27 Haziran 2008 Nidal Al-Hayri Aşağıdakiler Geriye Dönüş Hakkı ve Laik Demokratik Devlet için 21 Haziran 2008’de Hayfa’da düzenlenen Konferans’ta yapılan konuşmadan uyarlanmıştır. 1895’de Siyonizmin baş peygamberi Theodor Herzl günlüğünde sırrını açıklayarak Filistin’i yerlilerle paylaşmak gibi bir tercihinin olmadığını söyledi. Yazısında “beş parası olmayan (Filistin) halkına bizim ülkemizde hiçbir şekilde iş vermeyerek onları sınır dışına […]
27 Haziran 2008
Nidal Al-Hayri
Aşağıdakiler Geriye Dönüş Hakkı ve Laik Demokratik Devlet için 21 Haziran 2008’de Hayfa’da düzenlenen Konferans’ta yapılan konuşmadan uyarlanmıştır.
1895’de Siyonizmin baş peygamberi Theodor Herzl günlüğünde sırrını açıklayarak Filistin’i yerlilerle paylaşmak gibi bir tercihinin olmadığını söyledi. Yazısında “beş parası olmayan (Filistin) halkına bizim ülkemizde hiçbir şekilde iş vermeyerek onları sınır dışına gitmeleri için zorlamaya çalışmanın daha iyi olacağını,” “yoksul [Filistinlilerin] hem mal ve topraklarının istimlâkının hem de onları uzaklaştırarak sınır dışına atma süreçlerinin akıllılıkla ve gizlice sürdürülmesi gerek”tiğini söylüyordu.
Herzl, Yahudi göçmenlerle yerli halkın kesinlikle birbirinden ayrılması politikasıyla Filistinlileri bir göçe zorlama programı öneriyordu. Basitçe ifade edilirse, Siyonist organizasyonların Filistin’de geniş araziler satın alıp ekonominin başlıca sektörlerini ellerinde tutmalarını ve bu bir kez başarılınca Yahudilerin yönettiği bir ekonomide Filistinlilerin toprak işleme ve çalışma hakları inkâr edilerek ülkeyi terk etmeye zorlanabileceğini umuyordu. Amacı etnik ayrıştırma yoluyla Filistinlileri uzaklaştırmak veya etnik temizlikti.
Herzl, Filistin’de Filistinli çoğunluğun yaşıyor olması problemine iki Siyonist çözüm olabileceğini öne sürüyordu: ayrıştırma ve nakil. Bu iki çözüm birbirlerinin alternatifi değil fakat karşılıklı olarak birbirlerini kuvvetlendirici olabileceklerdi. Bunların bir arada kullanılması etnik temizlik sürecinin gönüllü olduğu, kurbanlarının da tercih ettiği bir şey olduğu görüntüsünü oluşturabilecekti. Bu onun en sürekliliği olan mirasıydı ve kendisi bununla göçmen sömürgesini ilk icat eden kişi oldu.
Son yıllarda Yahudi yönetimi altındaki Filistin nüfusunun Yahudi nüfusuna yaklaşıyor olması Siyonistler için Filistin nüfusunun çoğunluk oluşturması hayaletinin tehdidini yeniden hortlattı. Hangi Siyonist çözümün, ayrılıkçılığın mı yoksa naklin mi sürdürüleceği tartışmalarının yeniden gündeme gelmesi şaşırtıcı olmamalı.
Bugün bu görüşler görünüşte iki ideolojik kamp tarafından teşvik edilmektedir: İsrail merkez-soluna gevşek olarak bağlanmış Emek [İşçi Partisi] ve Kadima ve sağa bağlı Likud ve Yisrael Beiteinu. Bunlar arasındaki modern politik tartışmalar Emek ve Revizyonist Siyonistler tarafından ilk kez ortaya konan Yahudi devletinin doğası hakkında değişik görüşleri ortaya çıkarmaktadır.
Şimdiki politik tartışmaları, İsrail, Batı Şeria ve Gazze’de olanları anlamak için önce Siyonist düşüncedeki bu iki prensibin tarihini inceleyelim.
