Eğitim-Sen 7. Olağan Genel Kurulu (yasal olarak 3.) nispeten durağan geçen atmosferine rağmen, anlamlı sonuçlar yaratarak tamamlandı. Kongrede, sendikanın tarihinde ilk kez iki ayrı iddialı listeyle seçimlere girildi. Sendikal hareketin geleneksel unsurlarının statükocu tarzlarının yanında, yenilenmeci dinamikler kendisini daha etkili bir şekilde gösterdi. Dolayısıyla bu Genel Kurul, Eğitim-Sen’i daha ileri biçimlerde yeniden yapılandıracak güçlerin daha […]
Eğitim-Sen 7. Olağan Genel Kurulu (yasal olarak 3.) nispeten durağan geçen atmosferine rağmen, anlamlı sonuçlar yaratarak tamamlandı. Kongrede, sendikanın tarihinde ilk kez iki ayrı iddialı listeyle seçimlere girildi. Sendikal hareketin geleneksel unsurlarının statükocu tarzlarının yanında, yenilenmeci dinamikler kendisini daha etkili bir şekilde gösterdi. Dolayısıyla bu Genel Kurul, Eğitim-Sen’i daha ileri biçimlerde yeniden yapılandıracak güçlerin daha fazla inisiyatif alacağı bir döneme de kapı aralamış oldu.
Bununla birlikte, Genel Kurul’un ülkedeki politikleşmeye denk düşen ve sendikadaki iç rekabetin yoğunluğuna uygun bir canlılıkta geçtiğini söylemek olası değil. Çünkü Genel Kurul atmosferini etkili çizgi tartışmaları değil, yönetim pazarlıkları ve kulis faaliyetleri belirledi. Geleneksel sendikal anlayışın eğitim emekçileri hareketi içindeki ağır etkisini yansıtan bu tabloya rağmen, yenilenmeye dönük anlamlı verilerden de söz etmek gerekir. Bunların başında kadınların yönetimdeki pay ve rollerindeki çarpıcı artış gelmektedir. Eğitim Emekçileri Hareketin’de tarihsel olarak ilk kez bir kadın genel başkan oldu ve yönetimin yarıya yakını (7’de 3) kadınlardan oluştu. Şubelerde de göze çarpan bu durum, eğitim emekçileri hareketinin bu dönemde yenilenmeci bir doğrultuda geliştiğini göstermesi açısından başlı başına bir veri oluşturmaktadır.
Bunun yanında, Demokratik Emek Hareketi’nin (Kürt yurtseverleri) yöneldiği yeni çizgi, hem emek hareketinin gelişimi, hem de Kürt Hareketinde emek eksenli bir çizgiye yönelme bakımından önemli bir adımdır. Bu grubun dile getirdiği “Demokratik Toplumcu Sendika” anlayışı, (bütünlüklü değerlendirmesi ve eleştirisi bir yana) geleneksel çizgiden uzaklaşma eğilimi gösteren, yenilenmeci bir çizgiye yönelim olarak ifade edilebilir. Devrimci Öğretmenlerin Toplumsal Hareket Sendikacılığı çizgisi ile geleneksel sendikal anlayışa karşı bir alternatif yeşertmeye çalıştıkları bu süreçte, eğitim emekçileri hareketini bu açıdan “yeniden yapılanmaya” yöneltecek bu tür çabaların, aşağıdan yukarıya yenilenmeyi kolaylaştıracağı açıktır. Elbette her geçiş sürecinin “taşları yerinden oynatan” sarsıcı etkisinin hangi doğrultuda gelişeceği esas olarak sürecin ilerleyişiyle netleşecektir.
Ayrıca bir dönemin artık kapanmakta olduğunun en tipik göstergesi, 1995’te (Eğit-Sen ile Eğitim-İş’in birleşmesiyle) kurulan Eğitim-Sen’in (dolayısıyla KESK’in) bir dönemine egemen olan “Kutsal İttifak”ın dağılma sürecine girmiş olmasıdır. Bu ittifakı oluşturan grupların büyük bölümünün çoktandır iç parçalanmalara yansıyan dağınıklık süreci, bu Genel Kurul’a damgasını vurdu. Sendikanın yeni yönetiminde ve organlarında daha sol grupların da yer alması, Eğitim-Sen’deki “geleneksel sendikacılık” zihniyetinin ana aktörlerinin önemli kısmının hayli zayıflamış olduğunun temel göstergesi oldu.
Kuşkusuz yeni sürecin henüz çok başlarındayız. Kamu Çalışanları Hareketi’nin gelişimi, başlangıçtaki (1988-1995) fiili-meşru mücadele dönemi; bunu takip eden (1995-2008) geleneksel sendikal çizgi dönemi; 2007’de baş gösteren iç kırılmalarda somutlaşan çözülme ve ayrışma döneminin ardından, Kamu Çalışanları Hareketi 2008 başlarından itibaren ülkedeki kutuplaşma ve politizasyona bağlı olarak yeni bir politikleşme sürecine girdi. Bahar aylarının gösterdiği gibi, içinde bulunduğumuz yeni politikleşme dönemi, eğitim emekçileri hareketi açısından da yeni olanaklar sunmaktadır. Ancak bu süreç düzen-dışı yenilenmeci sendikal dinamikler açısından yeni olanaklar sunmakla birlikte, (ETUC ve ITUC’un Türkiye’deki sendikal hareketin bütününe empoze etmeye çalıştığı doğrultuda) düzen-içi “yeniden yapılanma” arayışlarını içerdiği de kaydedilmelidir.
İlk başlarda arayış içinde geçecek gibi görünen bu dönem, eğitim alanındaki diğer tüm bileşenlerle birlikte, ancak Eğitim-Sen’in “eğitim hakkı” mücadelesinin bütünleyici bir parçası haline gelmesiyle doğru bir rotaya kavuşacaktır. Kabul edilmelidir ki, TTB’nin ve sağlık emekçilerinin sendikalarının bilinçli ve aktif müdahalelerinin yarattığı toplumsal duyarlılık, “sağlık hakkı” mücadelesini toplumsal muhalefet açısından ne denli öne çıkardıysa; Eğitim-Sen’in bugüne kadarki statükocu-geleneksel çizgisi de “eğitim hakkı” mücadelesinin o denli geri planda kalmasına yol açmıştır. Şu an Eğitim-Sen’in önünde duran en büyük sorun, “eğitim hakkı” mücadelesinin “Parasız, Nitelikli, Demokratik Eğitim” şiarı etrafında somut bir programa kavuşturularak derinleştirilmesidir. Eğitim-Sen’in sadece çalışanların sorunlarına, hatta neredeyse sadece kadrolu öğretmenlerin ücret sorunlarına daralan ve o konuda da IMF programına çarparak güdük kalan mücadele zemini, şiddetle genişletilmeye ve geniş toplum kesimleriyle işbirliği içinde derinleştirilmeye muhtaçtır.
Devrimci Öğretmenler, Eğitim-Sen’i sınıf hareketinin tümüyle birleştirecek ve devrimci bir tarzda yeniden yapılandıracak bir çizgiyi güçlendirmek ana görev olarak kabul etmektedirler. Eğitim-Sen’in bu yeniden inşa sürecinde, her türlü yasal-bürokratik engelleri fiilen aşacak tarihsel birikime, güce ve devrimci sorumluluğa sahip olduğuna dair inancı tamdır. Bu dönemde Devrimci Öğretmenlere düşen, bu yeni arayış dönemine öncülük edecek geniş bir bakış açısı geliştirmek ve atak, yaratıcı bir mücadele çizgisini hayata geçirmektir.