Pippa’nın öldürülmesinin ardından medyada çıkan haberler yeni faillerin varlığını kanıtlamakta… Failin yakalanması ile utanç ortadan kalkmış, gelişmekte olan bir ülkenin tam da AB’ye katılma sürecinde- bu süreç son 50 yıldır canlılığından bir şey kaybetmemiştir- yapılacak hatanın suçlusu elindeki çalıntı telefon ile yakalanmıştır. Bedene ve mülkiyete yönelik bu saldırının faili ailenin ve devletin farklı ölçeklerde yeniden […]
Pippa’nın öldürülmesinin ardından medyada çıkan haberler yeni faillerin varlığını kanıtlamakta… Failin yakalanması ile utanç ortadan kalkmış, gelişmekte olan bir ülkenin tam da AB’ye katılma sürecinde- bu süreç son 50 yıldır canlılığından bir şey kaybetmemiştir- yapılacak hatanın suçlusu elindeki çalıntı telefon ile yakalanmıştır. Bedene ve mülkiyete yönelik bu saldırının faili ailenin ve devletin farklı ölçeklerde yeniden ürettiği sistem değil mi?
Pippa’nın ölümü ile gündeme oturan binlerce kadının yaşadığı cinsel taciz ve tecavüz gerçeği, kapitalizmin yaşamı tahrip eden birikim hızı ve ahlak anlayışı ile alakalıdır. Bu sadece ataerkinin herhangi bir sistemden çok ve hızlı bir üretiminin kapitalizm içinde mümkün olabileceğinin işaretidir. Cinayetin işlenmesi sonrasında yaşanan tüm sahneler de kapitalizmin yarattığı ahlak anlayışının bir ürünüdür. Bu anlayış mülkiyet temelli ve aile merkezli bir ahlakı, yaşanan her iyi ve kötü olayın kişinin ailesi ile paylaştığı özel alanda, “ev”de kaldığı bir yaşam tarzını dayatır… Fakat evde kalan devlete, devlette yaşanan medyaya taşınmakta, kapitalizm bu üç önemli kurum arasındaki işbölümü ile krizlerini aşmaktadır.
Bastırılmış ve ezilmiş ve aynı zamanda baskın ve ezen erkeğin şiddeti sadece hazza dayalı değil aynı zamanda kadının bedeninin metalaştırılmasına ilişkindir. Bu maddi boyut, tecavüz sonrası çalınan cep telefonunun kullanılmasında açığa çıkmaktadır. Hatta bu maddilik, zengin beyaz ve Avrupalı “hafif” kadının bedenine değil özel hayatına yönelik… Pippa’nın iletişim olanağı olan, onu ailesine ve sevdiklerine, böylece “hayata” bağlayan -ünlü bir gsm operatörünün reklam müziğini hatırlayın- bir metaya ve yaşam hakkına yönelmiştir. Bu öfke ve kin dolu ve aynı zamanda umursamaz (katilin cinayet işledikten sonra kurbanının cep telefonunu hiçbir şey olmamışçasına kullanması tam da bunun göstergesidir) olarak adlandırılabilecek saldırı bedene ve mülkiyete yapılmış, kapitalizmin “yeni blaser”ları bu saldırı da “erkek aktör” olarak yer almıştır…
Pippa ise Avrupalı bir sanatçı olduğu oranda basının manşetlerinde “utanıyoruz” nidaları ile anılabilmeyi hak etmiştir. Bu başlıkta utananlar erkekler değildir, bir ülkedir… Bir devlet, sınırları içinde gerçekleşen bir olaydan dolayı şahsı zatında utanmaktadır. (Hürriyetin manşetini hatırlayın) Sayısız isimsiz tecavüzler ise basında ufak bir haber olmayı bile hak etmemiştir. Burada utanmanın ölçeğinin daha büyümesi kapitalizm aile ve devlet işbölümüne uygundur… Toplumda yaşanan aile içi utanç vakaları olan tecavüzler- yıllarca özellikle ensest ilişkilerde ailenin kara lekesi olan kadınları hatırlayın-, ölçek olarak büyümüş, ahlakın merkezlerinden birine, devlete utanç atfedilmiştir. Bu utancın ardında şiddet eylemi vardır: Devletin yönelttiği şiddetin dozunun ve sınırının taştığı pek çok yerde böyle bir utanç duyulmamıştır: Gözaltında yaşanan tecavüzler, kaçırılan ve öldürülen kadınlar isimlerini dahi unutacağımız kadar artmaktadır. Bu şiddetin sadece insan haklarının başat söyleminde olduğu gibi farklı olana yönelik olduğu ve farklı olduğu için ötekileştirildiği üzerinden anlaşılamaz… Bu şiddetin temelinde kontrol sağlama ve hegemonya kurmanın gerekliliği yatmaktadır.
