Yeniden Devrim Dergisi’nin Temmuz sayısında KESK ve TMMOB Kongreleri’ni değerlendirmek amacıyla bir yazı yazılmış. Yazı ziyadesi ile “zülf-i yare” dokunduğu için zaafların kimlerin zaafı olduğunu, hangi solun hangi ilkesizlik ve tutarsızlıklarından kaynaklandığını anlayamıyoruz. Sağa sola gereğinden çok bağıran yazıda, gerçek hasmın kim olduğu konusunda bir netliğe ulaşılamıyor. Rahatsızlık duyulan kesimler daha açık belirlenseydi ve geçmiş […]
Yeniden Devrim Dergisi’nin Temmuz sayısında KESK ve TMMOB Kongreleri’ni değerlendirmek amacıyla bir yazı yazılmış. Yazı ziyadesi ile “zülf-i yare” dokunduğu için zaafların kimlerin zaafı olduğunu, hangi solun hangi ilkesizlik ve tutarsızlıklarından kaynaklandığını anlayamıyoruz. Sağa sola gereğinden çok bağıran yazıda, gerçek hasmın kim olduğu konusunda bir netliğe ulaşılamıyor. Rahatsızlık duyulan kesimler daha açık belirlenseydi ve geçmiş süreçler aklanmadan daha nesnel bir değerlendirme yapılsaydı, zaafların nasıl küçültüleceği konusunda doğru ipuçları yakalanabilirdi. Öncelikli olarak alanda çalışma yapan arkadaşlara laf etme hakkı düşse de, ben bu eksikliği görerek ve yazıda değinilen konulara da bağlı kalarak devrimci cepheden tartışmaya katılmak istiyorum.
Her şeyden önce bir ahlaki uyarıyla bu tartışmaya başlamak gerekiyor. Bilindiği gibi, KESK’in bugün yaşanan olumsuzlukların kaynağı olan geleneksel sendikal çizgiye girmesinin temel sorumluluğu bir bütün olarak yazıyı kaleme alan çevrelerin de dahil olduğu DSD’dir. Hatta 1990’larda liberal rüzgardan fazlasıyla etkilenen bu çevrenin bizzat KESK’te geleneksel çizginin mimarlığını yaptığını söylemek abartı olmayacaktır. O halde, yaklaşık 15 yıl sonra ilk kez yönetim dışında kalmanın daha buharı tüterken, can havliyle sağa sola sataşmanın pek de uygun ve ağırbaşlı bir tutum olmadığı ortadadır. Adama “ağır ol da molla desinler” derler.
Üstelik KESK kongresinde en çok rekabet ettiğin (Ufuk Uras taraftarı) çevreyle, ÖDP içinde yani ortak bir siyasal program etrafında oluşan partide bir arada olacaksın. Dahası bugünlerde -yani KESK kongresi sonrasında- dahi, partide o çevreyle seçim sürecini birlikte yürütmek üzere ÖDP-MYK’sının yeniden düzenlenmesi için uzlaşıp, onlara MYK’da yer açmak için anlaşacaksın. Sonra da sadece bir DKÖ olan KESK’de yönetim için ittifak yapan Devrimci Kamu Çalışanlarına laf edeceksin. Bu gibi durumlarda da bizim oralarda, “bari dinime küfreden Müslüman olsa” derler.
DKÖ’lerdeki yönetimler gelip geçicidir ve kimsenin mülkü değildir. Bu pozisyonlar sınıf mücadelesinde birer uğraktır. Hizmet yarışıdır. Birer sınavdır. Ben arkadaşlardaki yönetimden düşmenin yarattığı öfkeyi anlıyorum ama yönetimde olmayı bu denli alışkanlık haline getirmiş ve aslında bu durumun çok fazla melanetini de yaşayan bu arkadaşlara biraz itidal, sabır ve ağırbaşlılık tavsiye ediyorum. Koltuksuz da mücadele vermenin olanaklı olduğunu akıldan çıkarmamakta fayda var.
