Türkiye tarihinin devrimci birikimi, bugün liberal, sol liberal ya da AB’ci projelerin önünü tıkamaktadır. Bu projelerin önünün açılması devrimci birikimin yok sayılması ile mümkündür. Emekçilerin, demokrasi yanlılarının özlemi olan gerçek bir toplumsal değişme ise ancak bu birikimin üzerinden yükselip gelişebilir. Taraf Gazetesi sütunlarında, “kışkırtıcı” bir tartışma olarak sunulan Denizler ve 68 tartışması, “kışkırtıcı” yazının düzeyi […]
Türkiye tarihinin devrimci birikimi, bugün liberal, sol liberal ya da AB’ci projelerin önünü tıkamaktadır. Bu projelerin önünün açılması devrimci birikimin yok sayılması ile mümkündür. Emekçilerin, demokrasi yanlılarının özlemi olan gerçek bir toplumsal değişme ise ancak bu birikimin üzerinden yükselip gelişebilir.
Taraf Gazetesi sütunlarında, “kışkırtıcı” bir tartışma olarak sunulan Denizler ve 68 tartışması, “kışkırtıcı” yazının düzeyi göze alınarak düşünüldüğünde önemsiz bir polemik olarak görülebilirdi. Ancak yazıdan sonra yapılan tartışmalar, sol içerisinde Kemalizmle, ulusalcılıkla hesaplaşmak adına geçmiş birikimi bir kalemde çizme, hatta kusma eğiliminin ne kadar güçlendiğini gösterdi. Ardından başlayan darbeye karşı ses verme ya da vermeme tartışmaları yine aynı tartışmanın da keseni olan benzer bir kafa karışıklığını gözler önüne serdi. Türkiye siyasetinin son 20 yılına damgasına vuran siyasal İslam – ordu/bürokrasi çatışması, siyasal tartışma alanını da dizayn etmiş gözüküyor. Burada güçlü bir seçenek olmaktan uzak olan solun iki güç arasında ezilmesi ve savrulması kaçınılmaz oluyor. Son yıllarda solun dışından da özellikle 2. Cumhuriyetçi çevrelerden sol içerisine bir baskılanma olduğu gözleniyor. Bu baskılanmanın son perdesini solun anti-emperyalist ve devrimci ruhunun yok edilmesi oluşturuyor.
Malum yazının Taraf Gazetesi’nce baş sayfadan büyük bir heyecanla duyurulması, gazetenin yayın çizgisi ile bire bir alakalıdır. Ana sorunsalı orduya ve statükoya karşı çıkmak olarak koyan Taraf Gazetesi, bu cepheyi yıprattığını düşündüğü her türlü basıncı gazetesinin saylarına taşıyor. Demokrasiyi turnusol kağıdı olarak kullandığını düşünen gazete, AKP’ye karşı eleştirilerin tümünü anti demokratik cephenin ekmeğine yağ sürdüğü gerekçesiyle düşman ilan edebiliyor. 68 kuşağının devrimci önderleri de bu düşmanlıktan nasibini almış gözüküyor. 68 önderlerini Ogün Samastların ideolojik önderi gibi gösteren safsatanın Taraf Gazetesi tarafından allanıp pullanması, Türkiye siyasetini belirleyen iki şer cephesinden birinin “taraf”ını tutmanın nasıl bir savrulmaya yol açtığı açısından öğreticidir.
68’İN CUNTACILIKTAN KOPUŞU
Deniz Gezmiş ve arkadaşları üzerinden başlatılan tartışmanın temel konusu antiemperyalizmdir. 68 hareketi içerisindeki antiemperyalist vurgunun Kemalist, cuntacı, hatta ırkçı/faşist öğeler taşıdığı söyleniyor. Bu gerçekten böyle midir? Bir siyasi hareketi analiz etmek için onun içinden çıktığı koşulları, geçirdiği evrimleri ve vardığı noktaları iyi anlamak gerekir. Türkiye’de FKF-Dev Genç hareketinin solda bağımsızlık ve demokrasi eksenli kopuşu içerisinde kimi cuntacı, Kemalist eğilimlerin olduğu söylenebilir. Türkiye’deki ilerici yurtsever güçlerin, yarı feodal, yarı sömürge bir ülkede demokratik devrim için ittifak unsuru olarak görüldüğü biliniyor. Bu analiz doğru olmakla birlikte ittifakın nerelere dayanacağı konusunda zaman içerisinde başlayan tartışmalar, 12 Mart muhtırası ile keskinleşmiş ve Türkiye devrimci hareketi o dönemde demokratik devrim mücadelesinde kurduğu ittifaklarını gözden geçirirken, cuntacı, devletle bağlantılı safralarından da kurtulma yoluna girmiştir. Denizlerin 71 kopuşu olarak nitelendirilen eylemlikleri, Mahir Çayan’ın Aydınlık Dergisi ile polemikleri ve THKP-C hareketinin ana yönelimi Türkiye solunun darbeci, sosyal söven eğilimlerden sıyrılışını sembolize eder.