Filistin’e ilk Yahudi göç dalgaları olduğu sırada Yahudilere hakim olan Emek Siyonist hareketi ve onun lideri David Ben-Gurion aşağı yukarı Herzl’in hedefleriyle aynı doğrultuda politikalar yürüttü. Özellikle Yahudilerin toprağı işlemede kendilerini yerli nüfustan ayırma ve yalnızca diğer Yahudileri işe alma istekleri ve gereksinimleri olduğunu temel alan “Kutsal toprakları Kurtarma” ve “Musevî İşçi” ikiz prensiplerini desteklediler. Böylece Filistin’de tamamen kendi kendilerine yetme, hem üzerlerinde taşıdıkları Yabancı izini “tedavi edecek” hem de Filistinlileri kendi topraklarından geçim sağlama olanaklarından mahrum bırakmış olacaklardı.
Bu fikrin öncülüğünü Siyonist işçi sendikası federasyonu Histadrut yapmaktaydı ve bu federasyon Filistinlilerin üyeliğini, hâttâ Yahudi devleti kurulduktan yıllarca sonra Filistin nüfusundan geriye kalıp İsrail vatandaşlığına geçen Filistinlilerin üyeliğini bile, reddetti.
Ayrılıkçılık Emek Siyonizm’inin resmî politikası olsa bile sahnenin arkasında Ben-Gurion ve adamları gittikçe artan bir şekilde saf bir etnik devlet kurma hedeflerine ulaşmak için bunun kendi başına yeterli olmayacağı görüşünde idiler. Tüm bölge çapında toprak satışları yüzde altılarda olacak kadar düşüktü ve ekonominin Yahudilerin sahip olduğu bölümleri ucuz Filistin iş gücüne dayanıyordu.
Fakat Emek Siyonistleri bir etnik temizlik programı üzerinde gizlice çalışmaya başladılar. 1937’den sonra, İngiltere’nin Filistin’in parçalanmasını öngören Peel Rapor’uyla,
Ben-Gurion yerli nüfusun çoğu sınır dışına çıkarılmadıkça bir Yahudi devletinin kurulmasının mümkün olamayacağını fark ederek nakletme olgusuna daha açık hale geldi.
İsrail’in yeni tarihçileri Ben-Gurion’un nakil için verdiği taahhüdü kabul etmektedirler. Örneğin Benny Morris şöyle demektedir: “Ben-Gurion tam ortasında büyük ve düşmanca tavırlı bir Arap azınlığı olan bir Yahudi devletinin var olamayacağını anladı.” Bu nedenle İsrail yönetimi savaş görüntüsü altında bir etnik temizlik plânı geliştirerek sınır dışı edilmesi gereken mahalleler hakkında ayrıntılı dosya evrakları topladı ve Plan Dalet çerçevesinde bununla ilgili emirleri alandaki komutanlara verdi. 1948 savaşında yeni İsrail devleti yerli halkın en az yüzde 80’ini dışarı çıkardı.
Ben-Gurion Filistin halkını fizikî olarak sınır dışı ettikten sonra o sıradaki güncel fırsatları değerlendirdi ve Herzl’in Emek Siyonizmi’ni yeniden uyarladı. Özellikle Herzl’in istediği göç ettirme hedefine ulaştığı gibi bir propaganda kampanyasıyla da mültecîlerin sınır dışı edilmesinin büyük ölçüde gönüllü gerçekleştiğine dünyanın çoğunu ikna etmeyi başardı. Modern tarihçilerce ikna edici bir şekilde çürütülmesine rağmen en süregelmiş Siyonist efsanelerinin biri doğrultusunda bize hâlâ mültecîlerin Arap yönetimi tarafından onlara öyle yapmaları söylendiği için göç ettiği iletilmektedir.
Diğer kamptaki Revizyonistler yerli Filistin halkına karşı daha karmaşık bir tutum beslemekteydiler. Ürdün Nehri’nin iki yakasını (dolayısıyla yalnızca Filistin’i değil modern Ürdün devletini de) kapsayan Büyük İsrail talebinden vazgeçmeden yerlilerin oldukları yerde kalmasına Emek Siyonistler’in aksine daha hazırlıklıydılar.
Revizyonizmin lideri Vladimir Jabotinsky 1938’de -muhtemelen Ben-Gurion’un yerlilerin nakledilmesi tercihini reddederek- şu gözlemi yapmıştır: “Herhangi bir Yahudi yeni bir Yahudi devletinin doğuşunun Yahudi olmayan vatandaşların sınır dışı edilmesi gibi iğrenç bir öneri ile bağlantılı olabileceği fikrinden dahi nefret eder.” Revizyonistler arzu ettikleri genişletilmiş topraklarının kaçınılmaz olarak bir Arap çoğunluğu ihtiva edeceği gerçeğine kendilerini bırakmış görünüyorlardı. Bu yüzden yerlileri sınır dışı etmekten ziyade onlara Yahudi idaresini benimsetmenin bir yolunu bulma ile ilgileniyorlardı.