DSD’nin temsil ettiği siyasal çizgi, sanki bugüne dek sendikal alanda ve diğer platformlarda “liberal hegemonyanın utangaç izleşleri, zülf-i yare dokunmayan muteber solcular, sınıf mücadelesini kimlikler üzerinden siyasete indirgeyenler…” diye nitelendirdiği yapılarla herhangi bir iktidarı güden ittifak yapmamış ve çok ilkeli davranmış gibi bir görünüm vermeye çalışılması iyice komik kaçıyor.
Üstelik Devrimci Kamu Çalışanlarının (DKÇ) liberallerle ittifak yaparak hata yaptığını söyleyen bu arkadaşlar, kendilerinin neden DKÇ’ye ittifak yapmayı teklif edemediğini açıklamaları gerekmez mi? Yani sen her tür -ilkeli ilkesiz- ittifak yapmakta özgür olacaksın ama ülkenin ve toplumsal muhalefetin bunca büyük bir değişim geçirdiği bu süreçte DKÇ’den peygamberlik yaparak yalnız başına kenarda beklemesini isteyeceksin. Bu durumda da insana “el insaf” derler.
Sendikal anlayış üzerine
Sınıf ve kitle sendikacılığının anlatıldığı bölümde, küçük küçük devrim yapma, küçük iktidarların aracı sayma biçiminde küçümsemelerle konu polemiğe boğulmak isteniyor. Oysa Devrimci Kamu Çalışanları, sınıf ve kitle sendikacılığını küçük küçük devrimler yapmanın ve küçük ittifaklar yakalamanın aracı olarak görmüyor, bu sendikal anlayışı devrime giden yolda yarını bugünden kuran bir toplumsal hareketliliği kapsayacak bir zenginliğe dönüştürüyorlar. Bu sadece bir söylem olmanın ötesinde, sağlık ve eğitim başta olmak üzere yaşamın tüm alanlarında, halkın hakları mücadelesinin her sürecinde kilitlenen sorunlarımızı açacak bir anahtar, bir toplumsal proje olarak şekillendiriyorlar.
Yazının bir bölümünde sendikal alanda ve soldaki çürümeye dair görüşlere yer veriliyor. Çürümeyi aylarda ve mevsimlerde aramak yerine, siyasal iklimlere kimler tarafından ve nasıl taşındığını bilince çıkarmak zaaflardan arınmanın ilk adımı olacaktır. Bunun için çok uzaklara değil “tartışma süreci”ne yapılacak kısa bir yolculuğun yeterli olacağını düşünüyorum. Sendikal alandaki çürümenin miladı, 1995’lerde kitlelere güvenmek yerine, kendi dar grupçu var oluşunu her şeyin önüne koyan ve üretenleri yönetimlerden dışlamak için her yolu deneyenlerle birlikte başladı.
KESK’le ilgili değerlendirmelerde KESK’in sendikal yetkiyi büyük oranda işbirlikçi sağcı gerici sendikalara kaptırmasına da değinilmesi gerekiyor. Yazıda buna değinilmemesi bile eksikliktir. Sadece kendi kaybettiği sandalyenin peşine düşmek yerine solun ve emek güçlerinin neler kaybettiklerini de bilince çıkarmak doğru olur. 1995’lerden sonra dincilerle ve her türlü gerici yapı ile bir araya gelme, Dilipaklara ve Nazlı Ilıcaklara göz kırpma, kitlelerde faşist sendikaları meşrulaştırdı ve uzun süre direnen kitlelerin o yöne meyletmesine hizmet etti. Bu gidişatta KESK camiasının önemli ölçüde sorumluluk taşıdığı ve bunun doğru bir biçimde değerlendirmesinin bundan sonrası için önemli bir pusula oluşturacağını yüksek sesle dile getirmek gerekiyor.
KESK 90’lı yılların başında 12 Eylül’ün yasakçı ve baskıcı, yukarıdan aşağı faşist yapılanmasına karşı kamu emekçilerinin yaşamın içinden aşağıdan yukarıya geliştirdikleri itiraz ve isyanlarla gelişen başarının adıdır. O gün bulundukları köşelerde mırın kırın edenlerin (devrimcilere kendiliğindenci, sivil toplumcular diye laf yetiştirenlerin) bugün keseri kendilerine yontmalarının inandırıcı bir yanı yoktur.
