de rol oynuyor elbette.
Neyse, şu “bitleri kanlanmış” görünen liberallere biraz yakından bakmayı deneyelim. Bunu yaparken, tanığımız Lenin olacak. Lenin iyi bir seçim, çünkü, en azından, “eski solcu” liberallerin aşina oldukları ve çok büyük olasılıkla zamanında bol bol kullandıkları kaynaklara atıfta bulunmuş olacağız. Bu anlaşılmayı kolaylaştıracaktır elbette.
Liberalizm, hiç kuşku yok, “tuzu kurular”ın ideolojisi. Doğuşu itibariyle böyle bu. Bugün, bizimki gibi ülkelerde, “korkudan rahat uyku yüzü görememekten müşteki tuzu kurular”ın numarası olmuş durumda. Onların demokratik duyarlılıkları, korku içinde geri çekilmek ve yeni vurucu hamleler için güç biriktirmek, bu arada kitleleri de uyutmak. Bir şey daha unutulmamalı. Günümüzde bizim gibi ülkelerde liberalizm aynı zamanda emperyalizmin sözcüsü, “halkla ilişkiler memuru” olmak demektir; siz bakmayın onların “gazeteci,” “”akademisyen” gibi sıfatlarla kamuflaj numaralarına. Onlar, en gerici yeni muhafazakarların (neo-con) politika ve değerlerini savunurlar ama liberaldirler!..
Palazlanan burjuvazinin ideolojisi olarak liberalizm, “feodal frenler”e karşı, kapitalizmin önünü açacak unsurların savunucusu olarak tarih sahnesine çıktı; bireyin savunusu, devlet müdahalesi karşıtlığı, özgürlük, eşitlik, demokrasi talepleri vb… Bunlar muhalefet dönemine, feodalizmle mücadele sürecine ilişkin cilalardı.
Sonra iktidar, kendi yarattıkları proletaryadan korku, ardından da tekeller, finans kapitalin üstünlüğü, emperyalizm geldi. Bu süreçte liberal de değişti elbette. “Sınıf” yerine “toplum” ve “birey”; “sınıf mücadelesi” ve “devrim” yerine de “demokrasi,” “sosyal devlet,” “sosyal barış,” “toplumsal fayda/mutluluk” ve en önemlisi “tekamül” (evolüsyon) konulmaya başlandı.
Özel mülkiyet rejimini korumak ve emeği pasifize etmek için, gerektiğinde, özü “bırakın sömürsün, çoluk çocuk, yaşlı, kadın dinlemeden ezsin geçsin” demek olan “bırakın yapsınlar bırakın geçsinler” (“laissez faire laisse passer”)sıçrama tahtası olarak görüyorlar.” Amaçları, “yığınları politik olarak istismar etmek, onları demokratik sözcüklerle tuzağa düşürmek ve sonra da pratikte aldatmaktır…”
Elbette, emekçilerin demokratik talepleri ve politik eylemlilikleri, direnişleri, talepleri olmasa, liberallerin güç kaynağı kurumuş olur. Buna karşılık, yığınlar devrim yaparlarsa, liberaller de işsiz kalırlar. Böyle olunca, emekçi yığınlar denetim altında tutulmalı, uzlaşmaya yönlendirilmeli, liberalizmin sultası altında sınıf çıkar ve mücadelesinden uzak tutulmalı, düzen, burjuvazi ve onun devletinin otoritesi toplumsal sarsıntılarla yıpratılmamalıdır. Ağızlara çalınacak “demokrasi balı” ile uyuşturulan yığınlar liberalizmin bu taktikleriyle ehlileştirilecek, uyumlulaştırılacaklardır.
Nasıl mı? Lenin anlatıyor: “zulalarında bolca bulunan ‘bilimsel analizler’le, ‘felsefi’ belirsizliklerle, politik banallıklarla, ‘edebi-eleştirel’ çığırtkanlıklarla…”
Örnek mi?
Şimdi açın Radikal’i, Taraf’ı, okuyun liberalizmin ideologlarını…