Yaz sıcaklarının bastırmasıyla iç siyasetin ısınması birbirine paralel gelişiyor. Dünyada da ekonomik krizin etkisiyle grevler ve protestolar yaygınlaşıyor; sokaklar ısınıyor. ABD’de ekonomik kriz iyice derinleşiyor. ABD’nin TOKİ’si Fanny Mae ve Fredie Mac iflasın eşiğinden döndürüldü. ABD’nin TMSF’si banka kuyruklarını azaltmak için 52 milyar dolar ayırdığını açıkladı. ABD’de aylık enflasyon 3.2 ile Türkiye’yi solladı. Yani krizin […]
Yaz sıcaklarının bastırmasıyla iç siyasetin ısınması birbirine paralel gelişiyor. Dünyada da ekonomik krizin etkisiyle grevler ve protestolar yaygınlaşıyor; sokaklar ısınıyor.
ABD’de ekonomik kriz iyice derinleşiyor. ABD’nin TOKİ’si Fanny Mae ve Fredie Mac iflasın eşiğinden döndürüldü. ABD’nin TMSF’si banka kuyruklarını azaltmak için 52 milyar dolar ayırdığını açıkladı. ABD’de aylık enflasyon 3.2 ile Türkiye’yi solladı. Yani krizin etkileri her geçen gün daha da derinleşiyor. Grev ve protestolar 1968 çağrışımlarını yaygınlaştırarak dünyayı sarmaya başladı.
Bu gelişmelere paralel olarak, ABD’nin seçim sonrasında izleyeceği yeni politikalar da biçimlendirilip yürürlüğe konulmaya başlandı. Gerek Obama’nın gerekse Mc Cain’in politikaları, tek taraflı imparatorluk projesi politikalarından çark etme üzerine kurulu. ABD politikalarının yönünü, Rusya ve etrafındaki Şanghay ittifakı başta olmak üzere, “otoriter” diye nitelenen kutba karşı, kendi saflarını yeniden tahkim etmek zorunluluğu belirliyor. ABD politikaları bu doğrultuda “Demokrasiler İttifakı/Demokrasiler Birliği” tezleri üzerinden yeniden şekilleniyor. Bu süreçte Fransa’nın ve İngiltere’nin inisiyatif alma çabaları değişimin güncelliğine işaret ediyor. Aynı şekilde TÜSİAD Başkanı A.Yalçındağ’ın ve R.Koç’un “Uluslararası düzenlemelerde Türkiye’nin artık daha etkin bir pozisyon tutması gerektiği” doğrultusundaki sözleri de, Türkiye egemenlerinin bu yeni yapılandırmanın uluslararası hiyerarşisindeki bir üst basamakta yer aramalarının ifadeleri olarak değerlendirilmeli.
Özellikle ABD düşmanlığının kanlı çatışmalar temelinde kronikleştiği Ortadoğu’da yeni ABD politikalarının devreye sokulması için, birbirinin zıddı gibi görünen iki seçenek birden gündemde tutuluyor: İran’a yönelik askeri operasyon ve diplomatik atak. Diplomasi seçeneği son günlerde daha öne çıkmaya başladı. Bu seçenek, ABD’nin, İran’ın nükleer enerji üretme çalışmalarını durdurması karşılığında İran’da ofis açma ve ambargoya son verme önerisi olarak biçimleniyor. İran’ın artık belirgin biçimde ağır basmaya başladığı Irak’ta, ABD, Başbakan Maliki’ye üs ve petrol anlaşmalarını imzalatamıyor. İran’a yönelik diplomasi çabalarını, başta nükleer silahlanma olmak üzere, tüm bu tıkanıklıkları toparlayacak bir ara süreç olarak değerlendirmek de mümkün. İsrail de aynı paralelde Hizbullah ve Hamas’la esir ve naaş değiş tokuşu gerçekleştirdi. Dünyada yeni bir kutuplaşma sürecinin taşları döşenirken, Ortadoğu’daki kronikleşmiş sorunlara yeni bir eksen kazandırılmasının önü açılmaya çalışılıyor.
