8 Haziran Pazar günü haftalık televizyon programı “Merhaba Başkan”da konuşan Venezüella devlet başkanı Hugo Chavez, şaşırtıcı biçimde Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri’ne (FARC) elindeki rehineleri bırakması ve savaşa son vermesi çağrısında bulundu. Chavez, garip bir biçimde “FARC’ın Kolombiya’nın demokratik yoldan seçilmiş hükümetine dönük devrime çabalarının imparatorluğun eline koz verdiğini” öne sürerken, bunun ABD’nin bölgeye müdahalesi için […]
8 Haziran Pazar günü haftalık televizyon programı “Merhaba Başkan”da konuşan Venezüella devlet başkanı Hugo Chavez, şaşırtıcı biçimde Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri’ne (FARC) elindeki rehineleri bırakması ve savaşa son vermesi çağrısında bulundu. Chavez, garip bir biçimde “FARC’ın Kolombiya’nın demokratik yoldan seçilmiş hükümetine dönük devrime çabalarının imparatorluğun eline koz verdiğini” öne sürerken, bunun ABD’nin bölgeye müdahalesi için fırsat yarattığını iddia etti.
Chavez bununla yetinmeyerek “Latin Amerika’da gerilla mücadelesinin tarih olduğunu ve içinde bulunulan zaman itibariyle bölgede silahlı bir gerilla hareketine yer olmadığını” savunurken FARC’ın yeni lideri Alfonso Cano’ya seslenerek, “bana göre elinizde bulunan bütün rehineleri serbest bırakma zamanınız geldi ve bunu karşılığında hiçbir şey almadan yapın. Bu muazzam ve insani bir jest olacaktır. Barışın geldiği bir Kolombiya’da imparatorluğun hiçbir bahanesi kalmayacaktır” sözlerini sarf etti [1].
Kilit ülke Kolombiya
Bugün Kolombiya başkanı olan Alvaro Uribe, 2002 yılında ortaya başkan adayı olmak üzere çıktığında, ülkedeki muhalifleri her gün katleden, uyuşturucu ticaretinin bekçiliğini yapan ve milyonlarca köylüyü sürerek topraklarına el koyan kontrgerillalar kırsal bölgelerde ev ev dolaşarak Uribe’nin “kendi adayları” olduğunu ve ona oy vermedikleri takdirde bölgede kitlesel bir katliam yapacakları tehditlerini savuruyorlardı. Kontrgerilla timleri bununla kalmayarak etkili oldukları bölgelerde herhangi bir muhalif unsurun seçim çalışma yapmasını da imkânsız hale getiriyorlar, muhalif bir aday adına çalışma yapan kişileri kaçırarak işkenceyle katlediyorlardı.
Alvaro Uribe’nin 2002’de kazandığı seçim zaferi, bir diğer yandan da 11 Eylül 2001 saldırıları sonrasında terörle mücadele adına hassas açılımlar başlatan Bush hükümetinin maddi ve manevi yardımları üzerine oturuyordu. Topraklarının geniş bir kısmı komünist gerillaların denetiminde olan bu “saldırı altındaki demokrasi”nin yardım çığlıklarına ABD hükümeti, ülkeye “Plan Kolombiya” kapsamında 2000 yılından bu yana toplam 5.5 milyar dolar tutarında askeri ve nakdi yardım yaparak cevap verdi.
Plan Kolombiya adıyla anılan kapsamlı strateji, Kolombiya’nın içindeki muhalif unsurların ordu ya da kontrgerilla tarafından şiddet kullanılarak tasfiye edilmesinin yanı sıra, bölgede ortaya çıkan ve ABD’nin Latin Amerika stratejisini ciddi zararlara uğratan sol iktidarlara karşı da gerektiğinde topyekun savaşmaya hazır bir silahlı kuvvet yaratmayı hedefliyordu. Plan Kolombiya aynı zamanda iki ülkenin ortak askeri eğitimler yapmasını ve her türlü istihbaratı paylaşmasını ve de gerektiğinde beraber askeri operasyonlar gerçekleştirmesini de öngörüyordu.
