Bolivya’da anayasal olarak “gayrimeşru” sayılmasına karşın başta Santa Cruz eyalet valisi olmak üzere dört muhalif valinin başını çektiği “ayrılıkçı referandum”a sayılı günler kala Bolivya siyasetinde gerilim had safhaya ulaşmış durumda. Hatırlanacağı üzere, Morales hükümetinin yeni anayasanın halk tarafından onaylanması amacıyla gündeme taşıdığı referandum kararı, ABD ve Bolivya oligarşisinin yürüttükleri ve yer yer sokaklarda çatışmalara neden […]
Bolivya’da anayasal olarak “gayrimeşru” sayılmasına karşın başta Santa Cruz eyalet valisi olmak üzere dört muhalif valinin başını çektiği “ayrılıkçı referandum”a sayılı günler kala Bolivya siyasetinde gerilim had safhaya ulaşmış durumda. Hatırlanacağı üzere, Morales hükümetinin yeni anayasanın halk tarafından onaylanması amacıyla gündeme taşıdığı referandum kararı, ABD ve Bolivya oligarşisinin yürüttükleri ve yer yer sokaklarda çatışmalara neden olan kampanya sayesinde hayata geçirilememiş, daha sonra da Santa Cruz, Tarija, Beni ve Pando eyalet valileri, eyaletlerinin özerkliğini talep eden referandumlar için yeni bir kampanya örmeye başlamışlardı.
Öte yandan bu yeni kampanyanın, Bolivya’nın doğalgaz zengini bölgelerinin özerkleştirilerek, Morales hükümetinin toplumsal programlara kaynak aktarması sayesinde yükselen taban desteğini engellemek ve ülkenin ekonomisinde Venezüella’da “petrol lokavtı” neticesinde yaşanana benzer bir tahribat yaratarak, anayasal süreci istikrarsızlaştırmak amacında olduğunu not düşmek gerekiyor.
Ancak 4 Mayıs’ta Santa Cruz’da yapılacak ilk “özerklik referandumu”ndan ülkenin siyasi birliğinden ayrılma kararı çıkarsa hükümetin nasıl bir politika izleyeceği ciddi bir sorun. Morales muhaliflerinin daha önce yaptığı “müdahale” çağrılarına Bolivya ordusunun “anayasal hükümet bağlıyız” cevabı verdiği hatırlanırsa, ayrılıkçı bir harekete dönük ordunun belirli sınırlar dâhilinde bir müdahalede bulunması da ihtimallerden biri.
Son olarak deniz kuvvetleri komutanlığının kuruluş yıldönümünde konuşan devlet başkanı Evo Morales, “güney eyaletlerinde ayrılıkçılığı körükleyenlerin bir azınlıktan ibaret olduğunu ve hükümet ile silahlı kuvvetlerin birlikten yana inisiyatif kullanması gerektiğini” belirtirken, Morales’ten sonra konuşan Bolivya Genelkurmay Başkanı Oramiral Jose Luis Cavas da “silahlı kuvvetlerin, iç güvenliği ve birliği korumada görevli olduğunu ve farklılıkları bir kenara bırakıp daha iyi bir gelecek inşa etmek için birlikte çalışmak gerektiğini” dile getirdi.
Santa Cruz referandumu: Olası senaryolar
Morales hükümetinin sürecin başlarındaki pasif tutumundan da, özellikle silahlı kuvvetlerin sürece hükümetten yana ağırlık koyacağına dönük tavrının belli olması sonrasında sıyrıldığı gözlemleniyor. Santa Cruz eyalet valisi Ruben Costas tarafından oldukça militan biçimde örgütlenen yerel referanduma karşı Morales hükümeti açıkça iki karşı senaryo üzerinde duruyor. Bunlardan ilki referandumun güvenliğini sağlayacak merkezi polis teşkilatını referandum süresince eyaletten çekmek. Bu kararın yaratacağı ciddi sıkıntı ise referandumu koruyacaklarına dair çeşitli açıklamalar yapan Santa Cruz valiliği tarafından finanse edilen ve oligarşiyle işbirliği içinde çalışan “sivil milisler”in bölgede inisiyatifi ele alması ihtimali. Böylesi bir durumda, eyalet merkezi yönetimle açık bir silahlı çatışmaya girme gücüne dahi ulaşabilir, bu anlamda Morales hükümetine bağlı polislerin bu eyaletlerde adli kolluk görevlerini hâlen yürütmekte oluşu aslında hükümet açısından ciddi bir avantaj.
Burada bir parantez açarak Santa Cruz’da ciddi biçimde silahlanmış ve şiddet eğilimli “sivil milisler”e değinelim. “Santa Cruz Gençlik Topluluğu” adıyla faaliyet yürüten bu çatı örgütü, ABD’nin meşhur “demokrasi fonu” örgütleriyle ve yerel oligarşinin ön ayak olduğu “sivil toplumları”yla akçeli ve alengirli ilişkiler içinde olmakla birlikte, Morales hükümetinin göreve gelmesinden bu yana bölgede oldukça ciddi şiddet eylemlerine de imza atıyor. Morales’in partisi MAS’ın seçim ve referandum çalışmalarını yürüten aktivistlere saldırmaktan, yerli mitinglerini dağıtma girişimlerine kadar birçok “iş” yapan örgüt, son bir aydır ise bölgede hükümetin yürüttüğü her türlü idari işlemi sabote etmek yönünde sabrı zorlayan girişimlerde bulunuyor.
