İşçileri öldürün, öldüremediklerinizi dövün, dövemediklerinize sövün. Tuzla’da olduğu gibi… 1 Mayıs’ta olduğu gibi… Başbakan’ın söylediği gibi… Tuzla’da olanlar görmezlikten geliniyor diyorlar ya doğru değil. Aslında Tuzla’da görmezlikten gelinen bir durum yok… olamaz da zaten, ölümün üstünü örtmek zordur… Yaşanan olaylar karşısında hiçbir şeyin yapılmıyor olmasını şaşırarak seyredenler yanılıyorlar. Yaşanan bu şartlar altında oyunun kuralıdır… siparişler […]
İşçileri öldürün, öldüremediklerinizi dövün, dövemediklerinize sövün. Tuzla’da olduğu gibi… 1 Mayıs’ta olduğu gibi… Başbakan’ın söylediği gibi…
Tuzla’da olanlar görmezlikten geliniyor diyorlar ya doğru değil. Aslında Tuzla’da görmezlikten gelinen bir durum yok… olamaz da zaten, ölümün üstünü örtmek zordur… Yaşanan olaylar karşısında hiçbir şeyin yapılmıyor olmasını şaşırarak seyredenler yanılıyorlar. Yaşanan bu şartlar altında oyunun kuralıdır… siparişler alınmış, işler yetişmek zorundadır. Gayri Safi Milli Hasıla, tüm “saf”lığımızla birlikte artmak, kişi başına düş(mey)en gelir yükselmek zorundadır. Bakınız ne güzel ihracat(ımız) artmıyor mu… Kapitalizmde şov devam etmek zorundadır. Makineler gümbürdemek, kaslar gerilmek…İşte bu zorunluluktur, “üzücü olaylar yaşanmaya devam edecek” ya da “inşallah tedbir alınır” yollu safça tedbir almalarını beklediğimiz yetkililerin vicdan kaldırmaz açıklamalarının nedeni. Çünkü kapitalizm vicdan kaldırmaz…. Bu soruna ancak vicdanı işçi olanlar yanıt bulabilir.
Şu meşhur kitap vardı küçüklüğümde büyüklerin okuduğu, “Doğmamış Çocuğa Mektup” diye düşündüm….acaba bu mektubu Tuzla’da eşi ölen, sekiz aylık hamile anne yazsa ne yazardı mektubunda diye, çocuğum, kızım, oğlum babasız büyüyeceksin diye başlardı herhalde, gerisi… gerisi tufan derdi, senin için de benim için de… bir şeyler yarım kaldı ortada ben de anlayamadım, işe gidiyorum diye gitti… başka da bir yere gitmedi zaten… ama…galiba işe gittiği için öldü baban, işçi olduğu için, bir zaman ve bir yerde… işçi ne mi demek… öğrenirsin nasıl olsa ama şu kadarını söyleyeyim sana, bazı insanlar vardır yaşamak için başkaları adına çalışmak zorundadır, işte onlara işçi denir… kimileri işçi olduğunu bilmez ya da reddeder, kimileri bunu çok kutsal sayar, kimileri ise hiç önemsemez veya aşağılar, ama şu kadarı açık ki onlar olmasa, şu etrafına bak… göz alabildiğine genişçe bak..hadi şimdilik senin yerine ben bakayım, işte tüm bunlar da olmazdı…olmazdı ama bizim zaten olmadı….amcanların da yok, dayınların da….babanın iş arkadaşlarının da yok… galiba işe gittikleri için hiç olmamış….
Aslında bu yokluk halinin onlar da farkında, mesela yılda bir kez bayram seyran diyerek kutlama yapmaya… haklarını aramaya kalkıyorlar…. diyeceksin ki ne cesur babam varmış…yok çocuğum yok cesurdu cesur olmasına ama… dayakları, biber gazlarını, copları yiyip sularını içip geliyorlardı, hak, mak, hak getire diyeceğim ama o da ıııhh… biber gazı da ne diye mi sordun, boş ver şimdi nasıl olsa sonra anlarsın… Ha bir de “ayak takımı” meselesi var.. aman çocuğum unutma….ileride duyarsan da şaşırma… yok yok senin o yumuş ayakların değil.. bazı insanlar baban gibilerinden kendi aralarında ayak takımı diye bahsederler.. muhtemel ki senden de öyle bahsedeceklerdir…ama sen onlara bakma.. ya da bak, bak da iyi belle.. Niye mi senden ayak takımı diye bahsedecekler…galiba sen de baban gibi işe gideceğin için çocuğum…
Sekiz aylık hamileyken üstelik, eşini kaybeden bir annenin-kadının karnındaki çocuğu ile babası hakkındaki konuşmasını, dertleşmesini kestirmek açık ki zor… duyguların ağırlığı gerçekliğin acımasızlığı kadar olsa gerek… Lakin Tuzla’daki işçiler 16 Haziran’da işe gitmeyecekler. O gün greve giden hiçbir işçi ölmeyecek, o gün greve giden hiçbir işçinin çocuğu yetim kalmayacak, o gün greve giden hiçbir işçinin eşi, hiçbir anne benzer ağırlığı taşımayacak. Kanımca 16 Haziran grevinin anlamı burada saklıdır. Sövebilirsiniz, dövebilirsiniz ama bugün ölmeyeceğiz. Rahat uyu doğmamış işçi.