ABD hükümetleri son 7 yıl içinde Kolombiya’ya, 1500 askeri danışman ve özel kuvvetleri, düzinelerce İsrailli komando ve “eğitimciyi”, 2 bin paralı askeri ve 200 bin kişilik güçlü Kolombiya ordusuyla yakın ilişki içinde çalışan 10 binden fazla paramiliter gücü de içeren 6 milyon dolarlık askeri yardımda bulundular. Bu plan dâhilinde yeniden yapılandırılan militarist Kolombiya rejimi hâlâ Washington’un Latin Amerika’daki ileri askeri kalkanı, özellikle de, anti-emperyalist Chavez hükümetini istikrarsızlaştırmak ve devirmek için en önemli siyasi-askeri araç olmayı sürdürüyor.
Kolombiya-Venezüella ilişkilerinin gerilmesinin nedenlerini daha da iyi anlamak için son birkaç ayda yaşanan siyasi gelişmelere kısaca göz atmak da gerekiyor. Venezüella devlet başkanı Hugo Chavez’in de defalarca açıkladığı üzere, Kolombiya’daki kontrgerilla örgütlenmeleri ve ordunun faaliyetleri, uyuşturucu ticaretiyle de içli dışlı olmaları nedeniyle öyle Kolombiya’yla sınırlı değil. Ayrıca burada bu örgütleri finanse eden ve karşılığında hizmet alan, yine yasadışı yollarla oldukça zenginleşen oligarşik bir kast mevcut ve bu Kolombiyalı oligarşik kastın, kıta genelinde ve hatta okyanus ötesinde çok ciddi bağlantıları da var. İşte bu kutsal ittifakın, sınır komşuları olan Ekvador, Peru ve Venezüella içinde de “iş yaptığı” çeşitli kesimler mevcut [2].
Dönüm noktası: Santo Domingo toplantısı
Aslında Venezüella ve Kolombiya-ABD arasında yaşanan ve Venezüella hükümetinin FARC-EP ile ELN’yi terörist örgüt yerine resmen “savaşçı örgüt” olarak tanımasıyla tırmanan uzun süreli gerginlik, son birkaç ay içinde yepyeni bir döneme girmiş durumdaydı. Hatırlanacağı üzere mart ayının başında Kolombiya ordusunun Ekvador sınırını ihlal ederek bir FARC kampını bombalaması sonrasında, içinde FARC ikinci kumandanı ve insani takas müzakerelerindeki FARC temsilcisi Raul Reyes ile birlikte 17 gerilla ve 4 sivil katledilmiş, saldırı sonrasında Venezüella, Ekvador ve Kolombiya savaşın eşiğine gelmişti.
Bunu izleyen günlerde, 8-9 Mart’a denk gelen hafta sonu boyunca süren Dominik Cumhuriyeti’ndeki zirve, Kolombiya’nın Ekvador toprak bağımsızlığını ihlalini mahkûm eden bir karara önayak oldu ancak saldırıdan sorumlu olan Uribe hükümeti ne gerçek anlamda söz konusu edildi ne de resmi yaptırıma uğradı. Üstüne üstlük, hayatını insani takas ararken haince suikasta uğrayarak kaybeden lider Raul Reyes’in (saygı gösterilmesini bir yana bırakın) adı bile anılmadı.
James Petras’a göre “toplantının kendisi bir trajedi karşısında umut kırıcı bir yanıtsa, sonucu da bir maskaralıktı: Nikaragua devlet başkanı Ortega, Kolombiya’nın eli kanlı başkanını bağrına basarken, gülümseyen Uribe toplantı salonunu bir baştan ötekine yürüyerek Correa ve Chavez’e el sıkışmayı ve baştan savma bir özür dilemeyi teklif etti. Toplantı-sonrası ‘uzlaşma’, [Correa ve Chavez’in] sınır ötesi saldırıya ve Reyes’in soğukkanlı biçimde katledilmesine muhalefetinin sadece bir tiyatro olduğu izlenimini yarattı”.
Santa Domingo toplantısının en “garip” sonuçlarından biri ise Venezüella devlet başkanı Hugo Chavez ile Kolombiya devlet başkanı Alvaro Uribe’nin “kökenleri ne olursa olsun şiddet gruplarına” karşı işbirliğine yönelik eski bir askeri antlaşmayı yenilemesiydi. Bu antlaşmaya göre, iki ülke hükümeti de silahlı grupların (Kolombiyalı kontrgerillaların Venezüella’ya ve FARC’ın da Venezüella üzerinden Kolombiya’nın bazı bölgelerine) sızmalarına karşı ortak hareket etme ve sınırı kontrol altına alma sözü veriyorlardı.