Tüm bunlar yaşanmamış gibi tarihsel gelişimi birkaç örnek olay üzerinden anlama işgüzarlığı niyetten bağımsız olarak bir siyasi amaca hizmet etmektedir. Malum makalenin yazarının bu tarihsel gerçekleri yeterince bilmediği yazının genelindeki düzeyden çıkarılabilir. Ancak Taraf Gazetesi’nin Türkiye’nin yakın tarihinden bu kadar bihaber olmadığı kesindir. Burada yapılan, ne için ve kime taraf olunduğunun bir turnusoludur sadece…
ANTİ-EMPERYALİZM MİLLİYETÇİLİK MİDİR?
Türkiye’de antiemperyalizm, anti-Amerikancılık, milliyetçilik, yurtseverlik gibi kavramlar kimi zaman bilinçli kimi zaman bilinçsizce iç içe geçirilir, karıştırılır. Son yıllarda solun antiemperyalist damarı milliyetçilik karşıtlığı adına kesilmeye çalışılmaktadır. Bu çabayı yürütenlerin sunduğu argümanlar içerisinde haklı noktalar yok değil. Türkiye’de antiemperyalist olduğunu iddia eden, yurtsever olduğunu söyleyen darbe yanlısı, azınlık düşmanı, sosyal şoven irili ufaklı yapılar mevcuttur. Bunlar derin devlet ve orduyla ilişkili yürüttükleri faaliyetlerle pek çok kirli ilişkinin temsilcileri durumuna gelmişlerdir. Ancak gerçek yurtseverlik ve antiemperyalizm bu neo-faşist, derin devlet yanlısı ya da sosyal soven grupların yaptıklarıyla açıklanamaz. Büyük güçlerin savaşımında her daim bu güçlerden birinin yedeğinde gelişen/geliştirilen yapılar vardır. Bu yapılar tarihte de vardı bundan sonra da var olacaktır. Öte yandan bu güç savaşımında pragmatistçe, 180 derecelik dönüşlerle, kimi boşluklara oynamaya çalışan, milliyetçi tepkileri yanına çekmek adına yurtseverlik kavramının içini boşaltan gruplar da vardır. Burada gerçek antiemperyalizm ve yurtseverlik ise solun tarihsel damarlarında mevcuttur.
Mahir Çayan ve arkadaşları antiemperyalizm kavramını irdelerken “emperyalizm Türkiye’de içsel bir olgudur” tespitini yapmıştır. Yani yerli burjuvazi ile iç içe geçmiş, oligarşik güçlerle el ele giden bir emperyalizm. Bu tartışmanın sonucu şudur: “Vatan savunması” gibi kavramlarla sanki dışarıda bir emperyalizm tehdidi varmış da şu an öyle bir şey yokmuş gibi tavırlar alınarak, Türkiye’de anti emperyalizm mücadelesi verilemez. Bu içsellik kavramı yok sayıldığında devleti koruma gibi yollara başvurularak devlet yedeği bir solun ortaya çıkacağı açıktır. 68 kuşağının önderleri iddia edildiği gibi milliyetçi değil anti emperyalisttir. İçsel bir olgu olan emperyalizme karşı savaşımda oligarşi diye nitelendirilen güçlerle tüm Türkiye halklarının ortak mücadelesini savunmuşlardır. Nitekim son nefeslerinde “kahrolsun emperyalizm” sözünün ardından “Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği” sözünü söylemişlerdir. Şimdilerde bu kardeşlik çağrısından bile ürken ve sansür mekanizmalarını çalıştıran güçler de vardır ama konumuz onlar değildir.
