Halka ücretsiz su dağıttığı için hakkında dava açılan Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven’in yaptıkları Melih Gökçek’i kızdırmış. 2009 yerel seçimlerinde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığına yeniden aday olacağını açıkladığı toplantıda Gökçek, Özgüven’i şov yapmakla suçlayarak şöyle konuşmuş: “Biz fakire fukaraya yardım ettiğimizde `Seçim yatırımı, fakirlik edebiyatı yapıyorlar’ diyorlar. Ama sosyal demokrat bir belediye başkanı bu işi […]
Halka ücretsiz su dağıttığı için hakkında dava açılan Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven’in yaptıkları Melih Gökçek’i kızdırmış. 2009 yerel seçimlerinde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığına yeniden aday olacağını açıkladığı toplantıda Gökçek, Özgüven’i şov yapmakla suçlayarak şöyle konuşmuş: “Biz fakire fukaraya yardım ettiğimizde `Seçim yatırımı, fakirlik edebiyatı yapıyorlar’ diyorlar. Ama sosyal demokrat bir belediye başkanı bu işi yaptığı zaman sosyal demokrasi adına sosyal belediyecilik yapmış oluyor. Bu belediye başkanı şov peşinde. Burada bir çifte standart var. Gazeteler yanlış suçlama yapıyor. Belediye başkanı, belediye başkanlığının püf noktalarını bilmiyor. Özel kasıtlı yapılan bir şey yok. Belediye hizmetlerinden ücret alınmasını kanun öngörüyor… Belediye hizmetlerinden ücret alınması gereklidir. Yardım yapmak ayrı bir şey, hizmet vermek ayrı bir şey. Mesela otobüsü bedava yapamazsınız. Ücret almaya mecbursunuz. Yardım etmeniz ise başka bir durumdur”. (1)
Gökçek önce kendisinin de dahil olduğu AKP’li belediyecilerin Özgüven’le aynı şeyleri yaptıklarını iddia ederek bir “aklanma” girişiminde bulunuyor. Sonra ise aradaki ayrımı koyarak, Özgüven’i belediyeciliğin püf noktalarını bilmemekle suçluyor. Gökçek aslında AKP’li belediyeler ile Dikili Belediyesi’nin yaptıkları arasındaki ayrımı görmekte zorlananlar için güzel bir tespitte bulunuyor: “Yardım yapmak ayrı bir şey, hizmet vermek ayrı bir şey.”
Gökçek, püf noktayı yakalamaktaki ustalığını göstererek bize de “yardım” ediyor. Dikili Belediyesi’nin icraatları ile AKP’li belediyelerin icraatlarını ayıran püf nokta, belli bir kesime yapılan “seçmeci yardım” ile herkese yapılan bir hak olarak hizmet arasındaki farkta gizli. AKP’li belediyeler halkın belli bir kesimine; kendi “cemaatlerine” dahil olanlara ya da “cemaate” dahil etmek istediklerine, kendilerini iktidarda tutacak olan oyları da gözeterek “yardım”da bulunuyor. Gerici politikalarla iç içe geçmiş bu yardım politikası ile kamunun kaynakları kullanılarak kamunun “belli bir kesimi” tabanlaştırılıyor. Tabii burada da püf noktalara dikkat ediliyor. Yardımlar “marjinal fayda” kavramı dikkate alınarak en güçlü geri dönüşü sağlayacak şekilde yapılıyor. Halk bir taraftan yoksullaştırılıp, muhtaçlaştırılırken diğer yandan bu en muhtaç kesime dağıtılan sadaklarla AKP iktidarına sadakat sağlanıyor. Neo-liberal politikaların usta uygulayıcısı olan bu iktidar temel direklerini halkın muhtaçlaştırılmasına dikiyor.
Öte yandan Osman Özgüven ise Dikili halkının tamamı için bir hak olan “hizmet”ler sunuyor. Dikili Belediyesi 10 tonun altında su tüketen “herkese” bedava su sağlarken 11 ton su tüketen herkesten aynı parayı alıyor. Dikili’de belediyeye ait olan sağlık hizmetleri herkese ucuz sunuluyor, otobüse herkes ücretsiz biniyor. Belediye fırınında satılan ucuz ekmeği herkes alabiliyor, Dikili’de açılacak olan plajdan herkes faydalanacak…
Dikili Belediyesi’ndeki uygulamalar Gökçek’i birkaç kat fazla kızdırmış olmalı. Çünkü “bedava su davası”nın medyaya yansımasının ardından CHP Ankara Milletvekili Tekin Bingöl’ün yaptığı inceleme(2) en pahalı belediye hizmetlerinin Ankara’da olduğunu ortaya koydu. Üstelik Özgüven bedava su uygulamasını, su tasarrufunu teşvik edeceğini düşünerek başlattıklarını söylüyor. Gerekli yatırımları zamanında yapmadığı için Ankaralıları haftalarca susuz bırakan Gökçek ise su tasarrufu için suları kesmiş, boruları patlatmış, Ankaralılardan tatile gitmelerini istemiş ve sifon rezervuarına pet şişe yerleştirilmesi gibi zihni sinir projeler üretmişti. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin sık sık yeni yolsuzlukları ortaya çıkmasına karşın Dikili Belediyesi’nde herhangi bir yolsuzluk çıkmaması da Gökçek’i rahatsız eden bir başka konu olmalı.