1923’te Jabotinsky zorunlu olarak nakil değil fakat ayrılık kavramını açık olmayan bir şekilde içeren çözümünü formüle etti: yerlilerin gözünü korkutarak onları boyun eğmeye zorlayacak sürekli bir güçten oluşan “demir duvar”. Onun sözleriyle Filistinlilere boyun eğdirmeyi kabul ettirmek yalnızca “demir duvarla olanaklı olacaktı. Bu Filistin’de Arap baskısından hiçbir şekilde etkilenmeyecek bir güç kurulması” demek oluyordu.
İngiliz emperyalist yönetiminin bir hayranı olarak Jabotinsky gelecekteki Yahudi devletini basit sömürge kavramlarıyla bir Avrupalı elitin yerli halka hakim olup onu yönetmesi olarak tahayyül ediyordu.
Ancak Revizyonizm de içerisinde Emek Siyonizm’inde olan ayrılıkçılıktan yerli halkın transferine geçme olgusunu barındırıyordu. Bu geçiş belki ideolojik olmaktan ziyade oportünistçe bir değişimdi ve Revizyonistler Ben-Gurion’un transfer yoluyla Yahudi devletini kurmasındaki ba
şarısının farkında olduklarından özellikle belirgindi.
Jabotinsky’nin taraftarlarından biri olan ve daha sonra Likud partisinden başbakan olacak olan Menachem Begin savaş mezalimlerinin en kötülerinden birini işlemiş olan Irgun milis güçlerinin 1948’de liderliğini yapmıştı. Begin savaşçılarını bir Filistin köyü olan Deir Yassin’e sokmuş ve onlar burada kadın ve çocuk demeden 100’den fazla köylüyü katletmişlerdi.
Bu olaylar yeterince vahşi değilmiş gibi The New York Times‘ın sayfalarında Begin ve onu takip edenler ölü sayısını bilinçli olarak 250’nin üzerine çıkardılar. Hedefleri Filistin halkının daha geniş kesimi üzerinde terörü yaygınlaştırmak ve onları kaçmaya sevk etmekti. Daha sonra mutlulukla şunları söyleyecekti: “Tüm ülkede Araplar vahşi ‘Irgun kasaplığı’ hikâyeleri dinleyerek buna ikna olmuşlardı ve sonsuz bir paniğe kapılarak hayatlarını kurtarmak için ülkeyi terk etmeye başlamışlardı. Bu kitle halinde terk ediş sonradan çıldırmış kontrol edilemeyen bir kaçışa dönüştü.”
Bunları izleyen sağdaki diğer göze çarpan kişiler açıkça etnik temizliği benimsediler. Bunlar arasında mensup olduğu Moledet partisinin seçimlere Yahudilere mahsus tet sembolüyle yerlilerin transferini savunarak katılan General Rehavam Ze’evi de vardı. Bunun ardılı, bir yerleşim lideri ve haham olan Benny Elon da aynı temizlik platformunu benimsedi: “Yalnızca halkın transferi barış getirecektir.”
Yerli Filistin halkının çoğunu Yahudi Devleti’nden süren etnik temizleme kampanyası ve yerli halkı ayırma ve nakletme süreci yoğunluğunu 1948’den sonra kaybetti. Geride kalan nüfusun beşte biri kadar büyüklükte bir Filistinli azınlık grubun da yakında Yahudilerin göçüyle batırılıp yok edileceği tahayyül ediliyordu ve bu grup henüz bir tehdit olarak değil tedirginlik kaynağı olarak görülüyordu. Bu grup yaklaşık yirmi yıl bir askerî yönetimin idaresi altına sokuldu. Askerî yönetimin amacı İsrail içinde Filistinlileri ve Yahudileri ayrılmaya zorlayacak bir sistemi getirmekti. Eğitimde, çalışma hayatında ve yerleşim yerlerindeki bu ayrılma daha az aşırı bir şekilde de olsa bugüne kadar varlığını sürdürmüştür.