“FARC silah bıraksın!” Yine mi?
Venezüella devlet başkanı Hugo Chavez’in Kolombiya’da yaşanan 40 yıllık iç savaşın çözüme kavuşması konusundaki duyarlılığı konusunda samimi olduğuna şüphe yok. Kaldı ki, hemen sınırında yaşanan bu ağır ve kural tanımaz savaşın Venezüella’nın istikrarını ve bölge barışını da tehdit ettiği de bir gerçek. Ancak hükümet muhaliflerini, barış yanlılarını, insan hakları savunucularını ve sendika aktivistlerini her gün katleden, yerinden yurdundan kovan ve işkence tezgâhlarından geçiren, ordusunu ve istihbaratını ABD gözetiminde yapılandırmış faşist bir rejime karşı savaşan komünist bir örgütün karşılığında hiçbir şey yapılmadan silahlarını bırakması ve düzene eklemlenmesini talep etmek sağlıklı bir yaklaşımı yansıtmıyor.
Öte yandan daha on beş yıl önce Venezüella halkına kan kusturan 4. Cumhuriyet rejimini devirebilmek için silahlı bir ayaklanma örgütleyen ve Bolivarcı devrim olarak kodladığı ilerici rejimin her gün ABD tarafından istikrarsızlaştırılmaya çalışıldığından hareketle “gerekirse sokak sokak savaşmaya hazır olmalıyız” sözl
erini sarf eden Hugo Chavez’in “Latin Amerika’da gerilla mücadelesi tarih olduğuna ve içinde bulunulan zaman itibariyle bölgede silahlı bir gerilla hareketine yer olmadığına” ilişkin açıklamasının ciddiye alınabilecek bir yanı da bulunmuyor.
Kaldı ki Hugo Chavez’in, FARC-EP’in daha önce de (1984-1990, 1999-2001 ve 2007-2008’de) barış girişimlerinde bulunduğunu ve her seferinde Kolombiya rejiminin bu girişimlere karşılık FARC’ın yüzlerce üyesini, aktivistini ve sempatizanını katlederek ve uzlaşma havasından kaynaklanan boşluğu FARC’ı yok etmeye çalışmakla değerlendirerek cevap verdiğini bilmemesi mümkün görünmüyor. Hele bunların 2007-2008 insani takas müzakerelerini içeren sonuncusuna kendisi de bizzat şahit olmuşken, Chavez’in FARC-EP’e yaptığı çağrının pratikte bir karşılığı olmadığını da bildiğini düşünebiliriz.
FARC-EP’in barış girişimlerini James Petras kısaca anlatıyor: “1980’lerin ortasında FARC’ın çok sayıda lideri seçim sürecine katılarak, bir siyasi parti (Yurtsever Birlik) kurdular. Başarılı bir biçimde seçilen çok sayıda yerel ve ulusal yönetici ve liderleri, kongre üyeleri ve üç başkan adayları da dahil 5000 üyeleri katledildi. FARC kırsala ve gerilla mücadelesine geri döndü. On yıl sonra FARC zamanın başkanı Pastrana ile askerden arındırılmış bir bölgede müzakere etmekte uzlaştı. FARC açık forumlar topladı, devleti demokratikleştirecek toplumsal ve siyasi reformlar için politika alternatiflerini ele aldı ve özel mülkiyete karşı stratejik ekonomik sektörlerin “sivil toplum”daki muhtelif sektörlerle birlikte kamusal mülkiyete alınmasını tartıştı. Başkan Pastrana, ABD Başkanı Clinton ve daha sonra Bush’ın baskısı altında, aniden müzakereleri sona erdirdi ve silahlı kuvvetleri FARC’ın üst düzey müzakere takımını ele geçirmeleri için yolladı.