Kamu emekçileri mücadelesinin ortaya çıkışı ile birlikte sol için umut olması ve işin büyüsü, yürüyüşün sol değerler ve yüz yıllık kamu emekçileri mücadelesi üzerinde yükselmesindedir. Konunun önemi ve başarısı sadece geleneksel sendikal anlayışa karşı değil, teslimiyete, yılgınlığa ve sistemin dayattığı bütün olumsuzluklara karşı alternatif bir duruşun yaratılmasındadır. Bu başarıda tartışmasız temel güç, fiili meşru militan anlayışın hayata geçirilmesinde belirleyici olan devrimci dinamiklerdir.
Yazıda KESK’in oluşum ve mücadele tarihi ile ilgili övgüler hala değerini koruyor. Ancak görülmeli ki, KESK’in krizi geleneksel sol siyasetin krizidir. KESK’in krizi, devrimci mücadeleyi köklerinden kopararak, meşru-fiili temelde başlayan mücadeleyi kendi ihtiyaçları yönünde yasallığın sınırlarına hapsedenlerin krizidir.
KESK’in büyüsü, KESK’in iç dinamiklerini dışlayan reformist ve uzlaşmacı anlayışların tek başlarına belirleyici olmalarıyla birlikte bozuldu. İç hesaplaşmalar, sendikal alanın partilerin kapışma arenası haline getirilmesi, sen ve ben kavgası ve sandalye kapma yarışları KESK’i gerileten etkenlerdir. Bu etkenleri yaratanların bugün birilerini suçlama ve yakınma yerine özeleştirel bir tavır takınmaları daha geliştirici olurdu.
Devrimcilerin tarihsel işlevi
Devrimci Kamu Çalışanları bu gidişe bir yanıyla mücadele anlamında yer tutarak dur demeye çalıştılar. Diğer yandan söz konusu yazının on yıllık bir gecikme ile de olsa görebildiği: “emek hareketinin ve
KESK’in yeniden yapılanması tartışmaları” gibi önemli bir çabayı kesintisiz olarak mücadele ile iç içe yürüttüler. Bu konuda uzun bir yol kat edildiği yadsınamaz. Elde edilen kazanımlar ve yaratılan değerler yaşanan tıkanıklığın aşılmasında önemli bir işlev görüyor. Bu gerçek, dost düşman herkes tarafından görülüyor. Zaten yazıda da değinildiği gibi güneş balçıkla sıvanamaz.
Kürt Hareketi’ne dönük eleştiriler ve Kürt Hareketi ile doğru bir çizgide buluşmak isteyen devrimcilere yönelik okkalı laflara da değinmek gerekiyor. Bir kez özgücüne güvenmek Kürt Hareketi ile sür-git kaçamak güreşmek demek değildir. Özgüvenine güvenmek Kürt Hareketi ile ezilenlerin ve emekçilerin mücadelesinde omuz omuza olmaktır. Gerçek kardeşleşmenin kanallarını ve araçlarını birlikte yaratmaktır. Kürt Hareketi’nin ideolojik sapmalarına ve pratik adımlarındaki yanlışlara yönelik eleştiriler, birlikte mücadelenin önünde engel değildir. Eleştiri, omuz omuza olmanın önünü açacağı gibi herkes açısından geliştirici olacaktır. Sadece eleştirip uzak durmak ayrıştırıcı olacağı gibi düşmanlığı da körükleyecektir. (Kongreler sürecinde alttan alttan kazan kaynatanlar “Kürt tehlikesine” dikkat çekerek, aba altından sopa gösterenler herkesin hafızasında tazeliğini koruyor.) Kaldı ki eğer bu arkadaşlar samimi olarak bir genel kurul değerlendirmesi yapacaklarsa, kendi ittifaklarını biçimlendiren birkaç yıllık sürecin gelişimine ve kendi yanlış tercihlerine bakmalılardır.
