Şöyle bir etrafınıza bakın; nerelerde güvenlik güçlerini görüyorsunuz? Özel güvenlik güçlerinden bahsediyorum. Çekinmeden sayın lütfen; hastaneler, okullar, büyük alış veriş merkezleri, bankalar, zenginlerin oturdukları siteler, mahalleler, sokaklar, konser alanları, kültür merkezleri, plajlar, oteller, barlar, gazinolar… Hemen hemen nefes aldığımız her yerde değil mi? Peki, neden? Evet, daha önceleri karakol ve Hükümet Konakları dışında görmeye pek […]
Şöyle bir etrafınıza bakın; nerelerde güvenlik güçlerini görüyorsunuz? Özel güvenlik güçlerinden bahsediyorum. Çekinmeden sayın lütfen; hastaneler, okullar, büyük alış veriş merkezleri, bankalar, zenginlerin oturdukları siteler, mahalleler, sokaklar, konser alanları, kültür merkezleri, plajlar, oteller, barlar, gazinolar… Hemen hemen nefes aldığımız her yerde değil mi? Peki, neden?
Evet, daha önceleri karakol ve Hükümet Konakları dışında görmeye pek alışık olmadığımız bu genel güvenlik güçlerinin yanında bu özel güvenlikçilerin bir mantar gibi hayatımızın her alanında türemeleri neden?
Ya, attığımız her adımın “röntgenlenmesine” ne demeli? Eskiler, bir kişinin başka bir kişiyi gözetlemesi işine ‘röntgen’; bu işi yapana da, aşağılamak babında, ‘röntgenci’ derlerdi. Evet, şimdilerde röntgenciliğin bir meslek haline gelmesi; sokaklarda, hastanelerde, okullarda… Kısacası insanların toplu bulundukları her alanda kameralarla adım adım ‘röntgenlenmesi’ neden?
İlk önce ünlü kişilerin etrafında görmüştük, siyah takımlar içinde, simsiyah gözlükler takmış, birer robot misali etrafı ha bire kolaçan eden kişileri. Sanki ecnebi filmlerden fırlamışlar da gelmişlerdi aramıza. ‘Badigard’ dendiğini öğrenmiştik bunlara. Bu çok ‘değerli’ ve bir o kadar da ‘muhterem’ olan bu insanların çok az bulunduğu dünya denen gezende şu badigardlar tarafından korunması çok doğal gelmişti bize. “Az olan her şey değerlidir” diye öğretilmişti ne de olsa bize.
Sonra kuyumcularda ve bankalarda şahit olmuştuk güvenlik kameralarına. Eee, buralarda da kimsede bulunmadığı kadar altın ve para bulunuyordu. Bu kadar az bulunan ve insanın hayatında bu kadar değerli olan şeylerin korunması gerekiyordu elbet. En azından böyle söylenmişti bize.
Yani, güvende olmayan şeyleri korumak adına az da olsa bulunurdu bu güvenlik kameraları ile güçleri. Peki; kimi, neyi, kimden korurdu bunlar? ‘Önemli kişileri’ ‘önemsizlerden’; altın ve parayı çulsuzlardan ve hırsızlardan mı?
Ya şimdi…? Bir mantar gibi türeyip hareket alanımızı daraltan ve kimi zaman hayatı bize zindan eden; en demokratik tepkimize bile tahammül etmeyen bu güvenlik güçlerinin özellikle hastanelerde, oklarda, kültür merkezlerinde ne işleri var? Hastanelerde, doktorların yazdığı reçeteler mi çok değerli olmaya başladı, yoksa okullarda verilen eğitim mi? Neyi, kimden koruyorlar?
Yani, demem o ki; en mahrem yerlerimize kadar bunların girmelerinin nedeni ne? Bizi mi koruyorlar gerçekte, yoksa tehdit olarak görüldüğümüzden dolayı mı bizim bulunabileceğimiz her yeri bir güvenlik çemberine alıyorlar? Hangisi…? Peki, bunlar daha önceleri neden yoktu?
Daha önceleri yoktu çünkü; ‘sosyal devlet’ denen modeller kaplamıştı ‘modern’ dünyayı. Kapitalistler, kazandıklarının bir kısmını asgari ölçütlerde de olsa yoksullarla, işsizlerle, açlarla paylaşmak zorunda kalıyorlardı. Bu şekilde ancak kendi güvenliklerini koruyorlardı. Şimdilerde ise ‘paylaşmak’ eskilerde kaldı. Ayıplı bir kavram oldu ‘paylaşmak’ şimdi. ‘Postmodernizm’, ‘küreselleşme’, ‘neoliberalizm’, ‘yeni dünya düzeni’ adına ne derseniz deyin neo bir çağdayız işte. Bu neo çağda neo sistemin yarattığı neo kavramlar, neo uygulamalar kaçınılmaz elbet. Peki gerçekten, ne o?
Sosyal devletin rafa kaldırılıp yerine eskilerin tabiriyle “Jandarma Devletinin” getirildiği bir çağ, o.
‘Paylaşımın’ yerine ‘sadakanın’ ikame edildiği, böylece aslında ‘hakları’ olmayan insanların, verilen bu sadakalarla ‘sadık’ yurttaşlar yaratılmaya çalışıldığı bir çağ, o.
Yer altı ve yar üstü zenginliklerin değil sadece, yerel motiflerin ve ruhların yağmalandığı bir çağ, o.
Sağlığın, adaletin, eğitimin yani insanı insanlaştıran değerlerin cüzdanlardaki şişkinliğe göre dağıtıldığı bir çağ, o.
İşte her şeyin zenginlere göre şekillendiği böyle bir çağda, yoksullar her geçen gün daha da yoksullaşmakta; zenginler ise daha da zenginleşmektedir. Her kutbun kendi zıtını yaratması da doğanın bir gereğidir elbet. Zenginler ile fakirler arasındaki uçurum derinleşip genişledikçe güvenlik sorunu çıktı ortaya. Kendi güvenliklerinin sorunu. Eee, ne de olsa “Aç ayı oynamaz, saldırı.” değil mi? Bunu da onlar öğretmişti bize.
İşte, sağlık kurumların, okulların, sokakların, sitelerin, evlerin… güvenlik çemberine alınmasının altında yatan en temel neden bu bence.
Ve işin acı tarafı odur ki; kendi varlıklarına tehdit görüldüğü insanlardan seçiliyor ve seçildikleri kitlelere karşı kullanılıyor bu güvenlik güçleri. Balta – sap misali. Peki, nereye kadar sürecek bu? Silahlarla, coplarla, bombalarla, korkularla güvenli bir ortam yaratılabilinir mi gerçekte? Bu yaşlı dünyamız ne zalimler gördü geçmişte. Ve sorarım size hangi zalimin mezalimi ilelebet sürebildi ki?
Bilmek gerekir ki; güvenli bir ortamın yolu özel güvenlikten değil, dünya nimetlerinin paylaşımından geçer. Eğitimin, sağlığın, üretimin toplumsallaşmasından… Herkesin tok, herkesin sağlıklı, herkesin eğitimli, herkesin eşit ve özgür, herkesin mutlu olduğu bir dünyadan geçer. Tersi bir yol, mayınlıdır, bataklıktır, çıkmaz bir sokaktır.
Bülent Can/Samandağ Eğitim Sen üyesi