ABD tarafından fonlanan ve akıl verilen Kolombiya ordusu FARC liderlerini ele geçirmeyi başaramadı ancak paramiliter Başkan Uribe tarafından izlenen “kavruk toprak” (yani: isyancılarla çatışmada, bulundukları bölge ve çevresindeki tüm yaşam ve geçim araçlarını yok etmeye yönelik kirli savaş politikası, balığı yakalamak için denizi kurutma) politikalarını sahneye koydu. FARC 2007-2008’de siyasi mahkûmların Kolombiya’da askerden arındırılmış bir bölgede karşılıklı serbest bırakılmasını görüşmeyi önerdi. Uribe reddetti. Başkan Chavez müzakerelere bir arabulucu olarak dâhil oldu.
Fransız hükümeti ve diğerleri Chavez’i FARC rehinelerinin hayatta olduklarına “kanıt” istemeye davet ettiler. FARC Chavez’in isteğine riayet etti. [FARC], üç elçi yolladı ki, bunlar Kolombiya ordusu tarafından yakalandı ve canavarca koşullar altında hapiste tutuluyorlar. FARC Chavez’in teklifine uymayı sürdürdü ve Kızıl Haç ve Venezüellalı yetkililere teslim edilmek üzere ilk mahkûm grubunu yeniden yerleştirme girişiminde bulundu; ancak Uribe’nin silahlı kuvvetleri tarafından hava saldırısına uğradılar ve böylece tahliyeyi iptal ettiler. Daha sonra, yükselen risk altında, ilk parti rehineyi serbest bırakabildiler. Fransız Dışişleri Bakanı Kouchner ve Chavez, Fransız Kolombiyalı eski başkan adayı Ingrid Betancourt’un serbest bırakılması için yeni teklifler getirdiler. Bu [da], Uribe üst düzey bir ABD teknik asistanıyla birlikte ülkenin her yerinde kapsamlı bir denetimi, Reyes, Chavez, Kouchner, Larrea ve Kızıl Haç arasındaki iletişimi izlemeyi de içeren büyük bir askeri saldırı başlattığı zaman sabote edildi.” [3]
Sonuç
FARC-EP’in elinde bulunan 700’den fazla rehinenin Kolombiya hapishanelerinde bulunan 500 örgüt üyesi tutukluyla takas edilmesi teklifiyle başlayarak hiçbir tutuklu militanın serbest bırakılmaması karşılığında birçok rehinenin tek taraflı bırakılması ve örgütün merkez komitesinden üç kişinin de dahil olduğu yüze yakın savaşçısının katledilmesiyle bugüne varan son birkaç aylık süreç, FARC-EP açısından büyük bir kayıp oldu. İnsani takas müzakerelerine iyi niyetle katılan ve bu nedenle güvenliğinde ciddi zaaflar verme riskini göze alan FARC-EP, onlarca yıldır kontrol ettiği Kolombiya topraklarının üçte birinin resmen tanınması yönünde ciddi bir adım atamamanın ve Kolombiya cezaevlerinde işkence altında yatan yoldaşlarının birini bile kurtaramamasının yanında, bölgenin “ilerici” hükümetlerinden (Küba, Venezüella ve Ekvador) bir de “kendini dağıt” çağrısı aldı.
Her şeyden önce FARC-EP’in verdiği silahlı mücadelenin meşruiyeti, Kolombiya’daki faşist rejimin askerleri, polisleri ve kontrgerillalarıyla daha güzel bir dünya için mücadele veren insanları sokak ortasında ya da evlerini basarak çocuklarının gözlerinin önünde katletmesiyle her gün yeniden tazelenmektedir. Kaldı ki biraz yukarıda da gösterildiği üzere FARC-EP, her fırsat bulduğunda halkçı ve demokratik bir rejimin inşa edilmesine yönelik elinden geleni yapacağına dair güvence vererek tek taraflı açılımlarını yapmış ancak Kolombiya hükümetlerinin bu açılımları örgütü yok etmek için bir fırsat olarak kullanması nedeniyle geri çekilmek zorunda kalmıştır.