İkinci senaryo ise daha muhtemel gözükmekle birlikte yine ciddi riskler barındırıyor. 4 Mayıs’taki referandum, oligarşik bir komplo olmasının yanı sıra zaten yasal olmaması nedeniyle ciddi bir meşruiyet krizini de bağrında taşıyor. Bu anlamda Morales hükümeti anayasanın kendine tanıdığı hakka dayanarak bölgede “sıkıyönetim” ilan edebilir. Bu durumda ise ordunun sürece müdahalesi kaçınılmaz hale gelecektir. Esas olarak dananın kuyruğu ise bu bahsedilen “sivil milisler”in ve dolayısıyla oligarşinin orduyla çatışmaya göze alması halinde kopacak.
Uluslararası yansımalar
2008’in başından bu yana, FARC-Chavez ilişkileri üzerine yürüyen gerginlik ve suçlamalar, Kolombiya ordusunun Ekvador sınırını ihlal etmesi ve ardından bölgede savaşın eşiğine gelinmesi, ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın Brezilya ve Şili’ye gerçekleştirdiği ziyaret, Latin Amerika’nın kıdemli sağcılarının mart ayı sonunda Arjantin’de toplanması, yine Küba karşıtı faaliyetlerin ileri düzeyde arttırılması ve son olarak da şubat ayından bu yana Bolivya’daki gerginliğin giderek tırmandırılması, ABD’nin bölgede inisiyatifi yeniden ele alma girişimlerinden bazıları olarak sayılabilir.
Öte yandan bölge ülkeleri de safları sıklaştırmaya başladı. Özellikle Venezüella devlet başkanı Hugo Chavez’in uzun zamandır dillendirdiği “bölgesel askeri pakt”ın ilk adımının Brezilya ve Venezüella arasında atılması ve paktın bu yılsonuna kadar ALBA çerçevesinde genişletilme kararının alınması, Bolivya’da hayata geçirilmeye çalışılacak herhangi bir emperyalist planın tetikleyeceği çatışmaya bölge ülkelerinin müdahale etme meşruiyetini de arttıracak.
Son olarak Chavez’in çağrısıyla olağanüstü olarak toplanan ALBA zirvesinden “Bolivya’yla dayanışma ve istikrarsızlaştırma girişimlerine karşı dayanışmayı yükseltme ve süreci yakından takip etme” kararı çıkması da Bolivya’daki sürecin bölgeye ciddi yansımalarının olacağının bir göstergesi. Yine Bolivya’daki krizle ilgili sert açıklamalar yapan Chavez’in “İmparatorluk Güney Amerika’nın entegrasyonunu engellemek için uğraşıyor ve şimdi de Bolivya’yı hedef seçmiş durumda çünkü imparatorluk Latin Amerika ve Karayipler’de doğmakta olan büyük anavatanı istemiyor ve bölge ülkelerini istikrarsızlaştırabilmek için silahlı silahsız her yolu deniyor” diyerek ve bütün bölge ülkelerini Morales hükümetine acil destek vermeye çağırarak, bu sürece de Ekvador sınırının Kolombiya ordusu tarafından ihlal edilmesi olayında olduğu gibi ağırlığını koyabileceğini belli etmesi, bölgede bu sefer çok daha ciddi bir çatışmayı gündeme getirebilir.
Sonuç
Sonuç olarak 4 Mayıs’ta gerçekleşecek olan “özerklik referandumu”ndan nasıl bir sonuç çıkarsa çıksın Bolivya’yı ve bölgeyi çok ciddi çatışmalı bir süreç bekliyor. Morales hükümetinin başta Chavez olmak üzere bölge ülkelerinden ve ordudan aldığı destekle çok daha radikal önlemleri hayata geçirmek üzere elinin rahatlaması ne kadar mümkünse, süreçten oligarşinin ABD desteğiyle daha da güçlenerek çıkması ve Bolivya’nın doğalgaz kaynaklarının önemli bir kısmına el koyarak bölgede bir “özerk istikrarsızlaştırma adası” olarak faaliyet göstermesi de o kadar mümkün. Öte yandan başta Hugo Chavez olmak üzere Rafael Correa ve Evo Morales gibi bölge liderlerinin ABD ve ABD destekli herhangi bir girişimle silahlı çatışmayı göze alabilecek olmasının da ciddiye alınması gereken bir tez olduğu, bugün bizzat ABD yetkilileri tarafından da kabul ediliyor. Bu anlamda Bolivya’daki referandum süreci, bölge ve dünya
için en az Kolombiya-Ekvador-Venezüella arasında yaşanan gerginlik kadar ciddi sonuçlar doğuracak bir süreç olarak görünüyor.