HALA EMPERYALİZM VAR MI?
Bugüne gelindiğinde ise küresel kapitalizmle birlikte emperyalizm kavramının geçerliliği hakkında pek çok tartışma yürütülmektedir. Elbette ki değişen koşullarla birlikte emperyalizm kavramında da belli değişiklikler olmuştur. Bugün küresel kapitalizmden bağımsız bir emperyal güçten söz edilemez. Ancak kapitalist küreselleşme işleyiş kuralları dünya coğrafyasına yayılsa da ulus devlet merkezli stratejilerin, devletlerarası jeopolitik çatışmaların önemi de yadsınamaz. Bugün emperyalist devletlerin kendi sermayesinin çıkarı uğruna yaptığı müdahalelere gözlerini kapatanlar, ABD’nin Bağdat’taki, Kabil’deki varlığı hakkında ne diyecekler acaba?
DEMOKRASİ MÜCADELESİ VE BAĞIMSIZLIK
Demokrasiyi ana eksen kabul ettiklerini söyleyen, “ben demokratım ülkede kim demokratsa ondan yanayım” gibi muğlak edebi cümlelerle böbürlenen ikinci cumhuriyetçi çevreler “bağımsızlık” kavramını da faşizan buluyor. Ne gariptir ki bir dönem sol içerisinde demokratik devrimden yana olanlar, şu an eleştirdikleri anti-emperyalizm/bağımsızlık mücadelesi vermekten yana olanlardı. Şimdilerde ise demokrasi mücadelesi kavramı kimi sol liberal çevrelerin etkisiyle ken
di dışındaki emperyal güçlere bel bağlayan kimlik siyasetine indirgenmiş bir görünüm sergiliyor. Pek tabii ki her türlü etnik, cinsel, kültürel kimlik talebi sol tarafından savunulmalıdır ve bu alandaki mağdurlarla buluşulmalıdır. Ancak demokrasi için bu yeterli midir? Türkiye’de demokrasi mücadelesinin liberalizmin güdümünden kurtulabilmesi için anti kapitalist, anti emperyalist, emek yanlısı perspektifini kaybetmemesi gerekir. Üstelik emperyalizme göbekten bağlı bir ülkede hiçbir zaman tam bir demokrasiden söz edilemez. Halkın kendi kaderini tayin edemediği, ülke yönetiminde hiçbir şekilde söz sahibi olamadığı, siyasetin emperyalist sistem içerisinde dizayn edildiği bir ortamda hangi demokrasiden söz edilebilir ki? Öyleyse bugün demokrat olmanın koşullarından birisi de bağımsızlıkçı antiemperyalist bir perspektife sahip olmaktır.
“SİVİLLEŞELİM GÜZELLEŞELİM”
1990’lardan sonra sıkça tartışılan hatta entelektüel çevrelerin baş tartışma konusu olmuş “sivil toplum” kavramı, son yıllarda demokrasi ile özdeş tutulmaya başlandı. Burada sivilleşmeden neyin anlaşıldığı muğlaktır. Elbette ki demokrat olmanın önkoşullarından birisi de askeri vesayet rejimlerine, darbeci güçlere, derin devlet çetelerine karşı olmaktır. Ancak iktidarı paylaşım savaşımında kullanılan bu yöntemlere karşı çıkarken öte yandaki gericileşme, cemaat-tarikat düzeni fenomenine karşı çıkmamak, iki taraftan birisine güç kazandırmaktan öteye geçemiyor. Öte yandan emperyalist sistem içerisinde bulunan bir ülkede, bu sistemin tercihlerinden bağımsız bir darbe tehlikesi, ordunun emperyal güçlerden tamamen özerk bağımsız bir kurum olduğu varsayımına tekabül eder ki bu da oldukça yanlış bir analizdir. Küresel kapitalist sistem içerisindeki Türkiye’de ordunun sınıfsal pozisyonu da bu sistemin tam göbeğindedir. Aslında verilen kavga bu sistemi kimin daha iyi uygulayacağı kavgasıdır ki sol bu kavganın bir tarafı değildir.