Hugo Chavez’in yaptığı çağrı FARC-EP için bağlayıcı nitelikte değildir ve son dönemde örgütle arasında bir bağının olduğu iddiası üzerinden kurulan cendereden kurtulabilmek amacıyla atılmış basit bir diplomatik adım niteliğinde olabilir. Bu adım ise isteyerek ya da istemeyerek FARC-EP’in kamuoyunda ve uluslar arası diplomaside tecrit edilmesini beraberinde getirebilecektir. Ancak, son dönemde Venezüella’ya dönük askeri bir müdahalenin yolunu döşemeye çalışan ABD hükümeti, Interpol ve Kolombiya tarafından FARC-EP’le kurduğu ilişki üzerinden yıpratılmak istenen Hugo Chavez’in, örgüte yönelik yaptığı bu çağrıyla uluslar arası kamuoyu nezdinde bir rahatlama sağlama ve emperyalist komployu boşa çıkarma amacı gütmesi en yüksek ihtimallerden biridir. Zaten Chavez’in bu çağrısına FARC-EP’ten muhtemelen “Chavez’e saygı duyuyoruz ancak mücadelemizi bu şekilde sürdürmeye mecburuz” benzeri bir yanıt gelecek ve böylece hem Chavez çağrısını yapmış olacak hem de FARC-EP mücadele çizgisinden taviz vermemiş olacaktır.
Bununla birlikte bu adımın -kötü bir senaryo olarak- Santo Domingo toplantısının ardından iki başkanın arasında yapılan antlaşmayla ilgisinin bulunması ihtimal dâhilindedir ve bölge devletleri, bölgedeki çatışma ortamının ortadan kaldırılması için FARC-EP’in kademeli olarak tasfiye edilmesi yönünde anlaşmış olabilirler. Varlığı halinde böyle bir antlaşma, SSCB’nin 1939’da Hitler’le imzaladığı Sovyetler-Almanya saldırmazlık paktından ahlak ve sonuçları açısından farksızdır ve Latin Amerika’da ABD yanlısı kirli bir savaş makinesi olarak yapılandırılmış olan Kolombiya, FARC-EP’i tasfiye edebildiği takdirde, bölge barışının ve ilerici hükümetlerinin önüne bu kez daha pervasız biçimde dikilecektir.
FARC-EP Chavez’siz yapabilir, peki Chavez FARC-EP olmadan ne yapar? Bu soru ortadadır. Venezüella-Kolombiya sınırının ciddi bir kısmının da dâhil olduğu Kolombiya topraklarının üçte birine karşılık gelen bir alanı on yıllardır yöneten ve bu sayede Kolombiya ordusu ve kontrgerillaların ülkenin üçte birinde faaliyet gösterememesini sağlayan FARC-EP’in varlığı, Kolombiya’ya sınırı bulunan Ekvador ve Venezüella’nın ilerici rejimlerin teminatlarından biridir.
Hugo Chavez, Venezüella’nın devlet başkanı olarak bizim açımızdan çok önemli ve ilerici bir siyasal figürdür. Öte yandan yaptığı cüretkâr açılımlar ve sosyalizme meşruiyet kazandıran politikalarıyla yirmi beş yıldan bu yana pervasızca saldıran karşıdevrimin hegemonyasını
n kırılmasında çok önemli bir rol oynamakta ve dünyanın dört bir tarafında yeni bir dünya özlemi çekenlerde coşku ve inancı uyandırmaktadır. Ancak FARC-EP gibi “devrimci bir oyunbozan”ın Venezüella hükümetinin dış politika yönelimlerine “malzeme” yapılması da kabul edilebilir olmaktan uzaktır. Hugo Chavez’in kafasında tasarladığı bölge politikasında FARC-EP “işleri bir hayli zorlaştırıyor” olabilir ancak, mücadelesini tarihsel ve politik olarak meşru temellere dayandıran ve bu meşruiyetini Kolombiya halkı içinde her gün yeniden üretebilen bir savaşçı örgüt olan FARC-EP’in bölge politikasının başka bir siyasi aktör tarafından kurulması mümkün olamaz.
Dipnotlar:
[1] Bkz. “Chavez’den FARC’a “silah bırak” çağrısı” haberi, 9 Haziran 2008, Latinbilgi http://www.latinbilgi.net/index.php?eylem=yazi_oku&no=1928
[2] FARC’ın kuruluş süreci ve Kolombiya tarihine derleyici bir bakış için Bkz: http://www.latinbilgi.net/index.php?eylem=yazi_oku&no=1679
[3] Bkz. James Petras, “Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri- Halk Ordusu (FARC-EP): Tek taraflı insani girişimin bedeli”, http://www.latinbilgi.net/index.php?eylem=yazi_oku&no=1742