Gökçek’i anlatmaya sayfalar yetmez ancak tüm yaptıklarına karşı Gökçek hakkında ya da medya aracılığı ile kömür dağıtma talimatı veren Tayyip Erdoğan hakkında değil de kamudan geleni kamuya geri dağıtmaya gayret eden ve uygulamaları “herkes” için geçerli olan Özgüven’e dava açılması neo-liberal devletin gerçek yüzünü tüm açıklığı ile ortaya koymaktadır. Bu düzende bir yandan sermayenin çıkarları için yasalar çıkarıp, düzenlemeler yapıp; kamusal kaynakların çoğunluğunu sermayenin hizmetine sunarken diğer yandan oy devşirmek için yine kamusal kaynaklarla sadaka dağıtmak makbuldür.
“Herkes”in devrimciliği
Bugünün dünyasında kamusal kaynakları halkın genel çıkarları için kullanma iddiası neo-liberal devlete karşı açıktan bir suç işleme ilanıdır. Dikili’de olan da bundan başka bir şey değildir. Anayasa, plana uygun olarak neo-liberal biçimde “reform”e edildiğinde Dikili’dekinin benzeri uygulamalara açılacak olan davaların kapsamı “Anayasayı ilgaya teşebbüs” bile olabilir.
“Herkes” kelimesi içinde toplumcu, devrimci ve yasadışı bir öz barındırır. Hizmetleri ve hakları herkes için istemek toplumdaki ayrımların ve ayrıcalıkların ortadan kalkmasını istemektir. “Eşit işe eşit ücret” talebinin gizli öznesi olan “herkes” utangaçlığından sıyrıldığında “Herkesten yeteneğine göre herkese ihtiyacına göre” politikasına dönüşür. Emekçilerin haklarını gasp eden Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası’na karşı dile getirilen “‘Herkes’e Sağlık Güvenli Gelecek” talebi, sermaye sahiplerin çıkarlarına hizmet eden neo-liberal sağlık ve sosyal güvenlik politikalarına karşı genel toplumsal çıkarın dile getiriliş biçimidir.
Neo-liberalizmin ve teo-liberalizmin (3) sağlık hizmetlerine bakışını ise Nisan ayı içerisinde özel hastanelerde yaşanan iki ayrı skandal çok net bir biçimde ortaya koyuyor. Neo-liberalizmin sağlık hizmetine bakışını yansıtan skandal 16 Nisan günü Adana’da Özel Hacettepe Tıp Merkezi’nde meydana geldi. (4) Tüp patlaması sonucu vücudunda yanıklar oluşan ve ilk müdahalenin ardından yanık ünitesi bulunan bir hastaneye sevk edilmesi gereken 8 yaşındaki İbrahim Yıldırım sağlık güvencesi olmadığı ve babası 230 YTL’lik masrafı ödeyemediği için 1 saat boyunca hastanede rehin tutuldu. Teo-liberalizmin sağlık hizmetine bakış açısını yansıtan olay ise 4 Nisan günü Ankara’daki Etlik Özel Lokman Hekim Hastanesi’nde yaşandı.(5) İki bardak votka içtikten sonra rahatsızlanan ve arkadaşları tarafından hastaneye kaldırılan Türkan Özsu’yu hastanede bulunan doktor ve hemşireler “alkollü hastaya bakmak prensiplerine aykırı olduğu için” muayene etmediler. Sağlık hakkına sahip olmanın birinci örnekte para sahibi olmaya ikinci örnekte ise iman sahibi olmaya endekslendiği görülüyor. Birinci vakada, skandalın üstünü örtmek için “Tıp Merkezini kapattık” açıklaması yapan AKP’nin İslam prensiplerine uymayan diğer vaka içinse benzer bir açıklama yapması kolay değil. Çünkü bu vaka dinci-gericilikle neo-liberalizmi yoğuran AKP’nin yarattığı teo-liberal düzenin bundan sonra karşımıza sık sık çıkacak bir örneği. Neo-liberalizmi yalın biçimde uygulayanların da, İslam sosuyla uygulayanların da sağlık hizmetlerini “herkes” için istemedikleri ortada.
Yerel yönetimin sınırları
Halkın kendini en iyi biçimde yöneteceği ve kaynakların halkın genel çıkarlarına hizmet için kullanılacağı bir belediye düzeni oluşturma iddiası “halk” belediyeciliği yapma iddiasıdır. Yerel yönetimler piyasacılığın ve sermaye politikalarının yerelleştirilmesinde kritik bir öneme sahiptir ve neo-liberalizmle kan uyuşmazlığı gösteren yerel politikalar çarka s
okulmuş çomak vazifesi görecektir.
Burada yazdıklarımız Dikili Belediyesi örneğine aşırı anlamlar yükle çabası değil. Ancak yerel seçimlere bir yıl kala ortaya çıkan bu olay solun yerel seçim politikası için önem taşımaktadır. Genel iktidarın elde edilemediği durumlarda yerel yönetimler eliyle uygulanabilecek toplumcu politikaların belli sınırları vardır. Dikili Belediyesi örneği ise mevcut durumun hangi sınırlara doğru zorlanabileceğinin ipucunu vermiş ve bunun imkanlarına işaret etmiştir. AKP’nin cemaatçi belediyeciliğine karşı oluşturulacak halk belediyeciliğinin toplum neznindeki meşruiyeti de Dikili vakasına verilen tepkilerde görülmektedir.
1.http://www.milliyet.com.tr/default.aspx?aType=SonDakika&ArticleID=518084&Date=17.04.2008&Kategori=siyaset
2.http://sendika.org/yazi.php?yazi_no=16472
3.http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=15195
4.http://sendika.org/yazi.php?yazi_no=16446
5.http://sendika.org/yazi.php?yazi_no=16499