Bir Türkiye Başbakanı -Yıldırım Akbulut- Bağdat’a son kez 1990’da ayak basmış ve Saddam Hüseyin’in Türkiye’yi aşağılamasına ve tehditkar sözlerine muhatap olmuştu. 18 yıllık bir aradan sonra bir Türkiye Başbakanı, Tayyip Erdoğan, ilk kez Bağdat’a ayak bastı. Ve, bir Iraklı yetkilinin açıkladığına göre, Bağdat Uluslararası Havaalanı’nda ilk kez bir konuğa, kırmızı halılı, şeref kıt’alı bir karşılama […]
Bir Türkiye Başbakanı -Yıldırım Akbulut- Bağdat’a son kez 1990’da ayak basmış ve Saddam Hüseyin’in Türkiye’yi aşağılamasına ve tehditkar sözlerine muhatap olmuştu. 18 yıllık bir aradan sonra bir Türkiye Başbakanı, Tayyip Erdoğan, ilk kez Bağdat’a ayak bastı.
Ve, bir Iraklı yetkilinin açıkladığına göre, Bağdat Uluslararası Havaalanı’nda ilk kez bir konuğa, kırmızı halılı, şeref kıt’alı bir karşılama töreni hazırlandı. Türkiye’nin Başbakanı’na, Tayyip Erdoğan’a.
Bağdat’ın bir dönemler Saddam Hüseyin’in “yasak şehri” olan, bugün de “Yeşil Bölge” adıyla anılan merkezinde Başbakanlık binasında Başbakan Tayyip Erdoğan ile Irak Başbakanı Nuri el-Maliki başbaşa görüşüyorlar. Irak Başbakan Yardımcısı Barham Salih, Türkiye Başbakanı’nın bu Bağdat ziyaretinin önemini, “Stratejik ve Ekonomik İşbirliği ve Bütünleşme Belgesi”nin imzalanmasına gönderme yaparak bize heyecanla anlatıyor. İmzalanan belgenin resmi adı, “Yüksek Düzeyli Türkiye-Irak Stratejik
İşbirliği Konseyi” belgesi.
Barham Salih’e göre, Türkiye-Irak arasında erişilen yakınlaşma, “tüm Ortadoğu’nun çehresini değiştirecek nitelikte” ve Ortadoğu’da bir “Türkiye-Irak ekseni” oluşmasını sağlayacak önemde.
Türkiye-Irak stratejik beraberliği, Barham Salih’e göre, “Körfez-Avrupa bağlantısının kurulması demek” ve bölgedeki böylesine bir eksenin ortasında ise “her iki ülkede yaşayan Kürtler” yer alıyor. Coğrafya ve jeopolitik, Türkiye-Irak beraberliğine özel bir anlam katıyor.
Yaklaşık 20 yıllık dostuma, “Bu gelişme, bir Ortadoğu Ortak Pazarı’nın başlangıç noktası olacak” demesi üzerine, “Bunu, 1950’lerdeki Almanya-Fransa beraberliğine benzetebilir miyiz” sorusunu yönelttiğimde, “Tam anlamıyla öyle” karşılığını veriyor.
*** *** ***
Bağdat’ta Tayyip Erdoğan’ın ziyaretiyle “Türkiye-Irak Stratejik İşbirliği Konseyi” kuruldu. Bu konseyin başında iki başbakan yer alacak ve yılda en az bir kez toplanacaklar. İki başbakanın altında ise bakanlar düzeyinde diplomasi, güvenlik, enerji ve ekonomi konularında iki ülkenin işbirliği ve bütünleşmesi amacıyla yılda en az üç kez toplanma ilkesiyle bir mekanizma oluşacak. Üzerinde kararlaştırılacak hususlar, bir “eylem planı”yla hayata geçirilecek.
Irak, dünyanın Suudi Arabistan kadar petrol rezervi zengini bir ülkesi. Bir petrol-doğal gaz denizinin üzerinde yüzen bir kara parçası gibi. 50 trilyon dolar değerinde bir petrol rezervinin üzerinde oturuyor Irak. Şu anda petrol üretimi, savaş öncesi dönemindeki düzeyine, günde 2,5 milyon varile vardı. Kerkük-Yumurtalık boru hattı daş yüzde 40 kapasiteyle günde 500 bin varil petrol akıtılması düzeyinde çalışıyor.
