Yüksel AKKAYA’nın 19 Nisan 2008 tarihinde sendika.org’da yayınlanan “prokavatif” ve “köşeli” tartışmaya davet yazısından hareketle hem Yüksel hocanın önermelerine değinmek hem de sendikalar hakkındaki düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Öncelikle tartışmaya bir başlangıç notu düşmekte yarar var. Söz konusu yazıdaki iddia, önerme, tespit v.b yargıların ne kadarının Yüksel hocaya ait olduğu, ne kadarının ise KESK içersinde tartışılan […]
Yüksel AKKAYA’nın 19 Nisan 2008 tarihinde sendika.org’da yayınlanan “prokavatif” ve “köşeli” tartışmaya davet yazısından hareketle hem Yüksel hocanın önermelerine değinmek hem de sendikalar hakkındaki düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Öncelikle tartışmaya bir başlangıç notu düşmekte yarar var. Söz konusu yazıdaki iddia, önerme, tespit v.b yargıların ne kadarının Yüksel hocaya ait olduğu, ne kadarının ise KESK içersinde tartışılan genel söylemler olduğunu anlayabilmek oldukça güç. Bu nedenle eleştiriler, itirazlar ve önermeler Yüksel hocaya değil doğrudan metne olacaktır. (Zira Hocanın daha önceki “provokasyonlarını”(Ludizm ve gecekondu tartışmaları) bildiğimden naçizane bir amele olarak Hocanın “gazabından” korunmayı uygun buluyorum.)
1. Sorun özelde KESK genelde ise bütün sendikaların işleyişi ya da yönetimi oluşturma biçimi değildir. Sorun yapısal bir sorundur ve sendikaların kuruluş mantığında aranmalıdır. Bu nedenle sorunu sendikaların kurulduğu 19. yy’dan başlayarak tartışmak gerekir.
2. Bu durumda “Sendikacılık nedir?” sorusuna doğru yanıtlar vermek gerekir.
3. Yönetime gelme biçimlerine ilişkin sorunlar sadece KESK’e özgü değil; yöneten yönetilen ilişkisinin var olduğu bütün örgütlenmelerde geçerli bir durumdur. KESK’lilerde bu yapının bir parçası olarak buna uygun davranmaktadır. Mevcut işleyişte daha “demokratik” olsalar bile (“…mücadele dışı tutulanlara sendika yönetimlerinde, karar alma süreçlerinde ‘kapı açsalar'”) yine de sorun çözülmeyecektir.
4. “Kapitalist cenahın “organik aydınlarının” da artık bir krizden yüksek sesle bahsediyor olmaları” söylemi yazıda eleştirilen davranış biçimiyle aynı anlama gelmiyor mu?
Eğer sorun bir iktidar mücadelesiyse işçi sınıfının karşısında iktidara sahip olanların zafiyetlerinden faydalanmak bu anlamda “punduna getirmek için erketeye yatmak” değimlidir? Kriz olmadığında kapitalizme karşı bir mücadele yapılamaz mı ya da kapitalist işleyiş devam ettiği sürece işçi sınıfı açısından bir kriz söz konusu değil midir?
5. “Sendikal alanın en dinamik kesimi” olarak anılan grup ya da gruplar gerçekte ortaya attıkları önermelerde ne kadar samimidirler? Diyelim ki KESK “egemenleri” onlara da sandalye verdiklerinde bu söylemleri ve dinamiklikleri ne kadar devam edecektir?
6. Gelinen noktada emeğin örgütlen(e)meme sorunu olduğu kesin. Bu açıdan bir dönüşüm ve farklılaşma gerekli. Ancak bu dönüşüm bir yapıyı yıkıp yerine benzerini kurarak başarıya ulaşmaz. Başarı geçmişte ve günümüzde dünya yüzeyinde ortaya çıkmış başarılı ya da başarısız bütün deneyimleri doğru tahlil ederek bu coğrafyadaki örgütlenme tıkanıklıklarını aşacak “yeni” örgütlenme yöntemlerinin oluşmasıyla mümkün olabilir. Bunun içinde daha çok tartışmaya ihtiyacımız var.