Ayırma-nakletme süreci özellikle 1967’de İsrail’in Batı Şeria ve Gazze’yi ele geçirmesinden sonra yeniden canlanmıştır. İsrail’in Yeşil Hattı’nın aşınması ve İsrail’deki Filistinlilerle Yahudilerce işgal edilmiş topraklardaki Filistinlilerin arasındaki ayrımın etkili bir şekilde ortadan kalkmasıyla Siyonistler için Filistinli çoğunluk hayaleti yine gündeme oturmuştur.
1967’den sonraki kabine tartışmaları hükümetin tereddüdünü yansıtmaktadır. Moshe Dayan hemen hemen tümüyle yalnız başına hem yeni ele geçen toprakların hem de oradaki halkın ilhakından yanaydı. Diğerleri böyle bir hareketin açıkça sömürgecilik olarak görüleceğini ve hızla, vatandaş olan Yahudiler ve vatandaş olmayan Filistinlilerden oluşacak bir apartheid sistemine dönüşeceğine inanıyorlardı. Onların düşüncelerinde Jabotinsky’nin demir duvar çözümü geçerliliğini artık yitirmişti.
Fakat aynı zamanda medya tarafından insan hakları davasına en azından sözde hizmet verilerek doyurulmuş bir dönemde hükümet Ben-Gurion’un daha önce yaptığı gibi Filistin nüfusunun büyük kısmını sınır dışı edip topraklarını ilhak kararı alamadı. Aynı şekilde büyük olasılıkla bu çeşit ihraçların gönüllü addedilmesi gerektiği konusunda da dünyayı ikna edemediler.
Bundan dolayı İsrail her iki yoldan da kararlı bir şekilde ilerleyemedi ve ne tam bir transfer ne de katı bir ayrılık stratejisi programı yürüttü. Onun yerine işgal edilmiş toprakların haklı olarak Batı’nın gözünden kaçacağına inanan Dayan’ın “ağır ve sürüngen adımlarla ilhak edilmesi”ni içeren önerisini yerine getiren bir apartheid modelini seçti.
Güney Afrika ‘apartheid’ındaki ayırma Herzl’in ayırma kavramının şekillenişinden önemli bir noktada farklıydı: Güney Afrika ‘apartheid’ında “öteki” nüfus çok sömürülüyor olsa da politik düzenlemelerin gerekli bir bileşeniydi. Sürgündeki Filistinli düşünür Azmi Bishara’nın da kaydettiği gibi Güney Afrika’da “ırkçı ayırım kesin değildi. Bir politik birlik çerçevesi içinde yer alıyordu. Irkçı rejim siyahları sistemin bir parçası, bütünün bir bileşeni olarak görüyordu. Beyazlar birlik içinde bir ırkçı hiyerarşi yaratmışlardı.”
Diğer bir deyişle, İsrail işgalinde yıllarca Herzl’in ayrımcılık kavramına içkin tek-taraflılık veya kendi kendine dayanarak yaşama göz ardı edilmişti. Tıpkı siyah emekçilerin Güney Afrika devleti tarafından sömürüldüğü gibi Filistin emek gücü de İsrail tarafından sömürüldü. Filistinlileri bu hale getirme görüşü Oslo anlaşmasında tutsak bir emek gücünün yaratılması için bu çeşit bir ayrım gerektiğine dayandırılarak resmîleştirildi.
Ancak hem İzak Rabin’in Oslo süreciyle temsil edilen apartheid modeli hem de Benyamin Netenyahu’nun Jabotinsky’nin Büyük İsrail görüşünü onaylamayı reddetmesi Herzl’in Filistinlileri ayırarak sınır dışı etme modelinden sapmalardı. Daha güçlü olan şimdiki “tek taraflı ayrılma” eğilimi bu nedenle her politik akımı içine dahil etmektedir.
“Tek taraflı ayrılma” politikası fikrinin başlıca Ehud Barak tarafından savunulan Emek Siyonistlerinden çıkması şaşırtıcı değil. Ancak çok geçmeden birçok Likud üyesi tarafından da benimsendi. Bu politikanın sonunda başarısı Büyük İsrail politikasının baş temsilcisi Ariel Sharon’un da bu politikaya çekilmesiyle oluştu. Ariel Sharon tek taraflı ayrılmanın başlıca oluşumlarını hayata geçirdi: Batı Şeria’yı ayıran duvar, Gazze Şeridinden çekilme ve İsrail’in sağ-kanat partilerini ayırarak yeni bir uzlaşma partisi Kadima’yı yaratmak.