Kadına yönelik şiddetin temeli mülkiyet ilişkilerindedir. Bu temel üretimde ilk dönemlerden başlayan toplayıcının yarattığı ilk birikimden, itibaren böyledir… Kadın doğurabilme özelliği ile soyun devamlılığını sağlayarak emeğin yeniden üretimini sağlamaktadır. Kapitalizmin krizleri ucuz ve kolay denetlenebilir kadın emeği ve hayatın kaynağı emeğin üretim merkezi kadın bedenini sahip olarak- kadın bedeni bir mülk gibi görünmekte, “sahip olmak” kavramı bu mülkiyet anlayışından doğmaktadır- emeğin ve bedenin sömürülmesi ile aşılabilir. Bedenin sınırlanması ve kontrolünde kadının çocuk bakımını üstlenmesi, sermaye hegemonyasının kurulacağı emek-bedenlerini sömürgeleştirmek açısından önemli… Yaşanan tecavüzler kadının bedenine yönelik bir mülkiyet hakkı meselesi olabilmekte, savaş dönemlerinde kadın tecavüzleri sömürgeleştirmenin ilk boyutunu oluşturmakta…
Mülkiyetin temelinde aile, ailenin üretiminde kadın öznedir. Kapitalizmin en küçük birimi olan aile ve sonra devlet “kadına yönelik şiddetten” utanarak, temel eğilimini “istisnai hata” imajı ile gizliyor. Tıpkı Holocaust’ın Nasyonalist Almanya’nın yaşadığı ırkçı deneyimin doğal sonucu olarak gösterilmesi gibi…
Kapitalist Birikimin yeni düzenleme çağının öncesinde yaşanan ve hala hafızalarda canlı tutulan- ki bu kapitalizmin kalbi Amerika’da lobiler arasında çok ciddi bir silah olagelmiştir- Holocaust, Yahudilere yönelik bir soykırım olarak adlandırılmıştır. Almanya’da birkaç yıl içinde 1,5 milyon insan öldürülmüş, binlerce insan sürülmüş ve yüz binlerce kişi hayatları boyunca unutamayacakları yaralar almıştır. Bu yaraların ardında yatan neden tek başına Avrupa’nın tarihin bir döneminde vatansız olan Yahudilere yönelik bir öfke nöbeti ya da cinnet dönemi değildi… Komünistler ve çingeneler dışında uluslaşamayan halk tam da vatansız olanların sermaye birikimin ulusal ölçekte üretimi açısından taşıdığı tehditten dolayı katledildi… Ortada şiddetin salt ırkçı olmadığı gösteren pek çok delil var üstelik..
SS subaylarının uyguladığı şiddet çok dozunda ve asla emir komuta zincirini kırmayacak sistemli bir şiddetir: Bu şiddet içinde bireysel özellikler ya da kişisel tatminler yoktur fakat şiddetin total sorumluluğun silikleştiği ve nedeninin ortadan kalktığı noktada, şiddet herkes için tehdit edici ve kontrol sağlayıcıdır.
Bugün yaşanan ise kapitalizmin yeni esnek birikim rejimine uygun bireysel şiddet eylemlerinin toplumsal destek bulduğu yeni bir tarzdadır….Bu tarzın temel özelliği şiddetin alayla karşılanması ve böylece dikkate değer olmayan masum ve sonuçları önemsenmeyen bir doğal eyleme dönüştürülmesidir. Taksimdeki taciz görüntülerini programında yayınlayan ünlü(!) şovmenin “50 YTL az, ben 50 YTL verir, yine yaparım diyen olur” demesi ve gülmesi, ekran başında birçok erkeğin gülmesiyle toplumsallaşmıştır. Bu aşamada yazımızdaki saç ayağını tamamlamalıyız. Bu ise aile ve devletten sonra medyanın gücünü açığa çıkarmaktadır…
Kadın kuşağı programlarından itibaren, akşam haberleri ve gece programları hep içimizdeki canavara seslenmekte ve “daha fazla tüketimin insanlığın evrensel gelişimi için gerekliliği vaat edilmekte” bu vaadin gerçekleşmesi tüketimden mahrum bırakılan yoksullar için kaçak ve yeni yolların meşrulaştırılması anlamına gelmekte…. Sınıf atlama hayalleri ile kurulan ilişkiler, dayak ve şiddetin sürekli yaşandığı ev hayatlarının televizyon önünde topluma sunularak, kadınlık rollerinin ve hallerinin doğallaştırılması…
İşsizlik, güvencesizlik ve en temel ihtiyaçların özelleştirilmesi ile tırpanlanan hayatlarda bu şiddet türleri eskisinden daha yoğun olarak yoksul ve “çaresiz” kadınlara yöneliyor…. Şimdi yoksullaştırıcı ve marjinalleştirici önlemler paketlerine karşı yürüyen kadınlar, Pippa’nın bedenine yönelik şiddetin altında yatan ataerkinin kapitalizm ile nasıl uyumlulaştığı ve nasıl dev kollu bir canavara dönüştüğünü daha iyi anlıyor…
Taksimde bugün “biz erkek değiliz” diyen erkekleri “homofobik bir nefretle “taksimde gayler eylemi” olarak algılayan toplumun hala daha “tecavüz”ü konuşamıyor olması sa
dece kültürel geri kalmışlık ya da demokrasi sorunu değil, tam da kapitalizmin eşitsiz gelişimi ve ataerkin kapitalizmin gelişimi ile güçlenmesi ve en vahşi saldırıları toplumsal bilinç içinde doğal olarak algılaması ile açıklayabiliriz… Bu algıda devletin, medyanın ve aile kurumunun yeri sorgulanmalı….
Pippa için yürüyen ve “biz erkek değiliz” diyen erkeklerin sayıca artması kadınların eylemlerini inatla sürdürecekleri mücadelenin sonunda olacaktır…
Olay karşısında gösterilen tepki ümitlendirici olduğu kadar eksik bir tepkidir. Çünkü ölümün tecavüzle birleştiği şiddet anlarını, binlerce kadın yaşadı…
Kadınlara yönelik şiddetin adsız kadınları anılmadan bu mücadele sürdürülemez… Yürünen yollar ezilenlerin ortak mücadelesi ile unutulmayacak kazanımlara gebedir… Bu kazanımlardan biri ise yeniden konuşabilmek, kadın sorununu erkeklerle tartışabilmektir…