***
Türkiye de bu sürece ayak uydurmak için gerekli önlemleri alma çabasında. Cumhuriyet tarihinde ilk kez Dışişleri Bakanlığı dışarıdaki 140 büyükelçisini Ankara’ya topladı. Dışişleri kadroları içte ve dışta kritik gelişmelere gebe sürece birlikte hazırlanıyorlar.
T. Erdoğan ise Ağustos’ta sonuçlanması beklenen kapatma davasının son seansında, Ortadoğu’daki bu yeni konjonktürden yararlanarak yeni bir yüzeysel imaj oluşturma gayretinde. AKP, Ortadoğu politikasında etkili bir rol oynadığı izlenimini yayarak içte ve dışta puan toplamaya çalışıyor. Kıbrıs sorununda “düğümü çözme erkini elinde tutan aktör” görüntüsünü verme çabası içinde. T. Erdoğan’ın Bağdat ziyaretinde, Irak’la Türkiye arasında Stratejik İşbirliği Konseyi oluşturmak için anlaşma imzalandı. Hemen ardından, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı ve Bush’un en yakın çalışma arkadaşı Hadley, ABD Genelkurmay 2. Başkanı’ndan sonra Temmuz ayında ABD’den Ankara’ya gelen ikinci üst düzey ziyaretçi oldu. Hadley, Türkiye’nin iç sorunlarını ilk elden dinlerken, İran, Irak’taki son durum, enerji konuları ve Türkiye-Ermenistan arasında “yakınlaşma için adım atma” konuları ele alındı. Hadley’den bir gün sonra İran Dışişleri Bakanı Muttaki de Türkiye’ye geldi. Türkiye için hiç de gerçek olmayan arabuluculuk lafları iyice yaygınlaştırıldı. Bu arada, Ankara önümüzdeki dönemde oluşturulması planlanan uluslararası enerji hatları için yoğun bir trafiğe sahne oldu. ABD Enerji Koordinatörü’nün ardından, Hindistan Başbakanı’nın Ulusal Güvenlik Danışmanı, İsrail Altyapı Bakanı ve Rusya’dan Gazprom’un Başkan Yardımcısı yine Ankara’nın ziyaretçileri arasında yer aldılar.
Bu baş döndürücü trafik, T.Erdoğan için “yasaklanması durumunda Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilme” geyiğinin bile dile getirtilmesine yetti. Bu arada yabancı dergilerde AKP’yi destekleyen peş peşe (ısmarlama) yazılar adeta bir kampanya havasında yayınlandı. ABD’nin eski Türkiye büyükelçisi M. Parris aynı dönemde Türkiye’ye gelerek AKP’nin kapatılmaması için lobi faaliyetleri yürüttü. AKP, diğer yandan da belediyelerin borçlanma olanaklarını arttırıp, memurlara ek zam gibi adımlarla seçim hazırlıklarını alttan alta sürdürmeyi ihmal etmedi.
***
İç siyasetteki sürece damga vuran asıl boyut ise eski Genelkurmay Başkanı H. Özkök’ün açıklamalarıyla başlayan ve Ergenekon İddianamesi’nin açıklanmasıyla devam eden süreçte belirginleşti. Bu sürecin devamı AKP’yi kapatma davasının sonuçlanmasıyla birlikte gelecek. Bu gelişmeler Türkiye’nin dünya ve bölgedeki yeni döneme uyarlanmasının temel zeminini oluşturuyor. Emperyalist projenin gereği olarak pazarlanan “Yeni Osmanlıcılık” politikalarının “Pan-İslamcılık ve Pan-Türkçülük” ayakları gereğince, rejim ılımlı İslam-ılımlı milliyetçilik ekseninde yeniden yapılandırılmak isteniyor. Bir yanda “ulusalcılık” adı altında kontrgerillanın bir bölümünü de kapsayan ve ABD’nin dönemsel politikalarına tepki üzerinden biçimlenen akım ordudan kazınıp ülke siyasetinde etkisizleştirilirken (yani “milliyetçilik” ılımlılaştırılıp kontrol altına alınırken); diğer yanda AKP davası aracılığıyla ılımlı İslam rejiminin elden geçirilmesi, rektifiye edilmesi gündemde. Kürt hareketinin Ortadoğu politikaları bakımından etkisizleştirilerek, yerine Barzani ve Talabani’nin, Kürt halkının gericileştirilmesine yaslanan ılımlı İslam-ılımlı Kürt milliyetçiliği eksenindeki liberal politikalarının konulması yönünde bir eğilim mevcut.