Yeni uzlaşmayla, tam da Herzl’in bir zamanlar yapmak istediği gibi, Filistinliler zor yoluyla ve kesin ayrıma tabi tutularak sınır dışı edilebilirlerdi. Gazze Şeridi’nden çekilmeden sonraki adım Sharon’dan sonra gelen mevkîdaşı Ehud Olmert tarafından gerçekleştirildi: Yakınlaşma plânından (yerleşimcilerin çoğunun yerinde kalacağı Batı Şeria’dan sınırlı çekilme) vazgeçilse de plânının altyapısının -ayırım duvarının- inşası hâlâ sürüyor.
Modern Siyonistler tek taraflı ayrımı sınır dışına transfere nasıl dönüştürecekler? Herzl’in kesin etnik ayırım yoluyla dayatılacak olan ilk etnik temizlik görüşü bugünün dünyasında nasıl gerçekleştirilecek?
Şimdiki Gazze’nin işgali bu modeli oluşturmaktadır. Çekildikten sonra İsrail Gazzelilerin yardım, gıda, yakıt ve insanca hizmetlere ulaşma yollarını keyfîce kesebilme olanağına kavuşmuştur. Normal yaşam özellikle sivillerden oluşan kurbanları cezalandıran ve hızı ses hızını aşan bombalarla, rasgele yapılan İsrail hava saldırılarıyla ve tekrar tekrar yapılan küçük çapta akınlarla daha da aşınmıştır.
Gazze’de tutsaklık bir mecaz olmaktan çıkmış ve günün gerçeği haline gelmiştir. Gazze’nin durumu tutsaklıktan çok daha kötüdür: tutsaklar, hâttâ savaş tutsakları bile, insanlıklarına saygı gösterilmesini ve doğru düzgün barınma, bakılma, beslenme ve giyinme olanakları beklerler. Gazzeliler artık bu esas yaşam unsurlarına bile muhtaç haldedirler.
Ayrımcılığın bu aşırı biçiminin nihaî hedefi çok aşikârdır: bölgeden gitmeleri yâni transfer. Filistinlileri normal yaşamın temel şartlarından mahrum bırakarak sonunda terk etmeyi seçecekleri varsayılmaktadır -bu da bir defa daha dünyaya gönüllü gitme olarak sunulacaktır. Ve Filistinliler topraklarını terk etmeyi seçerle
rse Siyonist düşünceye göre o topraklara sahip olma hakkını yitirecekler demektir -tıpkı daha önceki Siyonist nesillerin 1948 ve 1967 savaşlarında Filistinli göçmenlerin güya gönüllü gittiklerine inandıkları gibi.
Bu transfer olayı kaçınılmaz mıdır? Bana göre hayır. Modern “ayrımcılık yoluyla transfer” politikasının başarısına engel oluşturacak ciddî sınırlamalar vardır.
Birincisi bunu gerçekleştirmeleri ABD’nin küresel hegemonyası ve İsrail’e gözü kapalı verdiği sürekli desteğe bağlıdır. Bu desteğin temelinin ise Amerika’nın son dönemde Ortadoğu’da neden olduğu felâketlerle ve de güç dengesinin adım adım Çin, Rusya ve Hindistan’a dönmesiyle beraber zayıflaması olasıdır.
İkinci olarak, bu olayın gerçekleşmesi yalnızca uluslararası hukuka değil aynı zamanda çoğu toplumların ve ideolojilerin onayladığı değerlere kesinlikle karşı çıkan bir Siyonist dünya görüşü gerektirmektedir. Pek çok kamuoyu araştırmalarının belgelediği gibi, hükümetleri değilse bile, Batı kamuoyu İsrail’i dünya düzeni için en büyük tehditlerden biri olarak görmektedir. Bunun da kanıtladığı gibi Siyonistlerin hırslarının doğasını gizlemeleri artık daha zordur.
Ve üçüncü olarak ağır ağır seyreden yok edilmeleri sırasında Filistinlilerin pasif kalacağı farz edilmektedir. Tarihî kanıtlar kesinlikle böyle olmayacağını göstermiştir.
*Jonathan Cook, İsrail, Nazareth’de ikâmet eden bir yazar ve gazetecidir. En son kitapları: Israel and the Clash of Civilisations: Iraq, Iran and the Plan to Remake the Middle East (Pluto, 2008), and Disappearing Palestine (Zed, basıma hazırlanıyor).
[Electronic Intifada sitesindeki İngilizce orijinalinden Hatice Aksoy tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir.]