Bunun arttırılması, boru hattının yenilenmesi, Irak’ın güneyinde petrol sahalarına Türkiye’nin de dahil olması, ülkenin her köşesindeki petrol arama, çıkartma ve pazarlama alanlarında Türkiye’nin rol yüklenmesi söz konusu.
Henüz işletilmeyen doğal gaz alanları da cabası.
Enerji ve bunun ayrılmaz bir parçası haline gelen güvenlik, Türkiye ile Irak arasındaki “stratejik birlik”in temel sütunlarını oluşturuyor.
Bu yakınlaşma, Amerika ve Avrupa Birliği’nin de özel ilgi alanında. Avrupa Birliği, enerji nakil yollarının Rusya tekelinden çıkması ve çeşitlenmesi bakımından, Nabucco’ya bağlanabilecek Türkiye-Irak enerji işbirliğine dikkat ediyor ve önem veriyor. Amerika ise, Körfez’de her vakit bir “İran boyutu” ve dolayısıyla “potansiyel tehdidi”nden ötürü, Irak petrol ve doğal gazının Körfez ekseninin dışında bir yolla, Türkiye üzerinden Akdeniz ve Avrupa’ya uzanmasına olumlu bakıyor.
Yani, Türkiye-Irak “stratejik yakınlaşması”, bütün bu nedenlerden kaynaklanan gerekçelerle “uluslararası camia”nın işine geliyor, hoşuna gidiyor.
*** *** ***
Stratejik hedefler bu ölçülerde “ihtiraslı” olduğu oranda, Türkiye’nin iç politika gelişmeleri, Bağdat’ta dikkatle ve aynı şekilde “kaygı” ile izleniyor. Türkiye’nin istikrarsızlaşması, laiklik-din gerilimini çözememesi ve bu bağlamda parti kapatma davasının muhtemel sonuçları, Bağdat’ta ciddi bir “kaygı” konusu.
Barham Salih, İçişleri Bakanı Cevad Bulani ve Başbakan Sözcüsü Ali Dabbagh ile ayakta sohbet ediyoruz. “Türkiye’deki gelişmeler sizi kaygılandırıyor mu” sorusuna kategorik bir “Elbette” cevabı geliyor. Arkasından da gerekçesi; “Bu ülkede, Irak’ta bir dizi köktendinci grup var. Biz Türkiye’deki örneğe dikkat çekerek, İslam ve demokrasinin bir arada işleyebileceğini söylüyoruz. Türkiye’de bu yol tıkanırsa, bizde ve tüm Ortadoğu’daki köktendincilere terörizmden başka yol kalmadığı kanıtlanmış olacak.”
Bu kanaat ifadesinden sonra, Barham Salih, “Her şeye rağmen” diye ekliyor, “Türkiye’de demokrasinin kazanacağından, Türkiye’nin demokratik yolda ilerleyeceğine güveniyoruz.”
Kısa günde çok iş, böyle bir Bağdat seferi için geçerli olmalı. Kanuni Sultan Süleyman olsun, IV.Murat olsun, “Bağdat seferi”ne tüm devlet ve orduyla birlikte aylar süren bir zaman dilimi içinde çıkarlardı. 21.Yüzyıl’da Tayyip Erdoğan, özel uçağına aldığı 4 bakan, 14 bürokrat, 12 koruma görevlisi, 1 doktor ile fotoğrafçı ve 7 gazeteciyle bir günlüğüne çıkıp, Bağdat’ta görülebilecek herkesi görebildi.
Nuri el-Maliki’yi, Meclis Başkanı Muhammed el-Meşhadani, Şii ve Sünni Cumhurbaşkan Yardımcıları Adil Abdülmehdi ile Tarık el-Haşimi ziyaretleri izledi.
Bu ziyaretin her aşamasında parmak izleri ve “strateji vizyonu” bulunan ve “ziyafet ev sahipliği” adeta “olmazsa olmaz” olan Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin ikametgahında akşam yemeği yemeden Bağdat’tan ayrılmak olmazdı.
Bağdat akşamında Celal Talabani’yle birlikteydik.
“1001 Gece Masalları”nın şehri bir yazıyla noktalanmaz. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Bağdat Seferi”nin Celal Talabani faslı, yarına…
Referans