Bu doğrultudaki kapışma esnasında rejimin aldığı yaralara çözüm bulmak için önce H. Özkök “akil adamlar bir araya gelsin” çağrısı yaptı. Cumhurbaşkanı, H. Özkök’ü köşke davet ederek görüştü. Akil adamların sabit bir ekip olmaksızın konuya göre değişken, “politize olmayan”, saygın uzman kişilerden oluşması gerektiği fikri benimsendi. Ardından darbe günlükleri yeniden piyasaya dökülünce H. Özkök “darbe girişimi ne oldu derim, ne de olmadı derim” dedi ve zımnen askeri savcılara çağrı yaparak, istenirse onlara ifade verebileceğini ima etmiş oldu. H. Özkök’ün girişimleri Genelkurmay ile AKP (ya da Fethullahçılar) arasında konjonktürel bir uzlaşma tesis edildiğinin göstergeleridir. AKP davasının sonucu, geçici uzlaşmanın kiminle olduğunu ortaya koyacak.
Uzlaşmanın bir diğer göstergesi olan Ergenekon İddianamesi’nde ise Darbe Günlükleri yer almadı. Bu durum bir yandan Genelkurmay’ın inisiyatifinin tanındığının sinyaliyken, diğer yandan da AKP açısından, davanın sivil yargıda maniple edilmesinin daha kolay olmasına dayanıyordu. Taraf yazarı Y. Çongar yine servis haberciliğiyle Ergenekon davasında görevdeki askerleri de kapsayacak olan 7. ve 8. dalgalardan söz etti. Tam bunun üzerine MİT’in görevdeki 6 kurmay subay için Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na suç duyurusu yaptığı haberleri basına sızdı. Bunlar YAŞ dönemi
ve sonrasında ordudaki ulusalcıların tasfiyesinin devamının sinyalleri olarak değerlendirilmeli. Baykal ise orduyu tutuklu orgenerallere sahip çıkmamakla eleştirdi. Hemen ardından Genelkurmay’ın orduya dönük bir yıpratma kampanyasının sürdüğünü belirten bir açıklama yapması, ordu içinde yürütülecek bir soruşturmanın hassas dengeleri gözetecek biçim ve kapsamda ve Genelkurmay’ın bizzat kendi inisiyatifiyle ve istediği sınırlarda gelişebileceğini bir kez daha ortaya koydu. Yani Genelkurmay kontrgerilla soruşturmasının sınırlarını kendi inisiyatif alanında tutmuş oldu.
Bu arada siyaset arenasında da yeni dönem hazırlıkları hız kazandı. A. Şener parti kurma hazırlıkları içine açıktan girdi ama beklediği hızı elde ettiği kuşkulu. Muhtemelen dava sonucunun kendi parti girişiminin gidişatında etkili olacağını hesaplıyor. Bir diğer kulvar ise ATO Başkanı S. Aygün’ün serbest bırakıldıktan sonra M. Koç ve Z. Sezer’in yaptıkları destek ziyaretleri ile renklendi. Basına da sızdığı üzere, S. Aygün ve DSP üzerinden yine birtakım seçim projeleri yapıldığı haberleri pekişmiş oldu.