Halkevleri gerçeği
TMMOB Olağan Kongresi’ne ilişkin söylenenlerden sadece bir bölümüne değinmek istiyorum: “ÖDP’lilerin ağırlıkta olduğu listeye karşı aynı listede yer almaya cesaret edemeyip -listelerin ortak beyaz rengi üzerinden- örtülü ittifak (14 Nisancılar, İP’liler, CHP’liler, Halkevleri, HÖC, TKP ve EMEP’liler vb.) nitelendirmesinde etik olmayan ve etik olmadığı kadar da doğru olmayan bir çarpıtma var.
TMMOB’u daha ileri götürmek isteyen kendilerini “Devrimci Mimar Mühendisler” diye tanımlayan bir çalışma grubu var. İçlerinde Halkevci olanlar da var, olmayanlar da. Halkevleri ile olan ilgileri halkevcilerle aynı kaynaktan beslenmeleri.
Politikalarında ve yönetimlerinde devrimcilerin belirleyici olduğu bir demokratik kitle örgütü olan Halkevleri, bir dost kurumun iç işleyişine karışmaya gereksinim duymayacak yetkinliktedir. Son yıllarda, Halkevleri’ni kendi konumundan ve işlevinden öte görevlerle niteleyenler bir hayli arttı. Poliste ve burjuva mahkemelerinde karşılaştığımız bu yaklaşımın dost bildiğimiz çevrelerce de dillendirilmesi umarım, sapı samanı birbirine karıştırmaktan kaynaklanıyordur.
Eğitim-Sen ve KESK kongreleri sürecinde inatla aynı yanlışın yinelenmesi ciddi bir uyarının gerekliliğini ortaya koyuyor. Devrimci Öğretmen, Devrimci Kamu Çalışanları, Devrimci İşçiler, Devrimci Gençlik, Devrimci Halkevciler ülke genelinde bütünlüklü ve yaygın bir siyaset yürüten topluluğun mücadele alanlarındaki adlarıdır. Bu topluluğun üst aidiyet ilişkisi ve kendini adlandırması çoktan yoksul halkın bağrında mayalanmaya başladı. Bu büyük yürüyüşü sadece Halkevleri ile sınırlı görmeye kimsenin gücü yetmez. Yoksa devrimcileri politik arenada ve alan mücadelelerinde kendi kimlikleri ile anmak birilerini endişeye mi sevk ediyor?
Diğer kesimler bir yana, DSD kurmaylarının Halkevleri’ni ağızlarına alırken baba ocağına karşı daha özenli davranmaları gerekirdi. Ama köprülerin altından çok sular aktığını biliyorum.
Devrimci Mimar Mühendislerin dahil olduğu listenin varlık koşulu ve genel kuruldaki tutumu bir karşı grubun (ÖDP’nin) varlığı üzerinden belirlenmemiştir. Ayrıca söylendiği gibi yönetime karşıt olan herkesle ittifak yapıldığı iddiası da doğru değildir. Ancak bu yaklaşımlardan sonra bir kez daha arkadaşların bazı gerçeklerle yüzleşmekten kaçındıklarını anlıyorum. TMMOB’de de uzun yıllardır yönetimlerde olan bu arkadaşların tarzlarına ve çizgilerine karşı birikmiş tepkiler var. Bir parça sağduyulu herkes bunu görebilir. Bu tepkilerin yoğunlaşarak yönetimle özdeşleşmiş bazı şahısların seçilememesine yol açması son derece doğaldır. Asıl tuhaf olan bu tepkilerin hala anlaşılmak istenmemesi ve yukarıdaki gibi bazı çarpıtmalarla durumun idare edilmeye çalışılmasıdır. Arkadaşlara naçizane önerim, arkadaşların samimi bir biçimde TMMOB genel kurulunda “neden yenilenmeci bir çizgi tartışması yapmaya ihtiyaç duymadıkları”, “neden daha kapsayıcı bir yönetim oluşturma çabasına girişmedikleri” gibi temel bazı soruları samimi olarak sorup, samimi yanıtlar vermeye çalışmalarıdır.
Son sözü KESK’te, TMMOB’de ve yaşamın her alanında mücadele eden devrimciler söyleyecektir. Ben sadece bulunduğum yerden, bir devrimci öğretmen ve bir devrimci halkevci olarak kendi emeğime sahip çıkmak istedim.