Sivilleşme adına “millet iradesi” gibi abuk sabuk, merkez sağ kavramları sol literatüre sokmaya çalışmak sol birikime açık bir saldırıdır. Millet iradesi denen kavram çoğunluğun azınlık üzerindeki tahakkümünü sağlamlaştırmak üzere kullanılır ki bu çoğulcu bir demokrasi anlayışıyla da bağdaşmaz. Fevkalade “demokrat”, “sivilleşme yanlısı” kesimlerin bu çoğunlukçu kavramı cansiperane savunması da anlaşılır değildir.
AKP’YE VE HEMPALARINA DUR DE
Geçtiğimiz günlerde Nazlı Ilıcak’ın da katıldığı darbe karşıtı bir etkinlik düzenlendi. Daha önce belirtildiği gibi Türkiye’de darbeci güçler emperyalist sistemin içindedir ve sermaye sınıfından kopuk değildir. Bugün büyük bir darbe tehlikesi geliyormuş gibi, onu durdurmak için AKP yanlısı yazarlarla kol kola girmek, toplumdaki başat dönüşüm olan neoliberalizmin güdümündeki gericiliğe dokunmamak, sol adına önemli bir açmazdır. Öte yandan gericiliğe karşı çıkacağım diye ellerini açıp Yargıtay parti kapatsın diye dua eden kesimlerin durumu, tartışmaya bile değer değildir. Ancak AKP’nin sanal mağduriyeti üzerinden, ülkenin yabancı sermayeye pazarlanması, tüm sosyal hakların yok edilmesi, sosyal devletin cemaat ağlarına bırakılması gibi gerçekliklere ses çıkarmamak muhalefet yapma şansını da ortadan kaldırır. Sözde sivil kalemlerin ülkedeki cemaatleşme gerçekliğini, tarikat ilişkilerini sivil toplumun gelişimi gibi algılamasına da ancak pes denilebilir.
DEVRİMCİ DEĞERLERE SAHİP ÇIKACAĞIZ
Küreselleşme çağında solu gerçekten büyütebilmenin, devrimci bir dönüşümü gerçekleştirebilmenin yolu, hem otoriter baskıcı rejimlere hem de neoliberal, küreselleşmeci, ılımlı İslamcı akımlara karşı eşitlikçi ve özgürlükçü bir düzeni savunmaktan geçer. Özgürlükçülük darbeci akımların, eşitlikçilik de neoliberal saldırının panzehiridir. Bu iki direnç noktasından birini kaybettiğinizde dalgaların sizi nereye götüreceğini bilemezsiniz. İşte bugünlerde sol adına kökten bir dönüşüm (devrim) perspektifini kaybetmiş, emperyalist projelerin güdümünde, sadece demokrasi eksenli bir soldan bahsediliyor. Ama bir taraftan da geçmiş peşlerini bırakmıyor. Denizlerin, Mahirlerin gölgesi sürekli üzerlerinde dolaşıyor. Gencecik çocukların ellerinde Mahir posterleri beliriyor yine. Bu da kimilerine “projelerim elimden gidiyor mu” diye azap veriyor.
Gerçekten de Türkiye tarihinin devrimci birikimi, bugün liberal, sol liberal ya da AB’ci projelerin önünü tıkamaktadır. Bu projelerin önünün açılması ancak devrimci birikimin yok sayılması ile mümkündür. Denizler üzerinden yapılan saldırı aslında tam da bu dirence yapılan saldırıdır. Halbuki bugün emekçilerin, demokrasi yanlıların özlemi olan gerçek bir toplumsal değişme ancak bu birikimin üzerinden yükselip gelişebilir.
Evet, düşünmek taraf olmaktır. İnsan olmak da… Biz de tarafız ama sizin tarafınızda değil. Gericiliğe karşı duranların, 1 Mayıs’ta sokakları kuşatanların, Kızıltepe’de kurşunlananların, Kızıldere’de tarih yazanların tarafındayız biz. Şimdi solun tarihini savundukları için cezaevinde olan gencecik üyelerimizin tarafında… Onların para ile pul ile kirlenmemiş ellerinde yükselen bu tarihe, bu değerlere sahip çıkmaya devam edeceğiz.
* Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) Genel Başkan Yardımcısı