***
Sol muhalefet bir süredir liberallerle Ergenekon davası üzerinden tartışıyor. Başarısızlık ihtimali nedeniyle hiç girişilmemiş bir darbe niyeti, üzerinden dört-beş yıl geçtikten sonra, egemenler tarafından rejimin yeniden yapılandırılması noktasında gündeme getirildi. Aktüel olan tehlikeye değil karşı çıkmak, aksine o çanağa su taşıyan bir tavır alan liberaller bu kez yapayalnız kaldılar. Liberaller, toplumsal muhalefetin büyük kısmını egemenlerin bir kesimine destek olma politikalarına monte edemediler. Geçtiğimiz yıllarda özellikle ÖDP’de etkili olan sol liberal havadan ve Kürt hareketinin liberal beklentilerinden yola çıkarak toplumsal muhalefeti maniple etmeye alışık olan liberaller, taraftar bulamadıkları gibi bu kez yalıtılarak dımdızlak açıkta kaldılar. Bu yalıtılmışlığın hırçınlığıyla da soldan, Kürtlere ve feministlere kadar herkese hayasızca çarpıtmalarla saldırmaktan başka yapacak bir şey bulamadılar. Elbette onlara çanak tutan İslami sermaye medyasının borazanlığı sayesinde sesleri hacimleriyle orantısız bir tizlikte çıkıyor. Ama bu durum hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Zira önümüzdeki dönemde toplumsal muhalefet saflarında liberalizmin etkisinin giderek azalması kaçınılmaz görünüyor. Önümüzdeki süreçte toplumsal muhalefetin etkili bir rol oynayabilmesi için bağımsız bir sol çizginin yükseltilmesi, liberallerin kafa karıştırıcı rollerine hiçbir biçimde prim verilmemesi gerektiği açıklık kazanıyor. Bu bağımsız sol çizgiye yöneliş, toplumsal muhalefetin yaklaşık 15-20 yıldır gereksindiği asgari ideolojik birliğin oluşumunda önemli bir köşe taşı anlamına da gelecek.
Kürt hareketi, kendisine dönük operasyonların sürdüğü bu dönemde, “sol duyulu” bir tutum takındı. Ergenekon sürecinde akılcı bir politikayla liberallere ve AKP’ye destek vermeyen bir çizgi izledi. Kabul etmek gerekir ki, Kürt hareketinin bu süreçte maniple edilemeyen sol duyulu tavrı, liberallerin altınının boşalmasına neden olan başlıca unsurlardan biri oldu. Bu tablo Kürt hareketinin toplumsal muhalefette düzgün bir sol tutumla yer aldığında ne denli anlamlı katkılar yaptığının somut bir kanıtıdır.
Kısa bir süre sonra AKP davasının sonuçlanmasıyla birlikte seçim tarihi netleşecek. Böylelikle toplumsal muhalefetin görev ve sorumlulukları daha somut biçimler alacak. Hareketli bir sonbahara doğru yol alırken, hareketli bir yaz geçiyor. Sürecin gidişatında yukardan siyasetin tüm unsurları sergilenmekle birlikte, halkın davasının hak mücadeleleri üzerinden sürdüğü daha çıplak olarak ortaya çıkıyor. Elbette hak mücadelelerinin kapsamını ve programını öncelikle neoliberal politikalar çerçevesinde geliştirmek devrimcilerin görevidir. Ama hak mücadelelerinin giderek programatik olarak bağımsızlık, gericilik karşıtlığı ve Kürt sorunu gibi alanları da kapsayacak bir şekilde genişletilerek ele alınması zorunluluğu kendisini dayatıyor. Devrimciler mücadeleleri içinde bu alanlardaki boşlukları gidermenin üstesinden gelmelidir.
Hak mücadeleleri ise giderek daha yakıcı içerikler kazanmaya başladı. Egemenlerin son süreçte enerji alanını spekülasyon kaynağı haline getirmeleri halka sadece enerjinin özelleştirilmesi, güvencesizlik ve zam olarak yansımayacak. İnsanların yaşamlarıyla oynayan sonuçlara yol açacak. Bunun en çıplak görüneceği yerlerin başında bölgeye 500 yeni hidroelektrik santralının yapılması planlanan Karadeniz geliyor. Bunun anlamı Karadeniz’de tüm doğal yapının, coğrafi ve iklimsel koşulların, nüfus yapısının ve tüm yaşam alışkanlıklarının değişmesidir. Su sorunları da yaz günlerinde birçok ilde gündemin ön sıralarında yerini alacak.
Bu gelişmeleri karşılayacak bir toplumsal muhalefet çizgisinin diğer programatik öğelerle birlikte geliştirilmesi devrimcilere düşmektedir.