Yüksel Akkaya’nın tartışmaya davetkâr yazısı üzerine bir şeyler karalamaya karar verdim, bu anlamda kendisine teşekkürler, umarım tartışma daha da büyür, sendikal mücadelenin bugünkü rotası üzerine anlamlı veriler ortaya çıkar. Yani aslında benim açımdan bu tartışmayı sürdürmemin ana nedeni de ortaya çıkmış oluyor; bugün kamu emekçilerinin genel sendikal stratejisi ve politikası ne olmalıdır? Yoksa yıkıl demekle […]
Yüksel Akkaya’nın tartışmaya davetkâr yazısı üzerine bir şeyler karalamaya karar verdim, bu anlamda kendisine teşekkürler, umarım tartışma daha da büyür, sendikal mücadelenin bugünkü rotası üzerine anlamlı veriler ortaya çıkar. Yani aslında benim açımdan bu tartışmayı sürdürmemin ana nedeni de ortaya çıkmış oluyor; bugün kamu emekçilerinin genel sendikal stratejisi ve politikası ne olmalıdır? Yoksa yıkıl demekle yıkılmaz, kurul demekle de kurulmaz, varolan sendikal yapıyı kuran bir dönem kamu emekçilerinin ve kamu hizmetlerinin ihtiyaçları ise bunu tasfiye edip yenisini kuracak olan da bugünün kamu emekçilerinin ve kamu hizmetlerinin ihtiyaçlarıdır.
Bugün kamu hizmetleri piyasalaştırılıyor. Bunun sendikalar ve mücadele açısından iki anlamı var, deyim yerindeyse her şeyin paralı hale gelmesi yani öğrencinin, hastanın ve bilimum halkın müşterileştirilmesi; ikincisi kamu çalışanlarının güvencesizleştirilmesi. Eğitim alanından örnekleyecek olursam kaç başlıkta toplandığı belli olmayan kayıt paraları, okul geliştirme ekipleri, toplam kalite yönetimi, norm kadro yönetmeliği, öğretmenliğin basamak-kariyerlendirilmesi, çeşitli işlerin (temizlik, kantin, güvenlik) taşerona bırakılması, sözleşmeli ve ücretli öğretmenlik bunun örnekleridir. Bugün eğer bu alanda sendikadan bahsedecekseniz bu iki başlığı temel mücadele başlıkları olarak almalısınız. KESK’e ve bağlı sendikalara bu mücadelelerde önemli görevler düşmektedir, eleştirilmesi gereken KESK’te ve bağlı sendikalarda bu tartışmalara ne kadar değindiğidir. Aslında seçimleri yozlaştıran da bürokratlaşmanın ilerlemesi de kamudaki bu değişimi ve onun dinamik unsurlarını kavrayamamaktan kaynaklıdır. Yüksel Akkaya’nın sendikal alanın en dinamik kesimleri, yalnız delege vs. burjuva ayak oyunlarından uzak olduğu için yönetime gelemeyen diye belirttiği kesimleri ben açıkçası anlayamadım. Esas dinamik unsurlar ise yazıda hiç adı geçmeyen güvencesiz çalıştırılan emekçiler, öğrenciler, hastalardır. Evet doğrudur sendikalara egemen kesimler bu işte doğrudan sorumludur. Ancak şunu da akıldan çıkartmamak gerekir ki Yüksel Akkaya’nın belirttiği dinamik kesimler de hiç dinamik değil, öyle olsalardı şimdiye dek paralılaştırmaya ve güvencesizleştirmeye karşı mütevazı da olsa deneyimler ortaya çıkartmış olmaları gerekirdi ya da bir şekilde en azından bir kısım delegeyi falan etkileyip bir etki alanı oluşturmuş olmaları gerekirdi, mızırdanmak değil. Sözün kısası dinamik olan belli mücadele konuları vardır, ancak sendikanın içinde henüz bunlara yönelmiş belli bir niceliğe ulaşmış dinamik kesimler, gruplar vs. yoktur. Yani bugün sizin elinize bir değnek versek ve siz sendikaları tasfiye edebilseniz, yerine bahsettiğiniz coşkuyu ve dinamizmi açığa çıkartabilecek kadroları bulamamakla karşılaşacaksınız.
KESK’te ve bağlı sendikalarda tasfiye olması gereken mücadeleyi kavrama biçimidir. Bugün yaşananları geçici olarak kavramak, kelimenin gerçek anlamıyla safdilliktir. Son otuz yılın bizi getirdiği yerdir burası ve kamu emekçilerinin güvencesizliğe ve kamu hizmetlerinin paralılaştırılmasına karşı mücadelede takınacağı tavır burada kimlerin tasfiye olacağını, kimlerin dinamiği yakalayabildiğini belirleyecektir. Bu alana dair tartışma yürütürken ahlaki birtakım yüceltmeler (herkesi kapsamak, dışlayıcı olmamak, dar grupçu olmamak gibi) yerine somut adımlar ve politikalarla bunu yürütmek gerektiği, özellikle de deneyimler açığa çıkartmak gerektiği aşikârdır.
* Yakup Kaya, eğitim emekçisi